Galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2010 Pazartesi

Galatasaray 1-2 Beşiktaş: Unutamadıklarım


Ali Sami Yen'de 6 yıldır puan dahi alamayan Beşiktaş'ın bu şanssızlığını "Ali Sami Yen'deki son derbi" başlığı altında incelenen maçta kırması, Beşiktaşlılarca hoş bir tebessümle, Galatasaraylılarca da bir parça buruklukla hatırlanacak kuşkusuz. Hatırlamak demişken, maçın sonunda Cenk Gönen'in "Nietzsche'nin bir sözü vardır" diye başlayan açıklaması sanıyorum bu maçtan en uzun süre hafızamda kalacak olan ayrıntıdır. Alıntı yaptığı cümlenin "Unutan iyileşir" olmasının bu duruma ironi kattığının farkındayım ve yazının geri kalanını da bu ironinin üzerine kurdum; ama önce bütün medya görevlilerini Cenk ile acilen bir söyleşi yapmaya davet ediyorum. Her oyuncu saha içinde yaptıklarıyla büyür; ama yalnızca bazıları kişiliği ile efsane olur. Cenk, efsaneliğe doğru giden uzun mu uzun yolda dün hem saha içinde hem de saha dışında ilk adımını attı, bunu görmeden geçmek olmazdı.

Yazımın geri kalanını derbinin bana hatırlattıkları üzerine kurduğumdan bahsetmiştim, şimdi bu anıları notlar halinde aktarıyorum.

- Öncelikle Cenk Gönen'in Pino'yla karşı karşıya kaldığı pozisyonda ayakta kalması bana, 2000'lerde Beşiktaş formasını giyen en iyi kaleci olan Oscar Cordoba'yı hatırlattı. Böyle bire bir pozisyonlarda hemen yatmaz ve rakibi hataya zorlardı Kolombiyalı eldivenimiz. 2005-06 sezonunda Hasan Kabze'nin inanılmaz golü nedeniyle suçlanıp gitmesini bir türlü unutamadım.

- Guti'nin golden sonraki gülüşü bana Sergen Yalçın'ın meşhur "Sergen attı şampiyonluk geldi" golünüden sonraki içten gülüşünü hatırlattı. Guti dün akşam, geçen yıl kaybettiğimiz Fenerbahçe maçından sonra yazdığım yazıda geçen büyük maçların sonuçlarını maçın ağırlığını kaldırabilen yıldızların belirleyeceği iddiamı destekleyen güzel bir örnek verdi. Guti'nin yaptığı asistin benzerlerini kepçe kulaklı efsane de az yapmamıştı. Sergen zaten büyük maçları alma becerisini bizlere yıllar yılı Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarında göstermiştir. Onun da hayatımda ilk defa stadyumda izlediğim ve 1996-97 sezonunun son maçı olan Ankaragücü maçının ardından 5 yıl siyah-beyazlı formadan uzak kalmasını unutamam.


- 8 yıl sonra Ali Sami Yen'de alınan galibiyet ister istemez İbrahim Üzülmez'in sağ ayağıyla attığı golü hatırlattı. Efsanevi yüzüncü yıl kadrosundan bize miras kalan son isim Deli İbrahim. o gün Ali Sami Yen'de attığı gole karşın, onun 8 yıl sonra Sergen, İlhan Mansız, Zago, Cordoba, Giunti, Tayfur, Pancu, Nouma gibi bir Beşiktaş efsanesi olacağını söyleseler inanmazdım. 2008-09 şampiyonluğunda Üzülmez'in yerine kupayı Delgado'nun kaldırmasını da unutamam. Mustafa Denizli'nin son maçta kaptanlık bandını kendi elleriyle Üzülmez'in koluna takmasını ve Deli İbo'nun gözyaşlarını unutamayacağım gibi.

- Kewell'ın son dakikada attığı gol, 3 yıl önce bir başka Liverpool efsanesi olan Gerrard'ın İnönü'de son dakikada durumu 2-1'e getiren kafa golünü hatırlattı. Belli ki İngiltere'de top koşturanların bu tip gollere bir yatkınlığı var. Liverpool deyince de neyi hatırladığımı biliyorsunuz zaten. Ama benim o mağlubiyete herkesten bir parça daha fazla üzülmemin nedeni, 2007 yılının yaz aylarında İngiltere'ye gitme şansı bulduğumda Liverpool formasına Gerrard #8 yazdırdığım gün gözlerimde oluşan pırıltıdır. Yıllar yılı İngiltere'de desteklediğim (halen de desteklerim, ayrı mevzu) takımdan bu farkı yemeyi unutamam. 7 yiyin 9 yiyin; ama 8 yemeyin be arkadaş, büyük bir heyecanla aldığım formanın arkasında yazıyor o numara.


