28 Mayıs 2010 Cuma

Dünya Kupası Finalistleri #24 - Slovenya


Euro 2000 ve 2002 Dünya Kupası'nda Zlatko Zahovic'in önderliğinde boy gösteren Slovenya, bu altın yılların ardından ilk kez büyük bir şampiyonda boy göstermeye hak kazandı. 2 milyon nüfuslu bu küçük ülkenin turnuvadaki beklentilerini ise bu yazıda ele alacağız.

Beklentiler:

Turnuvaya katılan 32 ülkeden en küçüğü Slovenya, Güney Afrika biletini elde ederek beklentileri fazlasıyla aştı. Geçtiğimiz yılın Nisan ayında Kuzey İrlanda'ya 1-0 mağlup olmalarının ardından kimse 6 maç sonunda 8 puanı bulunan Slovenya'nın play-off'lara kalmasına ihtimal vermiyordu; ancak onlar kalan 4 maçlarını da gol yemeden kazanarak play-off oynama hakkını elde ettiler. Otoriteler, play-off'larda Slovenya ile eşleşen Rusya'nın en şanslı kurayı çektitğine inanıyorlardı. Bu nedenle Rusya'da oynanan ilk maçta bitime on dakika kala Slovenya'nın skoru 2-1'e getiren golünü kimse önemsememişti. Slovenya play-off'un ikinci ayağında 1-0'lık galibiyeti elde edince deplasmanda atılan bu gol Dünya Kupası biletini Slovenya'ya getirmiş oldu. Slovenler, Avrupa'nın çeşitli liglerinde forma giyen oyuncuları bir araya getirerek iyi bir takım oluşturmayı başaran Matjaz Kek'e çok şey borçlu olduklarını biliyorlar. Buraya kadar gelebilmelerine defansif kaliteleri oldukça yardımcı oldu ve 3 maçın grup sonuçlarını belirlediği Dünya Kupası'nda bu avantajları onlara çok şey kazandırabilir. İngiltere, ABD ve Cezayir ile karşılaşacakları C grubunda turu geçebilmek için yeterli tecrübeye sahip olmamaları ise turnuvada onları sıkıntıya sokabilir.

İyimser Senaryo:

Dünya Kupası'na kalmaları zaten oldukça iyimser bir senaryo içinde yaşadıklarını gösteriyor; ancak tarihlerinde ilk kez gruplardan çıkmayı başarmaları unutulmaz bir Dünya Kupası yaşamalarını sağlar.

Kötümser Senaryo:

Bu turnuvaya kendilerinden daha büyük bir sürprize imza atarak katılan bir takım varsa o da Cezayir'dir. Slovenya'nın bu Afrika temsilcisinin arkasında kalması taraftarlarını üzecektir.

Muhtemel Kadro:

Diziliş: 4-4-2

Kaleci: S Handanovic

Defans: Jokic - Brecko - Suler - Cesar

Orta Saha: Koren - Kirm - Birsa - Radovsavljevic

Forvet: Novakovic - Dedic

Oyuncuların pek çoğunun gerek milli takım gerek kulüp düzeyinde bu kadar üst düzey bir turnuva tecrübesi yaşamamış olması şüphesiz bu kadronun en büyük eksiği. Oturmuş kadroları ve birbirine alışkın futbolcularıyla bu eksiğin üstesinden gelmeye çalışacaklar. Ne kadar başarılı olabileceklerini ise Dünya Kupası'nda göreceğiz.

Yıldız Oyuncu: Robert Koren(WBA)


29 yaşındaki Slovenya kaptanı, Matjaz Kek'in ona kaptanlığı vermesinin ardından takımın liderliğine soyundu ve "yeni Zahoviç" olarak adlandırılmanın verdiği baskıdan da kurtuldu. Takımda premier league tecrübesi bulunan yegane oyuncu Koren ve orta sahadan takımı yönetirken sakinliğini korumasını belki de bu tecrübeye borçlu. Koren, yaratıcı oyunculardan beklenen pek çok özelliği bünyesinde barındırıyor; ancak bir eksiği var: Gol yollarında beklenen katkıyı verememek. Milli takım formasıyla yalnızca dört golü bulunan Koren, bu elemelerde yalnızca iki gol buldu ve bu gollerde 5-0'lık San Marino maçında geldi. Dünya Kupası'nda Slovenya'nın, onun istikrarlı bir performans göstermesine çok ihtiyacı var.

Patlama Yapması Muhtemel İsim: Samir Handanovic (Udinese)


Slovenya Ligi'nde yalnızca 7 maç oynadıktan sonra henüz 19 yaşında Udinese tarafından transfer edilen Handanovic, İtalya'da 3'ü kiralık olmak üzere 4 takımda forma giydi. Rimini'yle 2. ligde gösterdiği performans, De Sanctis'in Udinese'den ayrılmasının ardından siyah-beyazlı ekipte birinci kaleci olmasını sağladı. Kendine güvenen oyunu önünde kurulu defansları oldukça rahatlatıyor ve Slovenya milli takımının elemelerde yalnızca dört gol yemesi bunun önemli bir kanıtı. Dünya Kupası'ndaki yedeği de kuzeni Jasmin Handanovic olacak.

Bir Portre: Milivoje Novakovic (Köln)


1.92'lik golcü elemelerde attığı beş golle takımın skor yükünü çeken isimdi. Novakovic'in kariyerinde Daum'un da önemli bir yeri var. Köln ikinci ligdeyken takımın başına geçen Daum, Novakovic'i kaptanlığa getirdi. Bu sorumluluğun altından başarıyla kalkan Novakovic, sezonu 20 golle gol kralı olarak tamamladı ve Köln'ün Bundesliga'ya yükselmesinde önemli bir rol oynadı. Bu aynı zamanda Novakovic'in Bulgaristan 1. liginden sonra gol krallığını ikinci kez kazanışıydı. Daum'un ayrılmasının ardından kaptanlıktan ayrılan Novakovic, kariyerinin en önemli dönemini bu yaz geçireceğe benziyor. Slovenya'lılar, kupada akılda kalacak bir performansa imza atmak için onun gollerine fazlasıyla muhtaçlar.

25 Mayıs 2010 Salı

Dünya Kupası Finalistleri #23 - ABD


Konfederasyon Kupası'nda İspanya'yı devirerek dikkatleri üzerine çeken ABD, o turnuvada oynadığı finalle tarihinin en büyük başarısına erişmişti. Şimdi, oturmuş bir kadro, yıldız adayları ve kazandıkları özgüvenle Dünya Kupası'nda ses getirecek bir performansa imza atmak istiyorlar. Bunu başarmak için gereken güce sahipler mi, bu yazıda inceleyelim.

Beklentiler:

Dünyada kadınlar futbolunun erkekler futbolundan daha fazla ilgi çekebildiği ender coğrafyalardan birisi ABD. Yine de, hal böyleyken takımla ilgili ciddi beklentiler olduğundan bahsetmek yersiz olur diye düşünmeyin. ESPN'in Dünya Kupası için görevlendiridiği 300 kişilik kadroyu da hesaba katarsak, Amerikalıların dünyada bu kadar ilgi çeken bir organizasyonda şampiyonluğa oynayamadıkları için oldukça hırslandıklarını görebilirsiniz. Ancak, dünya şampiyonluğu için esas planların ev sahibi olmak için aday oldukları 2022 yılı için yaptıklarını düşündüğümüzde, bu kadronun üzerinde ciddi bir baskı olmadığını söyleyebiliriz. 2009 Konfederasyon Kupası'nda, üzerinde baskı olmayan bu kadronun ne kadar başarılı olabileceğini gördük. İspanya'yı 2-0'la geçtikleri maç, defansif kalitelerinin ve potansiyellerinin önemli bir göstergesiydi. Brezilya karşısında 2-0 öne geçip 3-2 kaybettikleri final ise hala kritik maçlar için yeterli tecrübeye sahip olmadıklarının ispatı olmuştu. O günden bu yana teknik direktör Bob Bradley'nin en çok canını sıkan ise şüphesiz uzun süreli sakatlıklar oldu. Takımın kilit isimlerinden Onyewu ve Davies uzun süreli sakatlıklar dolayısıyla form tutamadılar ve özellikle Davies'in yokluğunda Altidore'un forvetteki partnerinin kim olacağı soru işareti. Bu can sıkıcı durumdan kendilerini kurtaran ise kura şansları oldu. Cezayir ve Slovenya gibi iddiası az iki takımla eşleşmeleri ikinci tura kalmaları adına önemli. Ayrıca bu takımlar karşısında geçen yıl yakaladıkları özgüveni yeniden bulmaları, turnuvanın devamında da sürprizlere imza atmalarını sağlayabilir.

