20 Ağustos 2011 Cumartesi

Futboldan Fazlası İçin Oynamak


Almanya'da düzenlenen FIFA Kadınlar Dünya Kupası'nı stadyumlarda takip edememek, bu yaza dair pişmanlıklarımdan birisiydi. Organizasyon üstadı Almanların bu işin hakkını nasıl verdiklerini gözlemlemek, farklı uluslardan gelen insanlarla ortak bir heyecanı paylaşmak ve futbolun özüne dair tespitlerde bulunmak adına oldukça faydalı olabilirdi; ancak vakit azlığı yüzünden bu turnuva ile televizyonun ötesinde bir ilişki kuramadım. Yine de, yazın futbola dair en güzel hikayesini oluşturan kadın futbolculara en azından blogda yer vermek istedim.

Louise Taylor, Japon futbolcuların, Fukuşima nükleer santralindeki patlama nedeniyle yasta olan ülkelerine verdikleri güzel hediyenin hikayesini The Observer için yazmış.Paylaşmaya değer bu başarı öyküsünü Türkçe çevirisiyle, bir aylık bir gecikmeyle de olsa aşağıda bulabilirsiniz.

Aya Sameshima Fukuşima nükleer santralinde yarı zamanlı bir işe sahipti. İşe en son gidişi Mart'ın başına, yani Japonya'nın bir deprem, bir tsunami ve çalıştığı iş yerindeki felaketten hemen önceye denk geliyordu.

Sol bek Sameshima, geçtiğimiz pazar (17 Temmuz) akşamı, ABD kadın milli takımını 26. denemenin sonunda yenmeyi başaran Japonya milli takımının bir parçasıydı. Tabii bu maç herhangi bir maç değildi, Frankfurt'da oynanan Dünya Kupası finaliydi.

Japonya, penaltı atışları sonucunda kupayı kazanarak, bunu başaran ilk Asya takımı oldu. ABD ilk üç penaltı atışından yararlanamadı ve Saki Kumagai'nin ABD kalecisi Hope Solo'nun üstünden ağlara gönderdiği top Japonya'ya dünya şampiyonluğu unvanını getirdi.


ABD kupayı üç kez kazanan tek takım olmaya sadece üç dakika uzaktayken; Japonya, kaptan Homare Sawa'nın kornerden gelen topu ağlara göndererek maça ikinci kez eşitliği getirdi ve maçı penaltılara taşıdı. Uzatma dakikalarının sonunda gelen beraberlik golü, maçı uzatmaya taşıyan Japonya golünü gölgede bıraktı. 5 golle turnuvanın gol kralı olan Sawa maçın sonunda şunları söyledi: "Koştuk da koştuk. Çok yorulmuştuk; ama koşmaya devam ettik."

Japonya kalecisi Ayumi Kaihori, Shannon Boxx'un kullandığı birinci ve yedekten gelen Tobin Heath'ın kullandığı üçüncü penaltıyı kurtarıken; Carli Lloyd topu direğin üstünden dışarıya gönderdi. ABD teknik direktörü Pia Sundhage kaçan penaltılara bir açıklama getiremedi. ABD taraftarları, zaferin kazanılması halinde finansal açıdan kırılgan olan Kadınlar Profesyonel Futbol Ligi'nin yaşam desteğinden kurtulabileceğine inanıyorlardı.


Sawa kupayı aldıktan sonra hemen takım arkadaşlarıyla bir araya toplandı ve kupa, işbirliğinin sembolü olarak pek çok el tarafından havaya kaldırıldı. Oyuncular maçtan önce "Bütün dünyadaki arkadaşlarımıza - Desteğiniz için teşekkürler" yazılı bir pankartla sahaya çıktılar. Teknik direktör Norio Sasaki, Almanya karşısındaki elde edilen çeyrek final zaferi öncesinde oyuncularını Mart ayında yaşanan felaketin fotoğraflarını göstererek motive etti. Orta saha oyuncusu Aya Miyama, konu hakkında " Bu ruhumuzun derinliklerine işledi" yorumunda bulundu. Sasaki finalden önce: "Takım: 'Zor bir durumda kaldığınızda felaketin mağdurlarını düşünün ve her şeyinizi verin' dedim" açıklamasını yaptı.