- Ali Sami Yen'de bir penaltı golüyle öne geçmemiz bana son yıllarda BJK - GS derbilerinde ne kadar çok penaltı düdüğü çalındığını hatırlattı. Holosko'nun iki yıl önce bu kez penaltıyı yapan isim olması da bu çağrışım da etkili oldu tabii ki. O gün Baros'un iki penaltı golü, önceki iki sezonda da Nonda ve Ümit Karan'ın penaltı golleriyle Galatasaray Ali Sami Yen'de galip gelen taraf olmuştu. Beşiktaş'ın 2003-04 sezonunda iki uyduruk penaltıyla 2-1 kazandığı maç da Ali Aydın'ın son maçı olmuştu.

- Nobre'nin kafayla attığı gol ise bana 2006'da Galatasaray'a karşı Süper Kupa'yı kazandıran golünü hatırlattı. Tigana'yla yola çıktığımız yeni dönemde dünkü İsmail, Ersan ve Cenk gibi yeni yeteneklere benzer şekilde Gökhan Güleç, İbrahim Akın, Burak Yılmaz, Serdar Kurtuluş forma giyiyordu. Şimdi neredeler diye sorası geliyor insanın; ama buraya yazdığıma göre onları da hala unutmamışım.

- Eski Açık'ta açılan pankartlar geçtiğimiz şubat ayı Moist ile birlikte Galatasaray - A. Madrid maçına gidişimizi hatırlattı. İpler üzerinde kaydırılarak açılan Aslan pankartının arkasında beklediğimiz günü hatırlayıp "benim de orada bir anım var" dedim. Forlan'ın "ben santraforum" dediği golü ve sonrasında Nevizade'de otobüs beklerken içilen 35'liği de unutacağımı sanmıyorum.

- Son olarak Cenk'in yaptığı açıklamayla birlikte herkesin hatırladığı bir başka Galatasaray maçı var ki, kalecimiz Fevzi Tuncay'ın o maçta yaptığı hatayı unutup iyileşmesi ne kadar mümkün olur bilmiyorum, zira Beşiktaşlıların ortak hafızasından asla çıkmayacak olan bir şampiyonluk maçıydı.


Anılar geride kalıyor ve hayat devam ediyor, yeni maçlar yeni kahramanlar ve hainler yaratıyor. Bu maç benim anılarımda yurt dışında izlediğim ilk derbi olarak kalacak. Almanya'da yaşayan Türklerin önemli çoğunluğunun Galatasaraylı olduğu gerçeğiyle birlikte dün maçı izlediğim yerde kendimi adeta yurt dışından bir takımı destekliyormuşum gibi hissettim. Bunun da altında 2000'lerin başında Galatasaray'ın başarı kelimesiyle özdeşleşebilen nadir Türk markalarından biri olması yatıyor. Bu örnekten hareketle maç sonu benim aklımdan geçeni Aceto yazmış ve büyük başarıların üzerine oluşan yeni Galatasaray profilinin bu bunalımın altından nasıl kalkacağını merak ettiğini söylemiş. Neyse bu konu için blogda başka bir uzman var, yorumları ona bırakıyorum (Bu arada kendisi hesabı Bank Asya'dan açmış ve oldukça karamsar görünüyor). Beşiktaşın yarışa dönmek için pazar günü oynanacak olan Bursaspor maçında bir şansı daha olacak. Umarım Bobo ve Q7'nin yokluğunda Hz. Guti bizi ilk yarının sonuna kadar yarışta tutmayı başarır.

Bank Asya 1. Lig! 1. Lig Bank Asya!


Olsun, o da güzide bir ligimiz. Belki "lig Galatasaray'la Fenerbahçe arasında" geçmez, ama başarılı oluruz.

Olur muyuz?

28 Kasım 2010 Pazar

Birikirse Biriksin...