İyimser Senaryo:

Gruptan ikinci olarak çıkmaları halinde çok büyük ihtimalle Almanya ile eşleşecekler. Almanya'daki sakatlıklar, ABD'nin sürpriz yapma potansiyeli ve 2002'den kalma bir hesabı kapatma arzusu (1-0 biten maçta Frings'in kaleye giden topu elle çıkardığını hatırlayalım) bu takımın 8 yıl sonra yeniden çeyrek final görmesini sağlayabilir.

Kötümser Senaryo:

Cezayir ve Slovenya kağıt üzerinde zayıf rakipler; ancak Mısır ve Rusya'daki taraftarlara sorarsanız bu takımların nasıl belalara yol açabileceklerini size anlatacaklardır. Grup maçlarını tamamlayıp ABD'ye geri dönme ihtimalleri de mevcut.

Muhtemel Kadro:

Diziliş: 4-4-2

Kaleci: Howard

Defans: Spector - Bocanegra - Bornstein (Onyewu) - DeMerit

Orta Saha: Dempsey - Bradley - Clark - Donovan

Forvet: Altidore - Findley

Çok iyi bir takım kimyasına sahip olduğunu 2009 Konfederasyon Kupası'nda belli eden ABD'de, forvet ve defans hattında yaşadığı iki kritik sakatlığın takımı nasıl etkileyeceği merak konusu. 4 yıl öncesine göre Avrupa'da oynamış daha fazla oyuncuya sahip olmaları önemli bir artıları. Yaratıcılık açısından Donovan dışındaki isimlerin katkı vermeyecek olması ise, grup maçlarında daha zayıf ekiplerle oynadıları maçlarda sıkıntıya düşmelerine sebep olabilir.

Yıldız Oyuncu: London Donovan (Los Angeles Galaxy)


ABD milli takımının sembol ismi London Donovan, üçüncü kez boy göstereceği Dünya Kupası'nda bir madalya kazanmak hedefiyle Güney Afrika'ya geliyor. Donovan, 42 golle ABD milli takım tarhihinde en fazla gol atan oyuncu ünvanını elinde bulunduruyor ve yaratıcı oyun zekası ile sorumluluk almaktan çekinmeyen yapısıyla ABD'lilerin kritik anlarda en çok güvendikleri isim olacak. Kulüp kariyeri boyunca Avrupa'da şanssız dönemler geçirse ve adından pek söz ettiremese de, Amerika'da kazandığı üç şampiyonlukla ve milli takımdaki etkili performansıyla zirvede kalmayı başardı. Henüz 28 yaşında bu kadar çok tecrübe elde etmesi, 2010 Dünya Kupası'nı başarılı geçirmesi halinde Avrupa'da bir fırsata daha sahip olmasını sağlayacaktır.

Patlama Yapması Muhtemel İsim: Michael Bradley (B. Mönchengladbach)


Teknik direktörün ilk 11'deki değişmez isimlerinden birinin oğlu olması pek çok kişiyi rahatsız edebilir; ancak Michael Bradley için durum böyle değil. Ön libero mevkiinde gücü ve zamanlamasıyla kendini ispatlayan Michael Bradley, aynı zamanda attığı gollerle de iki yönlü oyunu ne kadar iyi oynadığını gösteriyor. Eleme turunda kaydettiği 5 gol bunun güzel bir göstergesi. 2006 yazında Heerenven'e transfer olduğunda MLS liginden yurtdışına transfer edilen en genç oyuncu olarak dikkatleri üzerine çekmişti. 2007-08 sezonunda Hollanda'da attığı 16 gol, bir orta saha oyuncusu için inanılmaz bir rakam ve Bradley, ABD'nin Dünya Kupası'nda ileriki turlara ismini yazdırması halinde golleriyle turnuvanın dikkat çekenlerinden biri olacak gibi görünüyor.

Bir Portre: Jozy Altidore (Villareal)


Haiti'li bir ailenin çocuğu olarak ABD'de dünyaya gelen Altidore, MLS liginde yalnızca 37 maça çıkmasının ardından Villareal tarafından 5 milyon sterlin karşılığında transfer edildi. Bu aynı zamanda MLS liginden bir oyuncuya ödenen en yüksek bonservis ücreti olarak kayıtlara geçti. 18 yaşında gittiği Villareal'de çok
fazla oynama şansı bulamaması üzerine önce Xerez'e ardından da Hull City'e kiralandı. Altidore, iki kulüpte de bulduğu şansları iyi kullanamadı. Özellikle bu sezon Hull City'de 28 maçta bulduğu tek golle beklentilerin oldukça altında kaldı ve takımın küme düşmesiyle sezonu dipte tamamladı.Fizik gücü, hızı ve bitiriciliğyle dikkat çeken bu forvetin kariyerinin devamının nasıl çizileceğinde bu Dünya Kupası önemli bir rol oynuyor. Eğer idolleri olan van Nistelrooy ve Henry'nin yakaladığı başarılara ulaşmak istiyorsa daha fazlasını ortaya koymak zorunda.

Dünya Kupası Finalistleri #22 - Uruguay


İki kez Dünya şampiyonluğu gören Uruguay'ın 2006 Dünya Kupası'nda yer alamaması pek çoklarını şaşırtmıştı. O dönem play-off'ta Avustralya'ya elenen Uruguaylılar, bu kez Kosta Rika'yı saf dışı bırakarak Güney Afrika biletini elde etti. Turnuvada neler yapabileceklerini ise bu yazıda inceleyelim.

Beklentiler:

Dünya Kupası'nın ilk şampiyonu ünvanını elinde bulunduran Uruguay milli takımı, aynı zamanda 1950 yılında Maracana'da Brezilya'ya futbol tarihinin en büyük hayal kırıklığını yaşatan takım olarak biliniyor. Bu iki hikayenin onlara kazandırdığı iki dünya şampiyonluğu yıldızına karşın Uruguay bilindiği üzere bu turnuvanın favorilerinden biri değil. 2006'da yaşadıkları hayal kırıklığının ardından bu elemeler öncesi 1990'da takımı yöneten Oscar Tabarez'i başa getirdiler. Tabarez, aynı zamanda Uruguay'a ilk turu geçiren son teknik adam. 2007 ve 2009 20 yaş altı Dünya Kupaları'ndan gelen Cacares, Suarez, Cavani ve Lodeiro gibi genç yeteneklerin yanında Forlan ve Lugano gibi tecrübeli isimlerin liderliğinde oluşturulan yeni yapılanma şu ana kadar oldukça olumlu sinyaller verdi. Yine de elemelerde kendi evlerinde Brezilya'ya 4-0 yenildiklerini ve Dünya Kupası'na kalmak için oldukça zorlu yollardan geçtiklerini hatırlmakta fayda var. Dünya Kupası'nın ilk gününde boy gösterecek takımlardan birisi olan Uruguay; Fransa, Güney Afrika ve Meksika ile oldukça zorlu bir grubun içinde yer alıyor. Formda olan forvet hattı ise Uruguay'ın bu gruptan çıkmak adına en önemli kozu olacak.

İyimser Senaryo:

İlk maçta Fransa'ya bir sürpriz yapabilirlerse, oldukça karışık olan bu grubu lider tamamlayabilirler. Bu durumda çeyrek final kapısı da kendilerine açılacaktır.

Kötümser Senaryo:

Son Dünya Kupası finalisti, ev sahibi ülke G. Afrika ve turnuvanın gediklilerinden Meksika ilk tur eşleşmesini oldukça zorlu hale getiren ekipler. Bu grupta Uruguay'ın ilk turdan veda etmesi sürpriz olmaz.

Muhtemel Kadro:

Diziliş: 4-4-2

Kaleci: Muslera

Defans: M Pereira - Lugano - Godin - Fucile

Orta Saha: Perez - Gargano - A Pereira - Lodeiro

Forvet: Suarez - Forlan

Forvet hattında dünyanın en formda ikililerinden birini barındıran Uruguay'ın defansı da problemsiz görünüyor. Bu durumda takımın en önemli sorununun orta sahada olduğunu söylemek yanıltıcı olmaz. Güney Amerika denince akla ilk gelen özelliklerden birisi olan teknik oyuncuların sayısı Uruguay'da yok denilecek kadar az. Dünya Kupası gibi önemli bir turnuvada oyun kurma yükünü sırtlanacak isim 21 yaşındaki Lodeiro olacak ve bu baskıyı kaldırıp kaldıramayacağı Uruguay'ın turnuvadaki kaderini belirleyecektir.