Kusursuz organize edilen turnuva, Almanya'daki televizyonlarda daha önce benzeri görülmemiş seyirci sayılarına ulaştı ve kadınlar futbolundaki algıları yeniden şekillendirdi. Almanya'nın çeyrek finalde elenmesinin ardından bir tabloid Alman gazetesinde yazılanlar bir dönüm noktasını işaret ediyordu.

Bild'de yazılanlar şu şekildeydi: "Almanya ilk defa bir kadınlar takımının maç kaybetmesiyle şoka uğradı. Başlangıçta üzücü gibi görünebilir; ama aslında bu iyi bir haber. Kadınlar futbolu sonunda kitleler tarafından kabul görüyor. Almanya aniden kızlarıyla birlikte üzülüyor...Japonya karşısında oynanan maçı 16.9 milyon gibi inanılmayacak sayıda kişi tarafından izlendi."


Daha önce, Berlin Olimpiyat Stadyumu'nda 73,000 kişinin izlediği maç 18 milyon Almanı televizyon başına toplamıştı. Alman Futbol Federasyonu başkanı Theo Zwenziger: "Televizyondaki izlenme oranları inanılmazdı" dedi ve ekledi: "Bunu hiç beklemiyorduk."

İngiliz Futbol Federasyonu da başarılı bir turnuva geçirmeleri halinde, yeni kurulan yarı-profesyonel Kadınlar Süper Ligi'ne olan ilginin artacağını umuyordu. BBC'nin, İngiltere ile Fransa arasından oynanacak olan çeyrek final karşılaşmasını canlı yayınlamasıyla her şey yolunda görünüyordu. Ancak penaltılarda kaybedilen maç, federasyonu yerel pazarlama imkanından yoksun bıraktı.

Japonya, gruptaki son maçında İngiltere'ye kaybetmesine karşın, pasa dayalı güzel oyunuyla "kadınlar futbolunun Barcelona'sı" unvanını kazandı. Nadeşiko, dünya sıralamasında dördüncü sıraya yükseldi. Lakap, direnci ve kadınlığı simgeleyen pembe bir çiçekten ilham alıyor. Herkesin ortak görüşü, ilk final oynama haklarını hak ettikleri yönündeydi.

Maç öncesinde istatistikler onların yanında değildi: ABD ile önceki 25 karşılaşmada yalnızca üç beraberlik almışlardı ve Japonya'daki 25.000 lisanslı genç oyuncu, sadece Kaliforniya'da 200.000'i bulan lisanslı oyuncuya karşılaştırılamayacak düzeydeydi. Yine de, başlangıcı günün erken saatlerine denk gelmesine karşın, final maçı iyi bir izleyici kitlesi yakaladı.


ABD kalecisi Hope Solo'nun da belirttiği gibi, Japonya 'duygusal favori'ydi. "Oyuncuları duygu yüklüler...Japonlar futboldan çok daha büyük ve iyi bir şey için oynuyorlar."


Kaynak: Guardian Weekly / 22-28 Temmuz 2011

Not: Fotoğraflar Eurosport Türkiye internet sitesinden alınmıştır. Aynı sitede, turnuvanın açılış gününü Berlin'de geçiren Dağhan Irak'ın izlenimlerini aktardığı güzel bir yazı var. O yazıya da buradan ulaşabilirsiniz.

16 Ağustos 2011 Salı

Saygı


SAYGI

Saygı, futbolun en önemli ilkelerinden ve UEFA'nın değerlerinin temel taşlarından biridir. Oyuna, çeşitliliğe ve çevreye saygı; oyunun bütünlüğünün ve her seviyede sağlıklı biçimde yürütülmesinin korunması, futbolun değerlerinin korunması ve sürekli kılınması, ve dayanışmanın gösterilmesi amacıyla, UEFA'nın bütün maçlarında ilettiği bir mesajdır.

