16 Ekim 2009 Cuma

Une Femme est une Femme (1961) - Böyle olur Godard'ın Kadını


Fransız yeni dalga akımının en önemli yönetmenlerinden (belki de birincisi) Jean Luc Godard'ın yenilikçi filmlerinden bir diğeri de 1961 yapımı "Une Femme est une Femme" (Kadın Kadındır). Başlığın aynı zamanda Godard'ın bu filmin yıldız oyuncusu Anna Karina ile filmin çekimleri sırasında evlenmesine atıfta bulunmakta. Yeni dalganın filmin tek yaratıcısının yönetmen olduğu anlamına gelen 'auteur' kavramının içini dolduran bir yönetmen olan Godard'ın filmin tamamına hakim olduğu görülüyor. Filmin içinde, mantıklı olay sırası izlemeyen senaryo, üç kişilik aşk, stüdyo çekimleri yerine sokakta yapılan çekimler ve tabii ki güzel kadınlar (yanda fotoğraflarını gördüğünüz B.B. ve Jean Seberg de diğer Godard filmlerinde arz-ı endam etmekteler) gibi yeni dalganın pek çok ortak noktasını bulabilirsiniz. Bir diğer yeni dalga karakteristiği olan film içi göndermeler de sinemaseverler için oldukça keyifli bir hal almakta. Örneğin bu filmde Serseri Aşıklar'ın (A bout de suffle) yıldızı Jean Paul Belmondo'nun canlandırdığı Alfred Lubitsch akşam televizyonda Serseri Aşıklar'ı izleyeceğini söyler. Bir diğer sahnede Jules et Jim'in yıldızı Jeanne Moreau'ya rastlayan Alfred "Jules ve Jim'le nasıl gidiyor?" diye sorar.



Bu noktada filmin konusundan biraz bahsedelim. Bonbon renkli kıyafetlerle müzikallerde oynama hayali kuran (yukarıdaki fotoğraf bu hayal sahnesinden) ve her Godard kadını gibi eline ev işi yakışmayan (akşam yemeğini yakar) 60'lar kadını Angela'nın (Anna Karina) gerçek hayattaki beklentisi ise bir çocuk sahibi olmaktır; ancak sevgilisi Emile buna pek yanaşmamaktadır (neden olduğunu inanın bilmiyorum!). Bu işe oldukça(!) gönüllü olan Alfred'in işleri karıştırmasıyla hikaye bir aşk üçgeni halini alır (üçgeni de aşağıdaki resme çizebilirsiniz).



Film bu anlatılan hikayeden çok daha fazlasını seyirciye vaat ediyor. Alışılmışın dışında ses ve görüntü kurgularının yanında umursamaz aşıkların (Angela ve Emile) davranışları da seyirciye oldukça değişik ve yenilikçi sahneler izlettiriyor. Bu birbirine aşık ikili sürekli eften püften konular üzerine tartışmalara giriyorlar. Tartışmaya girmeden önce seyirciyi selamlamayı(!) ihmal etmeyen ikilinin Angela'nın r'leri telaffuz etmesi üzerine yaşanan tartışması, diş fırçalarken çıkarılan seslerle sonlanan başka bir tartışmaya ön ayak oluyor. Gece konuşmak yerine kitapların başlıklarını göstererek yapılan tartışmalar ise bu garip sahnelerin doruk noktasını oluşturuyor. Bütün küçük tartışmalara karşın ikilinin aslında birbirlerini sevdikleri gerçeği de sürekli vurgulanıyor. Filmin içinde varoluşçu göndermelerden (Angela'nın "Ya ben? Neyim ben?" sorusu) tiyatro senaryolarının monologlarına, hatta radyoda Real Madrid-Barcelona maçının anlatımına kadar geniş bir çerçeve içeren senaryo, bir ses, renk ve kurgu cümbüşünün içinde seyirciyi kendine çekmeyi başarıyor.


Bir Godard filminin filmi yorumlayan kişide yarattığı hissiyat her zaman bir şeylerin eksik anlatıldğına dair bir kaygı. Burada yardıma koşan da yine filmin içinde geçen ve filmi özetleyen bir replik: " Komedi mi trajedi mi bilmiyorum ama bir şaheser". Yine de yeni dalga filmlerini izlemeye başlayacakların öncelikle siyah beyaz olan filmleri tercih etmesi gerektiğine inanıyorum. (Fotoğraflara kanmayın, film renkli) Ayrıca filmde bir kitapçıya giden ve kendisine tavsiye edilen 'Uyuyan Güzel' kitabını "Daha seksi bir şeyler yok mu?" diyerek reddeden küçük çocuğun da bizzat Godard'ın çocukluğunu yansıttığına inanıyorum.

2 yorum:

Recep Hilmi TUFAN | rehitu.com dedi ki...

Videosu var mı acaba bunun?

Yaz Helvası dedi ki...

Türkiye'de filmin Saga Film'den çıkan DVD'si mevcut.