Galatasaraylıyız, düzgün çıkan bir Brezilyalımız yok. Yabancıların hepsinin kontratını feshediyoruz. Bu da bize büyük bi' sıkıntı veriyor. Kurumuş futbolcu artıklarımız sanki bir kaya. Adeta fıttırasım geliyor. Kafamda derman kalmıyor. Donmuş şampiyonlar ligi, kurumuş "UEFA'da final oynayacağız" sallamaları, dibi tutmuş... Şu saatten sonra s***mde bile değil... İsterse tavana kadar biriksin...

Kendimi bir derbi öncesinde ilk kez bu kadar sıkılmış, heyecansız ve umursamaz hissediyorum. Kazansak ne olacak, kazanmasak ne olacak. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş. Nereye gidersem gideyim yanımda taşıdığım 2-3 formam kalmış geride, onlar da bavulumun ücra köşelerinde öylece bekliyor. Bir de "başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter" mırıldanmaları.

Meşhur "brozak reklamları" çok iyi anlatıyor bu takımın beni nasıl yorduğunu, bunalttığını ve sonunda "eee yeter ulan" deyişimi. Ben de bu sezonu kapattım gitti. Seneye "UEFA'da final oynayacağız" diye sallama şansımız bile olmayacak, yazıklar olsun...

15 Kasım 2010 Pazartesi

Yönetim, Futbolcu, Taraftar... Altüst Oldu Galatasaray!


Daha bir ay önce bağırıyordunuz Rijkaard istifa diye. Neymiş, takımı berbat hale getirmiş. Yerine kim gelse daha iyiymiş. İmparatorunuz Terim takımın ne denli bir bokun içine battığını görmüş olacak ki tereddüt bile etmeden geri çevirdi kendisine yapılan teklifi.

Garibim Hagi ise ne yapsın, belki de son şansı teknik direktörlük kariyeri için. Gelmekten başka hiçbir çaresi yoktu. Zaten dibe vuran teknik direktörlük kariyerinde kapıyı çalan müthiş bir piyango gibiydi bizden gelen teklif. Bu içler acısı takımı belki düzlüğe çıkarırdı, kahraman olurdu, beceremezse kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Bu "bozuk" taraftarın doğru saati gösterdiği nadir konulardan biri uzun vadede Hagi'nin asla unutulmayacağı gerçeği.

Hagi ile ilgili ufak bir şey daha söylemek gerekirse, dünkü kiralık futbolcu açıklamasının çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Bence bu açıklamayı Insua'yı hedef göstererek yapmış olamaz, çünkü çok mantıksız geliyor kulağa. Transferinin detayları hala belirsiz olan, taksitleri ödenmesse Wolfsburg'a dönecek, denilen Misimoviç'i kastettiğini düşünüyorum. Ha yok, Insua'dan bahsediyorsa, "Hirsizsiniz!" mevsimini hayli erken açtı Gica.

Olan Rijkaard'a oldu. Adamın efendiliğine pişkinlik dediniz. Bu kadar yanlışın içinde doğru yapılan tek şeyin kendisiyle devam etmek olduğunu anlamadınız. Tabii bu doğru tek başına hiçbir şeyi değiştiremeyecekti, orası ayrı. Ama bir yerden başlamak lazımdı. Kelleye aç olmak ne kadar tuhaf şey be arkadaş... Almadan rahatlamıyoruz.


Umarım şimdi kıçıyla gülüyordur Rijkaard, atkı bile tutmayı beceremeyen, tepetaklak olmuş Galatasaray taraftarına. Maç sırasında oyuncusuna kasap gibi girildiğinde bir tepki göstermekten bile aciz, takımı uyutmaktan başka hiçbir işe yaramayan, uğultudan başka ses çıkaramayan berbat bir tribünümüz var artık. Abdul Kader Keita tezahuratları, sahaya atılan koltuklar, yakılan ateşler, Galatasaray ismini cümle aleme rezil etmeler... Bunları Fenerbahçe taraftarı yapınca zevkten dört köşe olurdunuz, şimdi onlar oturur izler katıla katıla. Hoş, hiçbir üç büyüğün gülecek hali kalmadı ya...

Yönetimin sportif saçmalıklarına diyecek bir şey yok. Kaliteli Türk oyuncu alınmadan bu takımın düze çıkma şansı sıfır. Bu gerçeği taraftar olarak iki senedir göremesek de, onların görevi bunları öngörmekti. Yapamadılar, gitmeliler. Ama Özhan Canaydın zamanında klubün battığı ekonomik bataklık yüzünden bir başkan adayı dahi çıkmazken, önümüzdeki ilk seçimde kaç başkan adayı çıkacağını göreceğiz. Ve bence bu da şimdiki yönetimin ekonomik başarısının bir kanıtı olacak.