"Saygı" kampanyası, UEFA'nın her tür şiddet ve ayrımcılığın sona erdirilmesi ve saygının sadece hakeme, rakiplere ve resmi görevlilere değil; rakip taraftarlara, milli marşlara ve bayraklara karşı da gösterilmesini destekler. İnsani yardımı ve taraftar kültürüne, kültürler arası diyaloğa ve sağlıklı bir yaşam tarzına saygıyı teşvik eder.

Saygı için yaptığımız çağrıya katılın ve mesajımızın yayılmasına yardımcı olun. Futbol, saygının ruhunda birleşiyor.
*

Daha önce bir yazımda belirtmiştim, küçükken benim için futbol ve Beşiktaş sevgisinin somutlaşmış hali Metin Tekin'di. Şampiyonlukların, kupaların anlamını bilmediğim günlerde, Metin'in fuleli deparlarıyla öğrenmeye başladım futbolun abece'sini. Belki de ona ve onun gibi oyuncuların yarattığı büyüye olan saygımdan olsa gerek, yıllar boyu şike söylentilerinin döndüğü bu ligde inadına futbol konuşmaya çalıştım. Ama 3 Temmuz'dan bu yana içimden futbola dair hiç bir şey yazmak gelmiyor. Sonunda herkes suçsuz ilan edilse dahi, bir daha bu oyuna aynı sevgiyle bakabilecek miyim bilmiyorum.

Yukarıdaki yazıyla bu girişin ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. İzin verirseniz açıklayayım. Türk futboluyla yakından ilgilenen bir taraftar olarak, Türkiye'de futbolun içine girdiği atmosferin ne kadar korkunç olaylara yol açabileceğini tahmin edebiliyorum. Şike söylentilerinin nefret söylemiyle birleşmesi nedeniyle hal-i hazırda oynanamayan bir maçımız (Bursa - Beşiktaş) vardı, sezon içerisinde bu duruma yenileri eklenebilir. Sezon tamamlanmayabilir, kan dökülebilir, nefret söylemi taraftarları geri dönülmez noktalara getirebilir. Ben yalnızca, "UEFA bu duruma el koysun" diyenlere, UEFA'nın çoktan bu duruma el koyduğunu hatırlatmak istedim. Tek yapmanız gereken yuakrıdaki satırları okumak, üzerine düşünmek ve denilenleri uygulamaya koymak.

Başlangıcı çocukluğumla yapmıştım, öyle devam edeyim. Muhtemelen başka şartlar altında kendi çocukluğumla bugün arasında bir kıyaslama yapsam, "şimdiki çocuklar çok şanslı, biz ne maçları internetten tekrar tekrar izelyebiliyorduk, ne de sırtımızda lisanlı formalarımız vardı" derdim. Bugün ise en azından, üzerimde naylon Beşiktaş formasıyla, televizyonda gördüğüm Metin, Sergen, Şifo Mehmet vs. olduğumu hayal ettiğim günlerin saflığına asla erişemeyecek olan çocuklar için üzülüyorum. Onlar televizyondan gördükleriyle en fazla, maç başlamadan önce gazoz, cips, futbol topu vaat ederek rakiplerini ayartmaya çalışacaklardır. Zaten bu çocukların benim Şifo, Metin için hissettiklerimi Necip, Muhammet için hissetme şansları da yok. Şayet Necipler, Muhammetler ağabeyleri gibi iyi topçu olurlarsa, biz onları bayrak adam yapamadan, "fon" gelecek ve onları başka takımlara satacak. Neden mi? Türkiye'de; rakibiyle, taraftarıyla SAYGI duyulmayı hak eden bir oyun olan futbolu, SAYGI duyulmayı hak etmeyen insanlar yönetiyor da ondan. Bir gün mevcut düzenin değiştiği, saygının egemen olduğu bir futbol dünyası görmek dileğiyle...

* UEFA'nın 21 yaş altı Avrupa Şampiyonası için bastırdığı kitapçıktan alınmıştır.