Yıldız Oyuncu: Diego Forlan (Atletico Madrid)


İkinci kez Dünya Kupası'nda boy gösterecek olan Diego Forlan, bu sefer ilk Dünya Kupası'ndaki sessiz ayrılışını yaşamak istemiyor. 2002 Kore/Japonya'nın ardından 7 milyon stetrline Manchester United'ın yolunu tutan Forlan, kariyerinin en zorlu günlerini Kırmızı Şeytanlar'da yaşamıştı. Ferguson'un yağmura uygun krampon giy tavsiyesine uymayıp maç içinde gol pozisyonunda kayıp düşmesi, United için son maçını oynamasına neden oldu. İspanya'da Villareal formasıyla yeniden kendine gelen Forlan, altın ayakkabıya uzanmayı da başardı. Tarihte iki altın ayakkabı kazanan 8 oyuncudan biri olan Forlan, bu yıl UEFA Avrupa Ligi'ni kazanan Atletico Madrid'e kritik golleriyle hayat verdi. Forlan, 15 yaşındayken tenis ve futbol arasında seçim yapmakta zorlanmış; ancak dedesi ve babasının da Uruguay mili takımında forma giymiş isimler olması onun futbolu tercih etmesinde etkili olmuş.

Patlama Yapması Muhtmemel İsim: Luis Suarez (Ajax)


Bu yıl ligde oynadığı 33 maçta 35 gole imza atarak inanılması güç bir istatistik yakalayan Luis Suarez, inanılmaz formda ve Dünya Kupası'nda dikkat çekmek için pek çok yeteneğe sahip olan bir isim. Suarez, tuttuğu tkaım olan Nacional'de futbola başladı ve takımın 2005-06 sezonunda kazandığı şampiyonlukta yaptığı katkıyla dikkatleri üzerine çekti. Hollanda yolculuğuna Groningen'de başlayan Suarez, burada attığı 14 golün ardından Liverpool'a giden Ryan Babel'in bolşuğunu doldurmak isteyen Ajax'ın kadrosuna katıldı. Hem 4-3-3'ün kanatlarında, hem de 4-4-2'nin tamamlayıcı santraforu olarak harika performansarla imza attı. Dünya Kupası'nda göstereceği iyi performans, onu transfer sezonunun en gözde ismi yapacaktır.

Bir Portre: Diego Lugano (Fenerbahçe)


Hırsı ve inatçılığıyla Fenerbahçe taraftarlarının gözdesi haline gelen Lugano, kaptanlığını yaptığı Uruguay milli takımının saha içi lideri konumunda. 2005 yılında Copa Libertadores'i kazanan Sao Paolo takımında yıldızı parladı ve iyi bir ücretle Fenerbahçe'nin 100. yıl kadrosuna katıldı. Hava hakimiyeti sayesinde takımına güven veren oyuncunun bire birde geçilmesi de bir hayli zor. Türkiye Ligi'ni ölçü olarak görmeyenler 2007-08 sezonunda Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Lugano'nun adam markajına aldığı Drogba'nın halini gözlerinin önüne getirsinler. Bütün bu özelliklerinin yanında bir defans oyuncusu için oldukça fazla gol bulabilen bir isim olması onu daha da değerli kılıyor. Kosta Rika ile oynanan play-off maçlarının ilkinde takımına galibiyeti ve bir anlamda Dünya Kupası'nı getiren Lugano'nun elemelerde toplam 4 golü vardı.

23 Mayıs 2010 Pazar

Sezonun ardından...

Koca bir sezonu daha iyisi, kötüsü, ilginç olayları ve mucize olaylarıyla geride bıraktık. Çok fazla olay yaşandı 2009-2010 sezonunda. Şimdi biraz takımların geçtiğimiz sezon neler yaptıklarını inceleyelim.

Ankaragücü: Sezona başladığı kadrosunun, Ankaraspor'un küme düşürülmesiyle, neredeyse tamamını değiştirerek(yaklaşık 3 defa) bu alanda bir rekora imza attılar. Ahmet Gökçek başkan olduktan sonra yaptığı yatırımla sezonun devre arasında Jerome Rothen, Marek Sapara, Robert Vittek, Geremi gibi Avrupa'da isim yapmış kaliteli oyuncuları takıma katarak 41puanla ligi12.sırada bitirdi ve takımı kümede tuttu ve önümüzdeki sezon için taraftara umut verdi. Eğer ki önümüzdeki sezon biraz daha genç ve böyle kaliteli yabancıları takıma getirir ve bu sezonki gibi takımı dağıtmayıp istikrarı yakalarsa, taraftarının da desteğiyle Başkentten bir Bursaspor daha çıkarma potansiyeline sahip bir ekip olabilirler. Tabi bunun için hoca konusunda istikrar da şart. Bence Roger Lemerre kalmalı, eğer kalmayacak sa da başarı için en azından yine onun kadar kaliteli bir isim gelmeli takımın başına. Ankaraspor: Ligde sadece 4 maç yapabilen Ankaraspor daha sonra illegal olaylar nedeniyle Bank Asya 1.lig'e düşürüldü. Oyuncularının çoğu Ankaragücü'nün yolunu tutarken geri kalalar da başka takımlara dağıldılar ve takım genç isimlere ve altyapıdan gelenlere kaldı. Bütün sezonu maç yapmadan geçiren ekibin önümüzdeki sene Bank Asya'da neler yapacağı merak konusu. Antalyaspor: Diğer sezonlara oranla Mehmet Özdilek takımın başına geçtikten sonra büyük aşama kaydeden Antalyaspor sezonun sürpriz ekiplerinden oldu. Türkiye kupasında Fenerbahçe'yi yenerek çeyrek finale çıktılar ve çeyrek finalde Galatasaray'ı eleyerek yarıfinal oynayarak büyük bir başarı yakalayan ekip ligede de başarılı bir grafik çizdi ve sezonu 9.sırada tamamladı. Önümüzdeki sezon Antalya şehri de takıma biraz sahip çıkarsa daha da güzel işler yapabilirler.

Bursaspor: Sezonun ve hatta Türk futbolunun mucizesini gerçekleştirdi bu sezon Bursaspor. Bir sezonda 4 büyüklerin tamamını yenerek imkansızı başararak 26 sene sonra Anadolu'dan ilk Şampiyonu çıkardılar. Bütün sezon boyunca inanılmaz bir performans ortaya koyarak sezonu zirvede bitirdiler ve gerçekten bir tarih yazdılar. Bu şampiyonluk umuyorum ki son olmaz yepyeni bir başlangıç olur ve Anadolu takımlarımız da artık büyüklük kavramını ortadan kaldırmak için çaba gösterirler, kaderlerine razı görüntülerini değiştirirler. Tekrara tekrara tebrikler Bursaspor.
İ. Büyükşehir Belediyespor: Bursaspor'un şampiyon olduğu sezonda 6. olarak takdiri hakeden bir ekip oldu Belediye. Abdullah Avcı yönetiminde gerçekten istikrar sağlayan ekip bunun meyvalarını bu sezon toplamaya başladı. Bu istikrar devam ettiği takdirde birkaç kaliteli transferle daha büyük başarılar yakında gelecektir Belediyespor için.

Denizlispor: Sezonun küme düşen bir başka ekibi de Denizlespor oldu. Sezon başında başlaya maddi sıkınta zaman geçtikçe kulübü daha da zor durumaa getirdi. Hoca değişiklikleri ve bir türlü sağlanamayan istikrar sonunda bu sonucu ortaya çıkardı. Umuyorum ki önümüzdeki sezonu Bank Asya'da geçirecek olan ekip, bu görüntüsünden kurtulur ve tekrar Süperlige dönerler.