Ancak alınacak kelle kalmadığında futbolcuların kellesine yöneldin, ey Galatasaraylı. Senin basiretin de bağlanmış. Şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını...

20 Ekim 2010 Çarşamba

"Allah Yardımcınız Olsun!!"


Şimdiye kadar kötü gidişten direk yönetimi sorumlu tutmamıştım. İyi yaptıkları işler olduğunu düşünüyordum. Ne olduğunu bilmediğimiz ama senelerdir herkesin bahsettiği Futbol ve Sportif A.Ş.'nin birleşmesi, Riva'nın kullanılması, yeni stadın inşaatı... Hepsini bu yönetim başardı. 2012'ye belli bir ekonomik düzeyde girilmesi hedeflendi, bunu uygulayabilmek için Keita'yı bile gözden çıkardılar. GSMobile, GS+Bonus gibi uygulamalar ekonomik anlamda ciddi katkı sağlayacak cinstendi. Galatasaray Store'ların sayısı (en azından Ankara'da) bir hayli azalsa da iyi reklamlar yapıp büyük bir ürün satışına ulaştılar.

Hadi bunlara başarı demeyelim; kim gelecek de hayallerimizin yönetimini oluşturacaktı ki? Zırt pırt yönetim değiştirmektense baştakini bir şekilde adam etmek gerekiyor bence.

Ama her şey bir kenara, pazar günü yapılan toplantıda Rijkaard'ı değil de Servet gibi hainleri ve Galatasaray'da ne aradığı bilinmeyen futbolcuları göndermek yönetimin benim gözümdeki son şansıydı. Elbette ki yönetimden böyle hedefleri olan kararlar beklemek hayalcilik olurdu. Çıkacak kararın "şunu da hemen idare ediverelim de muhalefet sussun" mantığıyla alınacağı belliydi.

Fatih Terim özentisi Hikmet Karaman gelmiş, rezil ettiğimiz Hagi gelmiş, yeniçerilerden şikayet ettiğimiz takımın sportif direktörü yeniçerilerin beybabası Hakan Şükür olmuş, ya da Osmanlı misali, III. İmparator Fatih Terim Dönemi'ni veya II. Islahat Dönemi'ni yaşamışız ne farkeder? Zihniyete bak, Galatasaray'a kimler gelmiş kimler geçmiş. Bu teknik direktörler hep de bize gelince salıveriyorlar işlerini! Hagi, Gerets, Kalli, Skibbe, Bülent, Rijkaard... Ne talihsiz takımmışız arkadaş! Futbolcu madenimiz var, teknik direktörler yüzünden harcanıyor altın jenerasyonlar!

Geçtiğimiz senelere bakıp da hala Rijkaard'ı gönderebilen bir yönetimden ne beklesek boş bu saatten sonra. Sırf "elden gitti gidiyor" dediği koltuğu tutmak için arkası güçlü Hakan Şükür'ü "sportif direktör" yapmaya kalktınız, ne iş yapıyorsa Türkiye'de sportif direktör... Futbolculara "abilik", işler kötü gitti mi teknik direktörü yollamaya yarayan bir maşa. Hagi ile beraber gelse sezon sonu gazetede göreceklerimizi şimdiden söyleyeyim: "Hagi ile Hakan Şükür arasında soğukluk var. Oyuncular Hagi'yi istemiyor. Hakan teknik direktör olacak." Sizdeki vizyonu "seveyim" ben, ey yönetim.

Umarım dımdızlak kalırsınız ortada da olağanüstü genel kurul yolu gözükür size. Derbiye üç kala -kazanacağımızdan değil ama- bu takımı hocasız bırakmak rezilliğini çok az insan başarabilirdi. Gönderdiğin hocaya bak, Rijkaard! Kimler reddetmiş seni? Fatih Terim, Hakan Şükür, Hagi ve -dikkat!- Hikmet Karaman! Daha büyük rezillik!