7 Ağustos 2011 Pazar

Godard'ın Kadını


Yukarıda gördüğünüz resim bir süredir Kültür Sanat yazılarına açılan penceremiz olarak yan tarafta yer alıyordu. İlerleyen vakitlerde de buralarda resmini görme ihtimaliniz yüksek olduğundan, kendisini tanıtmak amacıyla Criterion web sitesindeki bir yazıyı çevirerek buraya taşımak istedim. İşte Criterion'un gözünden Anna Karina:

"Çok az yüz erkek sinefillerin gönül tellerini Anna Karina'nınki kadar titretti. Karina filmler yazdı ve yönetti, sahnede (Jacques Rivette ve Ingmar Bergman'ın yönettiği oyunlar da dahil olmak üzere) pek çok önemli rol aldı, başarılı bir şarkıcılık kariyeri oldu ve dört roman yazdı; ancak çoğunlukla Jean Luc Godard'ın Yeni Dalga ilham perisi ve ilk eşi olarak anıldı. Godard onu kamera önüne geçirmek istediğine, onu 50'li yılların sonuna doğru çekilen köpüklü bir Palmolive reklamında gördükten sonra karar verdi. Serseri Aşıklar'da (Breathless) küçük bir (çıplak) rolü reddetmesine karşın, kısa bir süre sonra Godard'ın yeni filmi Le Petit Soldat(1961)'da, 20 yaşındayken oyuncu ekibinde yer aldı. Sonrasında, 60'lı yıllar boyunca Godard'ın, ikonlaşan Vivre Sa Vie ve Bande a Part da dahil olmak üzere altı filminde daha rol aldı.(O ve Godard'ın Agnes Varda'nın Cléo de 5 à 7 filminde cameo görüntüleri vardır.) Sinemadaki işbirlikleri uyumlu gözükse de, sahnenin arkasında ilişkileri fırtınalı ve acıydı. Sürekli olarak kamuoyunun gözü önünde olmaları ilişkilerini daha da zorlaştırdı. Üç yıllık evlilikleri 1964 yılında sona erdi; ancak 1966'ya kadar birlikte çalışmaya devam ettiler. Karina sonraki on yıllarda da aktris olarak sinemanın içinde kaldı ve Rivette, Visconti George Cukor, Tony Richardson ve R.W.Fassbinder gibi yönetmenlerle çalıştı."

Kapatmadan önce Anna Karina ve Godard ortaklığının gönül tellerimizi titreten 6 filmini de not düşelim:

Une femme est une femme - 1961
Vivre sa vie - 1962
Bande à part - 1964
Pierrot le fou - 1965
Alphaville - 1965
Made in U.S.A - 1966

Not 1:Metnin orijinal haline buradan ulaşabilirsiniz.

Not 2: Bunlar da daha evvel blogda yer alan ve burada bahsi geçen iki filme dair yazılar:

Une femme est une femme - Böyle olur Godard'ın kadını

Cleo de 5 a 7 - Beyaz hayallerden siyah gerçeklere

5 Ağustos 2011 Cuma

A Milli Takım: 23'ün Şifreleri


Şike soruşturmalarının başladığı günden beri, Türkiye’den futbola dair haberlerin pek azı saha içine dairdi. Tam Belçika’dan beraberliği kurtararak grup ikinciliği için büyük bir avantaj yakaladık derken, ucundan kıyısından en iyi ikincilik hesaplarına dalmışken, şike sürecinin milli takımı nasıl etkileyeceği sorusu bütün bu hesapların önüne geçti. Liglerin oynanmaması takımın eylül ayında oynanacak maçlarda fiziksel olarak sıkıntı yaşamasına neden olacaktır; ancak bundan çok daha önemli olan oyuncuların psikolojik olarak ne kadar ayakta kalabilecekleri.

Yazının bundan sonrasında saha dışı etkenleri dışarıda bırakarak yorum yapacağım için bu girişi yapmayı gerekli gördüm. Şimdi Hiddink’in son tercihleriyle milli takım havuzunda yaşanan değişimi değerlendirelim. Estonya ile oynanacak olan hazırlık maçı öncesinde çağırılan 23 kişilik kadro milli takımın yeni yapısı üzerine önemli ipuçları barındırıyor. Rakiplerimiz oturmuş kadrolara bir iki alternatif ararken, bizim hala kadro üzerinde kesin görüşlere sahip olmamamız bir dezavantaj; ancak son seçimler en azından belirli bir şablonun oturduğunu gösteriyor.