Diyarbakırspor: Sezonun son küme düşen ekibi de Diyarbakırspor oldu. Bütün sezon boyunca sürekli devam eden mali kriz ve bir üzerine eklenen şiddet olayları nedeniyle bir türlü futbol oynamaya fırsat bulamayan Diyarbakırspor yine de son 2haftaya kadar kümede kalma umudu taşıyarak oyuncular olarak büyük bir başarıya imza attılar ama onlar da daha fazla dayanamadılar. Bundan sonra umuyorum ki geçen sezonki olayları bir daha yaşamazlar ama bunun olması için çok fazla şeyin değişmesi gerekiyor.
Eskişehirspor: Sezonun bir başka sürpriz ekibi de Eskişehirspor oldu. Sezonun ikinci yarısında biraz düşüşe de geçseler ligi 7.sırada bitirmeyi başardılar. İyi transferlerle başladıkları sezonda sakatlıklardan dolayı istedikleri oyunu ve kadroyu çok az maçta görebildiler. Devre arasında Sezer Öztürk, Erkan Zengin ve Aydın Yılmaz'ın takıma katılması çok faydalı oldu ve sonucunda da bu 7.lik geldi. Çok iyi bir taraftar kitlesine sahip bu ekibe daha üst sıralarda görmemize çok az kaldı. Yaz Helvası'nında artık daha fazla desteğini görmek istiyoruz Eskişehirspor'a.

Kasımpaşa: Yılmaz Vural'ın takımın başına geçmesinden sonra toparlanan ve topladığı puanlarla ligi 41 puanla11.sırada bitirmenin yanında genç ve tecrübeli oyuncuları çok iyi kaynaştırarak kaliteli bir takım oldular. Yetişen genç oyuncuların verdiği ümit bu takımı ileriki zamanlarda daha da yukarılara taşıyabilir.
Kayserispor: Ligimizin en istikrarlı takımlarından biri olan Kayserispor sezonu alışılmışın biraz altında da olsa yine üst sıralarda 8.sırada tamamladı ve bir de Ariza Makukula'nın müthiş performansıyla kulüp tarihindeki ikinci gol kralını çıkardı. Her sene olduğu gibi lige fırtına gibi başlayıp sezonun ilk yarısında müthiş bir grafik çizen ekip ikinci yarıda yine duraklama ve gerileme dönemine girince 8.likle yetinmek zorunda kaldı. Kayserispor her sene yaşadığı sezonların ikinci yarılarındaki motivasyon kaybını yaşamazsa önümüzdeki yıllarda çok daha başarılı olabilecek güce sahipler.
Gaziantepspor: Geçmiş dönemlerine göre kötü bir sezon geçiren ekip ligin ikinci yarısında biraz daha toparlanmış bir görüntü çizdi. Önümüzdeki sezona Jose Couceiro'nun yerine takımı Bülent Uygun'a emanet eden Gaziantepspor şehrin de takımı sahiplenmesiyle eski günlerine döneceğine inanıyorum.
Gençlerbirliği: Kurulan genç takım ve Thomas Doll ile başarılı ve ümit veren bir sezon geçiren Gençlerbirliği gelecek için umut verdi. Mustafa, Orhan, İlhan, Serdar, Hurşit gibi kaliteli isimlerin yanına kaliteli birkaç yabancı alınır ve başkan maddiyattan çok başarıya önem verirse eğer bu genç takım çok daha iyi yerlere gelebilir.
Manisaspor: Geçen sezon son haftalara kadar düşme korkusu yaşayan Manisaspor kurduğu kaliteli kadrodan bir türlü verim alamadı. Takımda Isaac, Güven, Mehmet, Nizamettin, Şener gibi süperligin başarılı isimlerini barındıran ekip Mesut Bakkal ile bir türlü düzen tutturamadı. Takımın başına Reha Kapsal'ın gelişinden sonra gözle görülür bir toparlanma içine giren ekip sonunda kümede kalmayı başardı ama bence hiç yeterli bir sonuç olmamalı bu. Önümüzdeki sene bu genç ve kaliteli isimleri kadrolarında tutabilirlerse çok daha yukarılara tırmanacaklarından eminim.


Sivasspor: Önceki sezonu mumla arayan Sivasspor geçen sezonu tamamen bir hayal kırıklığı ile geçirdi. Oldukça başarısız ve ilginç bir transfer politikasıyla önceki sezon başarıyı sağlayan kadronun büyük çoğunluğunu kaybeden ve yerlerine de yerleri doldurmayacak oyuncular kadrosuna katan ekip için bu sonuç kaçınılmaz oldu. Umuyoruki bu transfer politikasını tamamen değiştirerek tekrar zirveye oynayan bir takımı en kısa sürede yaratırlar.

Önümüzdeki sezonda bütün takımlarımıza yina başarılar diliyor ve Bursaspor mucizesinin artarak devam etmesini umuyorum...























20 Mayıs 2010 Perşembe

Dünya Kupası Finalistleri #21 - İsviçre


2006 Dünya Kupası play-off maçlarının ardından bazıları tarafından milli düşman ilan edilen İsviçreliler, 4 yıl sonra bir kez daha Dünya Kupası'na katılırken biz yine arkadan bakmakla yetiniyoruz. Artık Gökhan ve Eren'in varlıklarıyla biraz sempati duymaya başladığımız İsviçre'nin, veya eski Roma'da adlandırıldığı şekilde Helvetia'nın (ki Panini çıkartma albümlerinde hep bu isimle anılırlar) bu turnuvadaki şansı ne kadar?

Beklentiler:

Yunanistan'ın Avrupa Şampiyonluğu sonrası birinci torbadan eleme kuralarına katılması, İsviçre'ye piyangonun vurması anlamına geliyordu. Buna karşın, kendi evlerinde düzenledikleri Euro 2008'de milli takımımızın bulunduğu grupta elenmelerinin ardından, bu elemelerde de Lüksemburg'a yenilerek şok bir başlangıca imza attılar. İlk maçların ardından deneyimli teknik direktör Ottmar Hitzfeld'in önderliğinde bir araya gelmeyi ve grup liderliğini almayı başardılar. Bu eleme süreci içinde takımdaki önemli değişikliklerden biri Twente'nin golcüsü N'kufo'nun ilk onbire yerleşmesi ve golleriyle takımı sırtlaması oldu. 1954'den bu yana çeyrek final göremememiş olan İsviçreliler'in üzerinde yine de fazla baskı yok. Bunun en önemli nedeni de İsviçre'nin futbola olan ilgisinin oldukça düşük olması. Muhtmelen İsviçre curling takımının oyuncuları curling Dünya Kupası öncesi daha fazla stres yaşıyorlardır. Yine de göçmen sorunlarıyla ırkçılığın giderek tırmandığı Avrupa'da futbol takımlarına entegrasyonun sembolü olarak bakan ülkelerden biri de İsviçre ve N'kufo'lu, Gökhan ve Eren'li bu takımda işlerin iyi gitmesi İsviçre yetkililerine iyi bir reklam fırsatı verecektir. Dünya Kupası'nda H grubunda yer alacak olan İsviçreliler; İspanya, Şili ve Honduras ile karşı karşıya gelecekler. İspanya'nın mutlak favori ve Honduras'ın mutlak gidici olduğu düşünüldüğünde Şili ile oynayacakları maçın ikinci tur bileti anlamına geldiğini görüyoruz.

İyimser Senaryo:

Çapraz eşleşmedeki ölüm grubu ve kendi gruplarında İspanya'nın varlığı, onların en iyimser senaryolarının ikinci tura çıkmak olduğunu gösteriyor. Bunun ötesine geçerlerse küçük çaplı bir mucizeye imza atmış olurlar.

Kötümser Senaryo:

Güney Afrika sıcağının yanına eklenen Latin rüzgarı, Alplerde yaşamaya alışmış İsviçrelilere fazla sıcak gelebilir. Bu da grup maçlarının sonunda bavullarını toplayıp ülkelerine dönemeleri anlamına geliyor.

Muhtemel Kadro:

Diziliş: 4-4-2

Kaleci: Benaglio

Defans: Lichtsteiner - Grichting - Djourou - Magnin

Orta Saha: Behrami - Huggel - İnler - Barnetta

Forvet: Frei - N'Kufo

2 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu bulunan Ottmar Hitzfeld'in elinde alternatifli; ancak çok da yetenekli olmayan bir kadro mevcut. Sahaya çıkan onbirin Avrupa liglerinde tecrübe kazanmış oyunculardan oluştuğunu görüyoruz. Bunun yanında Eren Derdiyok ve Gelson Fernandes gibi genç oyuncular da görev aldıkları zaman faydalı olabilirler. Hitzfeld'in başını ağrıtabilecek tek problem ise milli tkaımın en golcü ismi olan; ancak bu yıl sakatlıklarla boğuşan Frei'ın 2002'de Hakan Şükür'ün yarattığı bunalımın bir benzerini takım içinde yaratması.