Buraya da yazıyorum, iki seneye izleriz "beğenmediğimiz Rijkaard neler yapıyor, yaaa!" diye yaşlı yorumcu amcaları. Löw'e, Hiddink'e, del Bosque'ye dediğimiz gibi. Kendimizi avutmak için "Burası Türkiye, burada tutmaz onların sistemi" deriz, tamamdır. Sıyrıldık işin içinden işte. Bu kadar kolay her şey, zoru denemeyiz biz kolayı varken.

Olağanüstü genel kurul mu toplanır, tekrar Hagi'ye mi dönülür, ne olur bilemiyorum. Ama seçime gidilirse, yeni yönetim gelirse, değişen ne olacak? Mehmet Cansun, Özhan Canaydın ve Adnan Polat yönetimleri mi size her şeyin çok güzel olacağının garantisini veriyor yönetim değişince? Kim memnun olmuş yönetiminden bu ülkede iki sene üst üste? "Türkiye burası, burada sürekli yönetim olmaz." Dışarda kafasını çalıştıran, sesini "doğru" çıkaran taraftar olmazsa, bu ülkede hiçbir şey olmaz, o gelir bu gider, biz de bu kaosu izler dururuz.

Siz tribünde Sapara kovalayan Ayhan'a, dünya yansa umurunda olmayan Servet'e değil de Rijkaard'a keserseniz faturayı; "gerçek bir megalomanı", İmparator'u isterseniz yerine, "Allah yardımcınız olsun!" Ne haliniz varsa görün.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Vizyon...


Ülkenin vizyonu vizyonsuzluk. Gecenin rezilliği sahadaki takım kadar tribünlerdeki taraftarlardı da. Rijkaard geldiğinde "vizyon, vizyon..." diye böbürlenen taraftar "İmparator Fatih Terim" diye bağırıyor.

Takımdaki sorun nedir, kimsenin sorguladığı yok. İlk hedef her zamanki gibi teknik direktör. Baros'u ayırıp, sahada geriye kalan herkesi çöp torbasına sokuşturup bir kenara atmak lazımken, anlamsız bir uğultu yükseliyor tribünlerden. Taraftarın takıma vermesi gereken en önemli mesaj bir taraflarını yırtarcasına Baros diye bağırmaktı halbuki. Belki sahadaki ruhsuzlar biraz olsun utanırlardı.


Okan, Tugay, Bülent, Popescu, Hagi, Arif, Hakan Şükür gibi oyuncuları getiren, yetiştiren bir kulüptü bu. Sayısız genci çıkarıp, uzun seneler gözü kapalı güvenebilirdik. Okan Buruk daha gencecik bir oyuncuyken, ayağının kırılması bizim için büyük bir kayıptı. Çünkü keyfi oynamazlardı. Her maç ne bekleyeceğimizi bilirdik onlardan.

Aydın Yılmaz ve Barış Özbek gibi ağıza bir parmak bal çalıp sonra kaypak ve karaktersiz bir şekilde bu takımda vakit geçiren adamlara yer yoktu. Mustafa Sarp gibi hedefi olmayan, 6 ay parlayıp sonra saha içinde maç seyreden adamlar bu takımda hiç barınamazdı bundan 10 sene önce. Ya da Mehmet Topal gibi, önce oynarmış gibi yapıp, Valencia'ya kapak atma fırsatı önüne gelene kadar kılını kıpırdatmayan adamlar da olmadı hiç.

Hakan Şükür gibi, Arda Turan gibi, Servet Çetin gibi, sallantıdaki teknik direktörü yollamak adına saha içinde hayalet misali dolanan adamlar da yoktu eskiden. Hepsi son 10 sene içerisinde başladı bu takımı kontrol etmeye, takımın kaderini çizmeye.


Arda Turan Galatasaray'ın ve Türkiye'nin en önemli futbol figürü olabilecek bir potansiyele sahipken, elinde Galatasaray'dan oyuncu -hatta hoca- gönderecek gücü, "küstüm oynamıyorum" diyecek lüksü buldu. El oğlu Mesut'a makul ve mantıklı bir kariyer planlaması çizerken, biz Arda'yı, yönetim olarak, taraftar olarak, medya olarak, kafası karışmış, ne yapacağı belli olmayan bir el bombasına çevirdik. Biz Arda'ya bir maç küfredip, sonraki maç özür dileyecek yüzü bulduk kendimizde.