23 kişilik kadrolar milli takımlar düzeyinde belirleyicidir. İlk 11 + Yedek 11 + 3. Kaleci şeklinde formüle edebileceğimiz 23 sayısı, aynı zamanda büyük turnuvalara götüreceğiniz kişi miktarına eşittir. Gelin bizde çağırılan kadroyu 4-4-2 şeklinde bir şablona oturtalım.

İlk 11:

Volkan

Gökhan Gönül - Serdar Kesimal - Servet – Çağlar

Kazım – Emre – Selçuk Şahin – Arda

Burak – Semih

Yedek 11:

Sinan Bolat

Sabri – Gökhan Zan – Hakan Balta – İsmail

Mehmet Ekici – Selçuk İnan – Mehmet Topal – Gökhan Töre

Tunay Torun – Cenk Tosun

3. Kaleci: Mert Günok

Yorumlara başlamadan önce bir iki hatırlatma yapayım. Öncelikle kadroları benzer nitelikli oyunculardan birini ilk 11’e, diğerini ikinci 11’e koydum. İki oyuncu arasında ise Hiddink’in tercihlerine göre karar kıldım. Yine kadronun çift forvetten ziyade 4-1-4-1 taktiğiyle sahada olacağını düşünmeme karşın, iki 11’de dengeli bir dağılımı sağlamak için 4-4-2 dizilişini tercih ettim. Elimizdeki bazı oyuncuları birden fazla pozisyonda kullanma şansımız en büyük avantajımız, kadroda alternatif olması gereken, özellikle ofansif oyuncuların tecrübe eksikliği ise en büyük sorunumuz olacak gibi görünüyor. Daha detaylı yorumları maç yazısına bırakalım ve pek çok transferin yaşandığı 2011 yazının ardından havuzun aldığı son duruma geçelim.

Son notum da havuzla ilgili: Yeni gelenler kısmındaki şişmeden ötürü, havuza U-21 başlığını ekledim. Bu sayede önümüzdeki yıllarda milli takımın temelini oluşturacak isimlerle, alternatif oyuncuları ayırmış oldum. Havuzda yaşanan değişimler koyuyla gösterilmiştir.

Kadroya girenler: Mert Günok, Tunay Torun, Hakan Balta

Kadrodan Çıkanlar: Hamit Altıntop, Mehmet Topuz, Tolga Zengin, Egemen Korkmaz, Engin Baytar, Umut Bulut, Emre Güngör

As Oyuncular:


Kaleci: Volkan(FB)
Defans: Gökhan Gönül(FB), Sabri, Servet(GS)
Orta Saha: Arda(GS), Hamit(Bayern), Emre(FB)
Forvet: Kazım(GS), Semih(FB)

Yükselişteki Oyuncular:

Kale: Onur (TS)
Defans: İsmail (BJK), Serdar Kesimal (Fenerbahçe)
Orta Saha: Nuri Şahin (B.Dortmund), Selçuk İnan (Galatasaray), Mehmet Ekici (Werder Bremen) , Mehmet Topal (Valencia)
Forvet: Umut (Toulouse), Burak (TS), Tunay Torun(Hertha Berlin), Cenk Tosun(G.Antep)

Geniş Kadrodakiler:

Kale: Sinan Bolat (S.Liege)
Defans: Emre Güngör(G.Antep), Gökhan Zan, Hakan Balta, Çağlar(GS)
Orta Saha: Mehmet Topuz, Selçuk Şahin (FB), Ceyhun Gülselam (Galatasaray), Serkan Balcı(TS)
Forvet: -

Yeni Gelenler:

Kale: Mert Günok(FB), Ufuk (GS), Tolga Zengin (Trabzon)
Defans: Ersan Adem Gülüm (BJK), İbrahim Öztürk (Bursaspor), Eren Aydın (Manisaspor), Egemen Korkmaz (Beşiktaş)
Orta Saha: Yiğit İncedemir (Manisa), Engin Baytar (TS), İbrahim Akın (İ.B.B), Yekta(GS)
Forvet: -