Yıldız Oyuncu: Tranquillo Barnetta (Bayer Leverkusen)


Yetenek sıkıntısı çeken İsviçre'nin izlemesi en çok keyif veren oyuncusu Tranquillo Barnetta. Elemelerdeki bütün maçlarda görev alan Barnetta, Ottmar Hitzfeld'in de değişmezleri arasında yer alıyor. Genellikle kanatlarda görev alsa da, zorunlu hallerde oyun kurucu olarak da görev yapabiliyor. 2002'de Avrupa Şampiyonu olan U-17 takımının da bir üyesiydi ve 2006 Dünya Kupası'nda gösterdiği performans, Bayer Leverkusen'deki yerini de sağlamlaştırdı. Özellikle başa baş geçen maçlarda kilidi kırmak için İsviçre'nin Barnetta'nın sihirli ayaklarına ihtiyacı olacak.

Patlama Yapması Muhtemel İsim: Gökhan İnler (Udinese)


İsviçre doğumlu Türklerden Gökhan'ın milli takımıyla 2010 Dünya Kupası'nda göstereceği performans kariyeri açısından da belirleyici olacak. Udinese'deki kontratı mayıs ayı itibariyle bitmiş durumda ve zamanında Arsenal'in dahi talip olduğu Gökhan İnler'in turnuvada göstereceği performansa göre soluğu Turkcell Süper Lig'de alması da olasılık dahilinde. 2004-05 sezonu başında Fenerbahçe'de denenen; ancak Cristoph Daum beğenmediği içiçn serbest bırakılan Gökhan'ın kariyeri Zürih'e geçtikten sonra parlamaya başaldı. Burada iki yıl üst üste şampiyonuk yaşayan Gökhan, İsviçre milli takımının davetini kabul etti ve kısa sürede adını hem milli takımın hem de Udinese'nin değişilmez isimleri arasına soktu. Kuvvetli yapısı ve oyun görüşüyle klişe haline gelen çift yönlü orta saha oyuncusunun iyi bir örneğini oluşturuyor. Umarım bu Dünya Kupası'nda göstereceği performans ile Avrupa'nın büyük kulüplerine geçmeyi başarır.

Bir Portre: Blaise N'Kufo (Twente)


Zaire doğumlu N'Kufo'nun kıtalar arasında dolaşan ilginç kariyeri şu günlerde zirve yapmış durumda. 7 yıldır formasını giydiği Twente'nin mucizevi şampiyonluğunun mimarlarından biri olan N'Kufo, 4 yıllık aranın ardından yeniden giymeye başladığı İsviçre formasıyla 34 yaşında ilk Dünya Kupası'nda boy gösterecek. Kariyerine isviçre'de başlayan golcü, 14 yıl önce Katar'da forma giymekteydi, turnuva sonrasında ise MLS'de Seattle Sounders FC forması giymek üzere ABD'nin yolunu tutacak. Bu maceralı kariyerin en özel sayfalarından birine bu yaz imza atacağı için Ottmar Hitzfeld'e ne kadar teşekkür etse azdır. Tabii Hitzfeld'de elemlerde attığı 5 golle Dünya kupası yolunu açan N'Kufo'ya bu teşekkürleri fazlasıyla iade edecektir.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Dünya Kupası Finalistleri #20 - Güney Kore


Kırmızı formalarıyla "Teehan Nimguk" diye bağıran sempatik Koreliler, üçüncülük maçında milli takmımızla birlikte çizdikleri fair-play tablosuyla da gönlümüzü kazanmışlardı. Benim de yurt dışında kaldığım ilk ülke olan Kore'ye karşı ayrıca bir sempatim mevcuttur, turnuvadaki maçlarında beyaz Kore formamı giyip onlara destek vereceğim. Bu kadar öznel bilgiden sonra futbola dönelim ve Güney kore'nin turnuvadaki şansını değerlendirelim.

Beklentiler:

Turnuvaya gelirken oynadıkları iki eleme grubunda da düşman kardeş Kuzey Kore ile oynamaları kaderin bir cilvesi olsa gerek. İki Kore'nin ilişkilerini normalleştirmek amacıyla 2000'de başalatılan Sunshine projesi istenildiği gibi şlemedi belki; ama en azından bu maçların oynanmasını mümkün kıldı. 2010 Dünya Kupası ile birlikte Dünya Kupaları'nda 8. kez boy gösterecek olan Güney Kore'de taraftarların beklentileri yüksek.Pek çok otoriteye göre Asya'nın en güçlü takımı konumundalar ve 2002'deki yarı finali gören oyuncuların var olduğu tecrübeli bir takıma sahipler. Dahası, Asya'nın en büyük yıldızı Park Ji-sung'u da kadrolarında barındırıyorlar. Yine de kendi evlerinde düzenledikleri turnuvanın haricinde henüz ikinci tura çıkma başarısı gösteremediklerini de unutmamak gerekiyor. 2002'de ebedi düşmanları Japonya (Güney Kore'de Japonya yönetiminde yaşananlarla ilgili bir soykırım müzesi bulunmakta) ile birlikte düzenledikleri turnuva ülkede futbola olan ilgiyi ciddi şekilde artırdı; ancak bu ilgi sonraki turnuvalarda başarı getirmedi. Bu kez genç yaş turnuvalarından gelen bir iki oyuncuya daha sahipler ve genç yetenekleri ucuza kapatmak isteyen scout'ların gözleri de bu takımın üzerinde olacaktır. Kuralarına baktığımızda Nijerya ve Yunanistan'ın zorlu; ancak geçilmesi mümkün takımlar olduğunu söyleyebiliriz. Grupta Yunanistan ile oynayacakları açılış maçı gruptaki en kritik maçları olacaktır.

İyimser Senaryo:

Arjantin'in arkasında grup ikinciliğini alarak, kendi evleri dışında ilk kez tur atlamanın sevincini yaşayabilirler.

Kötümser Senaryo:

Arjantin'e karşı kalite, Yunanistan'a karşı uluslararası tecrübe ve Nijerya'ya karşı fizik kalite farkından dolayı geride kalırlarsa grubun sonunculuğuna demir atarlar.

Muhtemel Kadro:

Diziliş: 4-4-2

Kaleci: Lee Woon-jae

Defans: Cha Du-ri, Lee Jung-soo, Cho Yong-hyung, Lee Young-pyo

Orta Saha: Lee Chung-yong, Kim Jong-woo, Ki Sung-yueng, Park Ji-sung

Forvet: Lee Dung-gook, Lee Keun-ho

Güney Kore'nin mevcut kadrosunda oldukça yaşlı oyunculara sahip olmaları sıkıntı yaşamalarına sebep olabilir. 2002'den tanıdığımız epk çok oyuncu ilk 11'in nüvesini oluşturuyor, o dönemin golcüsü Ahn Jung-hwan da yeniden kadroya çağrıldı. Güney Kore'nin başarıyı hedefleyen daha aç oyunculara ihtiyacı olabilir.

Yıldız Oyuncu: Park Ji-sung (Manchester United)


2002 Dünya Kupası'nda hocalığını yapan Guus Hiddink'in onu PSV'ye çağırması, Asya'nın en büyük yıldızının kariyerinin dönüm noktası oldu. 2004-05 sezonunda yarı final oynayan PSV takımında parlayan Park Ji-sung, Sir Alex Ferguson'un dikkatini çekmeyi başardı ve 2005 yılında Manchester'a transfer oldu. Öncelerde bu transferin forma satma amaçlı olduğunu düşünenler çoğunluktaydı; ancak Park Ji-sung performansıyla herkesin saygısını kazanmayı başardı. Alex Ferguson onu "zeki, disiplinli ve pek çok farklı pozisyonda oynayabilen bir oyuncu" olarak tanımlıyorsa bize de Sir'e katılmak düşer. Kariyerinde yalnızca iki Ş.Ligi golü olan Park Ji-sung'un bu iki golünü de yarı final maçlarında attığını ekleyelim. Büyük maç oynama alışkanlığı ve tecrübesi Güney Kore'nin hedeflerini yakalaması için oldukça önemli bir avantaj.

Patlama Yapması Muhtemel İsim: Park Chu-young (Monaco)


2004 yılında Asya Futbol Federasyonu (AFC) tarafından Asya'da Yılın Genç Futbolcusu seçilen Park Chu-young, önce alt yaş kategorilerinde, sonra da 2010 Dünya Kupası elemelerinde gösterdiği üstün formla dikkat çekmeyi başardı. 2008'de geldiği Monaco kulübünde de attığı gollerle kendini kabul ettiren Park Chu-young, Monaco'da 10 numaralı formanın da sahibi. 2008 Pekin Olimpiyatlarında da forma giyen Park Chu-young, inanılmaz hızı ve etkili frikikleriyle 2010 Dünya Kupası'nda rakiplerin başını ağrıtabilir.

Bir Portre: Lee Woon-jae (Suwon Bluewings)


Rigobert Song ile birlikte hem 1994 hem de 2010 Dünya Kupası'nda yer alacak olan iki isimden birisi de Lee Woon-jae. 2002 Dünya Kupası'nda yaptığı kurtarışlarla takımın sembol isimlerinden biri haline dönüşen Lee Woon-jae, milli takımla 130'dan fazla karşılaşmada görev yaptı. Kulüp kariyerinin tamamını Güney Kore'de geçiren kalecinin 4 Kore Ligi ve bir Asya Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu bulunuyor.

Bu kadar da üzülünmez ama...

Bursaspor'un şampiyonluğunu ilan ettiği 16.05.2010 Pazar akşamı Televizyon kanallarında öyle sahneler gördüm ki bu kadar da olmaz dedirten türden. Bir Anadolu takımının 4 büyüklerin 52 yıllık saltanatını yıkıp bir mucizeye imza atışını basın olarak tebrik ve takdir etmeleri gerekirken özellikle bir program sanki Fenerbahçe Şampiyonlar liginde yine sıfır çekmiş ya da 2. bir Pendik faciası yaşanmış gibi asık yüzlerle devam ettirdiler bütün programı. Üstelik bir tek bu hafta da değil, bundan önceki haftalarda da her maçtan sonra(iki Anadolu takımının maçı da olsa) her konu sonucunda mutlaka Fenerbahçe'ye bağlanıyor ve bu "objektif" spor programı bir anda Fenerbahçe'yi nasıl kurtarırız programına dönüşüyordu. Ama bu hafta o kadar üzüldüler ki zoraki bir tebrik cümlesiyle programı kapattılar süreyi bile dolduramadan. Fenerbahçe şampiyonluğunda programı sabaha kadar sürdürecek olan hatta kutlamalara bile katılacak olan "TARAFSIZ" program sunucu ve yorumcuları, Bursaspor'un şampiyonluğuna öyle üzgündüler ki bu yüzlerinden bile anlaşılıyordu. Bir programın adını "%100 Fenerbahçe" olarak değiştirmedikleri kaldı, yakında o da olur. Kim ne isterse yapsın sonunda tarih Bursaspor'u yazdı. Tebrikler Şampiyon Bursaspor...

Ümit Aktan ve Fenerbahçe Yorumu


Masal bu ya... Köyün ağası karar vermiş köyün güzelini almaya. Ağa bu; kaçıracak değil ya, vermiş 20 davar ve 50 keçi, iki de ipek halıcık göndermiş ve kızın rızası sorulmadan başlamış düğün hazırlıklarına.
Komşu köylerden çengiler gelmiş, davul zurna hakeza...
Ağanın köşkünün bahçesi süslenmiş.
Gelin yukarıda hazırlanırken, aşağıda damat tıraşını bile yaptırmış ağa...
Kimse sormamış ya gelin kıza, köyün güzeline; “gönlün kimdedir” diye ve kızımızın gönlü ise tuttuğunu koparan ve kendisini “kullanmak” için arzulayan ağaya meyilli değilmiş meğer...
Mermiler bile sürülmüş namlulara havaya ateş edilecek ya gelin avludan inerken...
Tam o saat gelmiş...
Çığırtkan ağaya da yaranacak ve ertesi gün alacağı bahşişin yüzü suyu hürmetine bağırıvermiş...
“Gelin kızımız geliyor. Çalsın davullar, oynasın dört kol çengiii...”
Merdivenden gelen yok...
Bir daha anons...
Hâlâ gelen yok...
Koşmuşlar kızın odasına, üst kata ve ne görsünler...
Cam açık, perde rüzgarla uçuşuyor ve kız yok...
Kız kaçmış...
Hemen o an ağanın adamları kırıp dökmeye başlamış ortalığı...
Havaya ateş edecek silahlar birbirlerine doğrultulur olmuş.
Kıyamet kopar gibi olmuş...
Kız gönlünün sesini dinlemiş. Paraya para demeyen ağaya değil, kendisini kullanmak için isteyen ağaya değil, fakir ama mert delikanlı sevgilisine kaçmış...
Zengin ve şımarık yerine fakir ama gururlu genci tercih etmiş...
Kız sevdiğine kaçmış...


Bu masalla ilgili olarak aldığım en güzel mesaj şudur:
“Türkiye’de Fenerbahçe’nin neden antipatik bulunduğunun cevabı, iki dakikalığına kendini şampiyon sandığı anda hoplayıp zıplayarak bunu kutlamak yerine hemen rakibini incitmek ve onunla alay etmek amacıyla timsah yapmaya kalkmakta gizlidir.”
Sevmiyorsun...
Saygı hiç duymuyorsun...
Sevgi beklemiyorsun belki ama saygı istiyorsun.
Saygıyı elde edemediğin zaman da kalkıp korkutarak bunu elde etmeye çalışıyorsun.
Bu nedenle üç yıldır en anlı şanlı yabancılarınla ve en pahalı hocalarınla üç adet Türk’e kaybediyorsun şampiyonlukları.
Zico ile Cevat Güler’e...
Aragones ile Mustafa Denizli’ye...
Daum ile Ertuğrul Sağlam’a...
Şenol Güneş senin elinden ligi alıyor, kupayı da alıyor, sonra Süper Kupa’nın bile dışına itiyor...
Sen ise hâlâ “sınırsız yabancı” istiyorsun...
Aziz Ağabey...
Kız kaçmaktan bıktı...
Alan her yıl götürüyor bu kızı...


Ağam...
Oyuncun çukur kazdığında, kalecin poposuyla top tuttuğunda veya ayağını kalçadan tutup tribünlere salladığında ortaya çıkıp ağalığını gösterseydin, iki gün önce “aaa” diye kalakalmazdı seninkiler ortada.
Yüzleşseydin kazandığında, kırıp dökerek kazandığında, oyuncunun değil, senin müdahalelerinle kazanıldığında kontrol edebilseydin gücü, o zaman en güçlü olurdun. O zaman hepimizin ağası olurdun...

840 dakika sonra Şenol’un elinde bulunan rekorunu kırmasına izin vermeyen Şenol’a ezdirmemiş olurdun Volkanını. O rekoru durduran da kapının önüne koyduğun Burak oldu ise bunda bir “ilahi adalet” dengesi, akıl sır ermez bir kantar olduğunu kabullenirdin. Ağalığa da bu yakışırdı...

Marabalar bile saygı ve sevgiyi çoğunlukla paraya tercih eder ağam...
Oyuncun Güiza yerde yatarken ve rakip takım onu işaret ederken, Daum bile Emre’ye topu dışarı atmasını söylerken onun çabukluğu ile Cristian’ın bombası ve ardından “ağlamak” işaretinin üstüne gelmedi mi Alanzinho’nun oyunu çabuk başlatması... Kendi silahınla vurulmadı mı ağam?..


Her türlü galibiyette hep Ağa’nın takımının neden yenildiğini sorgulamaktan rakibin neden yendiğini sorgulamayı ıskalayan organik yorumcularınla kuşatılırsan gerçekten uzaklaşırsın ağam...
Onların bilgisi yok ama fikri çok... Ben seni çok seviyorum ağam...
İnan onlardan daha çok seviyorum ve o gece için seninkilerden çok üzüldüm sen üzüldüğün için... “Bu sezonu kaybettik, artık önümüzdeki sezonlara bakacağız” klişesi ayıbı örtmez ki... Çünkü kız kaçtı düğün evinden...
“Bu kızı da kaçırdık artık başka kızlara bakacağız” demek de ağalığa yakışmaz...