U-21


Kale: -
Defans: -
Orta Saha: Necip (BJK), Orhan Gülle (Gaziantep)
Forvet: Nadir Çiftçi (Portsmouth), Gökhan Töre (Chelsea), Batuhan Karadeniz (Eskişehir), Sercan (Bursa)

Yaş Haddi:

Kale: -
Defans: -
Orta Saha: -
Forvet: -

Gözden Çıkanlar:

Kale: -
Defans: Caner (FB)
Orta Saha: Sezer Öztürk (Fenerbahçe), Volkan Şen, Ozan İpek (Bursa), Özer (FB)
Forvet: Halil (TS), Mevlüt (PSG), Tuncay(Wolfsburg)

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İki Dakika Soluklansanız


2010 Dünya Kupası Şampiyonu: İspanya


2008 Avrupa Kupası Şampiyonu: İspanya


2011 21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonu: İspanya


2011 19 Yaş Altı Avrupa Şampiyonu: İspanya

İspanya ile Almanya arasında oynanan Euro 2008 finali öncesinde pek çok futbol otoritesi, İspanya'nın çok iyi bir takım olduğu konusunda hemfikirdi. Ancak, kaybetme geleneği kuvvetli olan İber yarımadası sakinlerinin, Gary Lineker'in deyimiyle 22 kişinin oynadığı oyunun kazananı olan Nationalmannschaft'a karşı şanslarının tutmayacağına inananlar da bir o kadar fazlaydı. O maçta Torres'in, Lehmann'ın üzerinden topu ağlara gönderdiği an, futbolda gerçek bir dönüm noktası oldu. Aradan geçen üç yılın sonunda, artık İspanyolların kazanamadığı herhangi bir resmi turnuva bulmakta zorluk çekiyoruz. Bu akşam iki kez geriden gelerek uzatmalarda Çek Cumhuriyeti'ni 3-2 yendikleri U-19 finalinin ardından, UEFA'nın milli takımlar kategorilerinde düzenlediği dört turnuvanın üçünde şampiyonluk unvanını ele geçirdiler. Ardı ardına gelen bütün bu başarılar, Güney Afrika'da kazanılan dünya şampiyonluğu unvanını daha da değerli kılıyor.

Durum öyle dramatik bir hal almaya başladı ki, 17 yaş altı Avrupa Şampiyonu olan Hollandalı gençler, kral kupasını kazanan Real Madrid misali üstü açık otobüsle tur atsalar haklılar. Zira şu an için daha büyük bir yaş kategorisinde İspanyolları geçmek mümkün görünmüyor. (Bu arada yazıyı yazarken gördüm ki, bu hafta İspanyollar kadın futbolunda da 17 yaş altı Avrupa Şampiyonu olmuş. Anlaşılan orada da rakiplere rahat vermeyecekler.)

U-21 ve U-19 kategorilerinde iki kupa kaldırdıkları 2011 sezonu İspanyollar için henüz tamamlanmadı. U-20 Dünya Kupası'nda müzelerine bir kupa daha eklemek için ter döküyorlar ve ilk maçlarından da galip ayrılmayı başardılar. 2012'de ise, önce A Milli Takım olarak üç yıl önce kazandıkları Avrupa Şampiyonu unvanını korumak için Ukrayna-Polonya'da olacaklar, sonrasında ise bu yılın U-21 şampiyonu olan takımları Olimpiyat altınını ülkelerine getirmek için sahaya çıkacak. Saydığım üç turnuvanın da en büyük favorisi konumundalar. Futbol gibi sürprize fazlasıyla açık bir oyunda, kazanan formülü bulmuş gibi görünüyorlar ve futbol severler olarak bir yandan güzel futbollarını takdir ediyor, diğer taraftan ise "işin zevki kaçıyor mu acaba?" diye sormadan edemiyoruz. Ben "Rafa Nadal, Pau Gasol, Alberto Contador, Fernando Alonso..." diyeyim, siz meramımı anlayıp konuyu burada kapatmama yardımcı olun.