Bir kent Türkiye’nin yarısına gülüyor. Haklı da...
Timsah yürüyüşü ile sazan yürüyüşünü tartışıyor millet...
Bir de düşün ki, o top bir karış aşağıdan veya 20 santim daha soldan gitseydi bugün kimlerin kalbini nasıl kırıyordu seninkiler...
Kalp kırma şansları ellerinden alındığı için o gece kafa kırdılar...
Bırak artık köyün kızlarını ağam...
Dışarıdaki yabancı sevgililere bak, bu takımınla seni Avrupalı kızların arasında dolaştıracak, gönlünü rahat rahat eğlendirecek kızları kovala artık...
Ya da git balık tut...

Türkiye Gazetesi'ndeki köşe yazısından alıntıdır.

18 Mayıs 2010 Salı

Bright Star - Olgunlaştıran Romantizm


"Pillow'd upon my fair love's ripening breast,
To feel for ever its soft fall and swell,
Awake for ever in a sweet unrest,
Still, still to hear her tender-taken breath,
And so live ever — or else swoon to death."

John Keats - Bright Star

Yukarıdaki fotoğraf, filme adını veren Bright Star şiirini, John Keats'in ilk defa sevgilisi Fanny Brawne'a okuduğu sahneden alınma. John Keats, aynı şiirin betimlediği gibi, sevgilisinin göğsünde sanki sonsuza dek yaşayacakmış veya ölüme yol alacakmış gibi duruyor. Jane Campion, son filmi Bright Star'da, 19. yüzyıl başında hüküm süren romantik dönemin ünlü şairlerinden John Keats'in biyografisini anlatmak yerine, Keats'in hayatını şiirlerinde yarattığı romantik dünyanın bir yansıması olarak göstermeyi seçmiş. Yukarıdaki sahne de bu büyülü gerçeklik halinin güzel bir yansımasını oluşturuyor.

Sinema dünyasının görünmez engellerini aşarak büyük sinemacıların arasına katılabilen bir kaç kadın yönetmenden biri olan* Jane Campion, klasik trajedi türüne yakın bir film ortaya çıkarmış. Daha çok feminist kimliği ve aykırı filmleriyle tanınan Jane Campion'dan dönem filmleri görmeye alışkınız; ancak politik tartışmaların oldukça uzağında duran bu aşk filmi eleştirmenler tarafından Campion'un olgunluk dönemine girdiğinin bir kanıtı olarak gösteriliyor. Filmi, tarihten belirli bir kesiti aktaran kostümlü prova tadındaki klasik filmlerin ötesine taşıyan ise zamanın ruhunu yansıtmakta oldukça başarılı olması. Ayrıca filmdeki Campion damgası, Fanny karakteri sayesinde rahatlıkla fark ediliyor.


Filmin tarihe geçen karakteri ünlü şair Keats olsa da, Campion filmin merkezine Keats'den ziyade sevgilisi Fanny Brawne'ı alıyor. Adeta Fanny'nin John Keats ile geçen dönemini izlemekteyiz. Kadının iktidarının varlığı Fanny'nin özellikleriyle seyirciye yansıtılıyor. Klasik Hollywood filmlerinin aksine, filmin odağında güçlü bir kadın ile pasif bir erkeğin ilişkisi var. Öyle ki, bir baloda Fanny John'a, kendi yaptığı kıyafet dizaynlarının onun şiirlerinden daha çok para edeceğini iddia ediyor. Fanny'nin, dizaynında sıcak renkleri tercih ettiği kıyafetleri İngilizlerin soğuk tonları arasında kolaylıkla fark edilebiliyor ve bu durum Fanny'yi filmin odağına almamıza yardımcı oluyor.

Keats'in kırılgan kişiliğine karşın, erkek dünyasının iki farklı yansımasını vurgulamak adına Charles Brown filmde ön plana çıkartılmış. Fanny'ye aşık olan; ancak ona karşı zorlayıcı ve aşağılayıcı tavırlar içine giren Brown'ın filmdeki önemi de merkezdeki karakter Fanny olduğu için artıyor. Fanny'yi "yalnızca dikiş dikmeyi ve flört etmeyi bilen kadın" olarak betimleyen Brown sayesinde Fanny'nin bir kadın olarak önyargılara nasıl direndiğini görüyoruz. Bu da onun karakterini daha güçlü kılıyor. Aynı dönemde Keats "Kolay ölüme yarı aşık olduğunu" söyeleyen pesimitst bir tavır içinde. Onun bu kırılganlığında kardeşi Tom'u genç yaşta kaybetmesinin etkisi de büyük olsa gerek.


Bilimselliğe ve rasyonelliğe bir tepki olarak ortaya çıkan, ulus devletleri ortaya çıkaran, devrimleri tetikleyen romantizm akımının zirvesine ulaştığı dönem 18. y.y sonu ve 19 y.y. başıdır. Bu dönemde yaşayan şairlerden biri olan John Keats, bugün romantizm akımının İngiltere'deki önemli temsilcilerinden birisi olarak görülüyor. Jane Campion da 18. yüzyıldaki romantizm akımının ruhuna dokunmayı başarıyor ve zeitgeist'ı seyircisine hissettiriyor. 5 dakika önce tanışmışken bir anda biribirlerine aşık olan karakterlerin, daha doğrusu senaryoya aşk hikayesi katmak adına eklenen kadın karakterin etrafında şekillenen filmlerin çok ötesinde bir aşk tarifi yapıyor Bright Star. Kısa ömürleri ve canlılıklarıyla Keats'in, psyche'ın(ruh) simgesi olarak gördüğü kelebekleri Fanny'nin odasında uçuşurken gördüğümüz sahne de bunun canlı kanıtı.

Bahardaki renk cümbüşünden kışın keskin soğukluğuna, zıt duygular aynı keskinlikte fark ediliyor; çünkü filmin en büyük başrılarından birisi doğal aydınlatma ile duyguların yansıtılması. Bu doğal aydınlatmanın önemi aşılış ve kapanış sahnelerinde bir kat daha artıyor, zira Bright Star beyaz ile başlayıp beyaz ile biten bir film. Açılışta beyaz bir ipliği iğneden geçiren Fanny'i doğal güzelliğiyle görüyoruz; finalde ise sevgilisinin ölümünün ardından matem giysilerine bürünüp saçlarını keserek doğal güzelliğini öldürmeye çalışıyor ve karların içinde Bright Star şiirini tekrarlıyor. Beyazın doğallığı, bu aşktaki masumiyetin ön plana çıkmasında ve seyircinin yüreğinin burkulmasında oldukça etkili oluyor. Ve Parlak Yıldız, romantik dönemin kahramanlarına bir ağıt olarak ekrandan usulca kayıyor.

*Lizzie Francke, Guardian

Şampiyon BURSASPOR...




Türk futbolu adına bir tarih yazıldı Pazar akşamı Bursa Atatürk stadında. Bursaspor mucizeyi gerçekleştirerek Fenerbahçe'nin 1 puan gerisinde girdiği son hafta Beşiktaş'ı mağlup ederek Trabzonspor'un da Fenerbahçe'den İstanbul'da 1 puan almasıyla Türk futbol tarihinde bir ilki gerçekleştirdi ve 4 büyüklerden sonra ilk defa bir başka takım, Bursaspor şampiyon oldu. Başkan İbrahim Yazıcı'dan Ertuğrul Sağlam'dan malzemeciye, en çok forma şansı bulan Ivankov'dan Ozan'dan en az oynayan Ceyhun'a Serdar Aziz'e kadar herkes sonuna kadar haketti bu şampiyonluğu. En ufak leke olmadan en ufak şaibe olmadan tamamen ve sadece alın teriyle emekle kazanılmış bir şampiyonluk bu.





Bu başkan, bu hoca ve bu oyuncular; bu takımı UEFA'nın resmi internet sitesinin açılış sayfasına taşıyarak göğsümüzü bir daha kabarttılar. 31. haftadaki Galatasaray maçından sonra Bursaspor'un da şaibelere, kirli işlere kurban gideceğini düşünmeye başlamıştık ki son haftaya son maça kadar inancını kaybetmeyen Fenerbahçe'nin kazandığı büyük "antipati!" sonucu Fenerbahçe taraftarı hariç bütün Türkiye'nin desteğini arkasına alan bu ekip sonunda tertemiz bir şampiyonluğa ulaştı. Bütün Bursaspor camiasını tek tek tebrik ediyorum ve umuyorum, inanıyuorum ki ki önümüzdeki sene hem Şampiyonlar Ligi'nde hem de ligde yine büyük başarılara imza atarak bizleri yine gururlandırarak göğsümüzü kabartacaklar.









Bu büyük camiaya bu büyük takım ve bu büyük hocaya öyle yakıştı ki bu kupa inşallah bundan sonra daha nicelerini kutlarız ve yine umuyorum ki diğer Anadolu kulüplerimiz de biraz örnek alarak daha fazla yatırım yapıp şampiyonluklara oynayacaklardır.





İnşallah önümüzdeki sezon da bu yürüyüş hem ligde hem de Şampiyonlar liginde devam edecek. Tebrikler Bursaspor ve teşekkürler bize ve Bursa halkına ve tüm Bursalılara bu inanılmaz duyguyu bu büyük mutluluğu yaşattığın için. Nice şampiyonluklara...


17 Mayıs 2010 Pazartesi

Dünya Kupası Finalistleri #19 - Japonya


Kendi evlerinde düzenlenen 2002 Dünya Kupası'na yaptıkları ciddi hazırlıkla Asya futbolunun dev ekiplerinden biri haline gelen Japonya, Asya futbolunun ciddi gelişim gösterememesinden muzdarip. Teknik direktörlerinin Dünya Kupası'nda yarı final hedefi koyduğu Japonya'nın durumuna bakalım.

Beklentiler:

Asya elemelerinden gelmesine kesin gözüyle bakılan Japonya, grubunda Avustralya'nın arkasında kalmasına karşın Güney Afrika'ya gelirken sıkıntı yaşamadı. Bu, aynı zamanda onları Dünya Kupası'na üst üste dördüncü kez katılmaları anlamına geliyor. Kendi evlerinde düzenledikleri 2002 turnuvası öncesinde Nakata, Ono ve Mr. T-Shirt Inamoto'nun Avrupa'ya transferleri sayesinde Japonya'ya olan ilgi artmıştı; ancak bu oyuncu ihracını sürekli hale getiremediler. 2010 Dünya Kupası'na oldukça yenilenmiş bir kadroyla çıkıyorlar ve bu takımın nasıl bir performans göstereceği merak konusu. Takımı 1998'de ilk Dünya Kupası finallerine getiren Takeshi Okeda yeniden takımın başına geçti ve turnuva önccesinde hedefinin yarı final olduğunu açıkladı. Danimarka, Kamerun ve Hollanda ile birleikte yer aldığı E grubunda gruptan çıkmak bir kenara, puan alması dahi garanti olmayan bu takıma yarı final hedefi koymak biraz afaki bir hedef gibi görünüyor; ancak Japon disiplini ve azmini hesaba katıp iddialı konuşmamak gerekir. Yine de uluslararası tecrübesi epeyce az olan Japon kadrosunun güveneceği bir süper yıldızın da olmaması işleri onlar için zorlaştıracaktır.

İyimser Senaryo:

Takeshi Okeda'nın iyimser senaryosu yarı final; ancak ikinci turu görebilirse öpüp başına koyması tavsiyemdir.

Kötümser Senaryo:

Ta Japonyalardan kalkıp Güney Afrika'ya gelmek, iklim ve kültür farklılıklarını da hesaba kattığımızda fezaya gitmek kadar zorlayıcı olabilir. Üstüne ilk maçı yoğun destek alacak olan Kamerun'a karşı oynamaları işlerini iyice zorlaştırıyor. Japonya için grup sonunculuğu uzak bir ihtimal değil.

Muhtemel Kadro:

Diziliş:4-4-2

Kaleci:Narazaki

Defans: Tulio Tanaka - Nagatomo - Uchida - Nakazawa

Orta Saha: Endo - Hasebe - S Nakamura - Honda

Forvet: Tamada - Okazaki

Takımda en çok güvenilen mevkii orta saha; ancak oyuncuların kanat özellikli olmamaları Japonya'nın oyunu açarken sıkıntı yaşamalarına sebep olabilir. Golcüleri Okazaki son bir yıl içinde milli takım adına 15 gol kaydetti, bu nedenle turnuvada onun formu Japonya için belirleyici olacaktır.

Yıldız Oyuncu: Shunsuke Nakamura (Espanyol)



Bir Celtic efsnaseinin Japon olması 2000'li yıllardan önce hayal edilmesi zor bir kavramdı; ancak 2005 ylında Reggina'dan Keltlere geçen Nakamura, yaratıcı oyunu ve muhteşem frikikleriyle bu hayali gerçek yapan isim oldu. Modern futbolda nesli tükendiği iddia edilen 10 numaraların son örneklerinden birisi olan Nakamura ne yazık ki bu sezonu oldukça sıkıntılı geçirdi. Sezon başında Espanyol'a transfer olsa da İspanya'da aradığını pek bulamadı ve yaşadığı sıkıntılar sonrası Dünya Kupası'ndaki yerini kaybetmemek adına ülkesi Japonya'ya, futbola başladığı kulüp olan Yokohama Marinos'a döndü. 2006 Dünya Kupası'nda beklentileri karşılayamayan Nakamura, bakalım bu turnuvada adından söz ettirebilecek mi?

Patlama Yapması Muhtemel İsim: Keisuke Honda (CSKA Moskova)



Yukarıdaki yıldız Nakamura'nın bu yıl sönük bir performans göstermesi Okeda'yı daha az üzüyorsa bunun sebebi hiç kuşkusuz 23 yaşındaki genç yıldız Keisuke Honda. Ocak ayında CSKA Moskova'nın 8 milyon euro'yu gözden çıkararak renklerine bağladığı Honda, takımının Şampiyonlar Ligi'nde Sevilla'yı elemesinde de önemli katkıda bulundu. Orta sahanın ortasında yaratıcı oyunuyla fark yaratan bir oyuncu. Önüne gelen fırsatı iyi kullanabilirse daha önce hiç bir Japon'un ulaşamadığı süper yıldız seviyesine gelebilir. Önündeki tek engel ise takım arkadaşlarının yakınmalarına sebep olan egoistliği.

Bir Portre: Junichi Inamoto (Kawasaki Frontale)


Blogumuza ismini veren kurucu triosundan biri Dünya Kupası'nda forma giyme şansı yakalamışken bir portre kısmına almamak saygısızlık olurdu. Arsenal'e kiralık olarak geldiğinde medyada kendine sıkça yer buldu; ancak A takımda medyada bulduğu yerin zerresini bulamadı. Yalnızca Lig Kupası'nda oynadıktan sonra Mr. T-Shirt lakabını kazanarak Arsenal'den ayrıldı. Halen İngiltere'de Asyalı oyunculara sadece forma sattıran oyuncular şüpheyle bakılmasının arkasında Inamoto'nun yarattığı etkinin varlığından söz edebilriz. (Örneğin Ji Sung-Park yıllardır Man. Utd. forması giymesine rağmen hak ettiği saygıyı göremiyor). Dünya Kupası sonrası yolu Mecidiyeköy'e dahi düştü ve performansıyla Galatasaraylılara yabancı kontenjanını doldurmanın bir zorunluluk olmadığını öğretti. Kendisine isim babalarımızdan olduğu için beslediğimiz sempati, Dünya Kupası'nda forma giyerse doruğa çıkacaktır.

16 Mayıs 2010 Pazar

ŞAAAAAAAAAMPİİİYOOONNNNN.......

Bu akşam BURSASPOR Türk futbolunda tarih yazdı. Bir Bursa'lı olarak şu anda yazılacak o kadar çok şey var ki bu mutluluk anlatılamaz.



Bu takım ve bu hoca için çok fazla şey yazmak istiyorum ama şu anda şampiyonluğun coşkusunu yaşayacağım için şampiyonluk yazımı en yakın zamanda uzun uzun yazacağım. Bursaspor takımı ve Ertuğrul Sağlam'a gerçekten çok ama çok teşekkür ediyorum....




Bu tabloyu, lig bitmeden şampiyonluklarını ilan etmiş olan ama bu akşam yaşadıkları şok ile kendi tribünlerinde yangın çıkartıp, maçtan sonra şampiyon olduklarını sanıp sahaya atlayıp sevinenler için koyuyorum. Son durum bu,

2009-2010 sezonu Turkcell Süperlig ŞAMPİYONU BURSASPOR!!!