Zamanında Ilie, Filipescu, Taffarel, Hagi, Jardel gibi yabancılar alınırken, Lukunku'lar, Cristian'lar gördük. Şimdi de Adnan Sezgin'in büyücüsü Pino gelir oldu. 3 koca sezonda Monaco'da 60 maçı anca oynamış Pino'yu, televizyonlar "Bordeaux maçında çok iyi oynamıştı, o maçı da zaten Bordeaux aldı" diyerek tanıttı, yazık! Tek başına maç alan adamdı Keita; deplasmanda oynamıyor, dendi. Şimdi Sami Yen'de maç alacak adam da kalmadı.

Bu arada doğru yapılmaya çalışılan işer de oldu. Gerets, Baros, Kewell, Keita, Skibbe, Rijkaard gibi hamleler yaptı bu takım. Hepsi mantıklı, üzerinde düşünülmüş hareketlerdi. "Vizyon" sloganlarıyla başlayan bu hareketlerin hepsi yeniçeri mantığıyla kesilip atıldı.


Gerets gibi bir adam yollandı, yerine Kalli geldi; eskiye pek meraklıyız ya. Skibbe döneminde Boekamp yollandı, Ümit Davala yollandı, bir teknik direktörü işinden soğutmak için her şey denendi. "Vizyon"dan "bizim evladımız" modeline dönülüp, bu takımın en önemli sembolleri Bülent Korkmaz ve Hagi gibi isimler rezil edildi. Medyaya, skor taraftarına kurban verildi.


Takımda nice derin kanserler varken, Keita'nın disiplini battı camiamıza. Şimdi ise Servet Çetin denen karaktersiz, milyonlarca insanın önünde kendi teknik direktörüne "ayar veriyor" kendince. Apaçık itiraf ediyor; "Bana güvenmedi, ben de oynamadım."

Yine televizyonlarda, gazetelerde, internette "Galatasaray'da değişim" lafları dolanıyor. Ne değişiminden bahsediyorsunuz? Galatasaray'daki kısır döngünün yeni bir devridir sadece yaklaşmakta olan şey. Tugay diyen de var, Abdullah Avcı da. Hagi'de, Bülent Korkmaz'da görmemişiz gibi aynı filmi. Hangi değişimden bahsediyorsunuz?


Tabii bir de taraftarın istediği Fatih Terim! Galatasaray'ın 2000'lerin başındaki momentumunu koruması için bulunmaz bir şanstan, Lucescu'dan olduk Fatih Terim yüzünden. O gün bu gündür, 8 senedir beli doğrulamadı bu takımın.

4 yönetim ve sayısız teknik direktör geçti bu takımdan geçtiğimiz 10 sene içerisinde. Eğer değişim Rijkaard'ı yollayıp, Tugay'ı, Fatih Terim'i getirmekse; değişim yönetimi istifaya çağırıp, yaldızlı isimlerle propaganda yapan yeni bir yönetimi seçmekse, yani senelerdir çektiğimiz çileyi yeniden başa sarmaksa, ben almayayım.


Sürekli değiştik değişmesine de, değişirken kimsenin arkasında durmayı bilemedik. Hagi'nin adı "Hırsızlar!" lafıyla yazılır oldu, leş kargalarına meydan verip "Gitsin, takımı ne hale getirdi" dedik, gönderdik. Yönetimler önümüze atıldı, Fatih Terim gelecek diye onları da gönderdik. Milyonlarca taraftar, teknik direktörüne gözü dönmüşcesine "istifa" diye bağırırken, hangi yönetimin gücü, cesareti yeter ki devam etmeye? Teknik direktör gider, sonra sıra yönetime gelir. Maksat, değişelim.

Bu berbat enkazın en büyük sebebi bitmek bilmeyen "değişimimiz" zaten. Artık bir durup düşünmemiz gerek. Gerçekten değişmek mi istiyoruz? Öyleyse bu "değişimler" süresince hiç kullanmadığımız "istikrar" kelimesinin anlamı üzerine biraz kafa yormak gerek.

1 Ekim 2010 Cuma

Hayırsız Mâlubiyet


Mâlubiyetin hayırlısı olur mu demeyin. 2-1'lik, 1-0'lık yenilgidense 4-5 fark yemeyi tercih ederdim. Çünkü kısa vadede sorun çözebilecek en basit şey sağlam bir şok olurdu takım için.

Teknik kararlardan oyunculara kadar, neresinden tutarsanız elinizde kalıyor bu takım. Cana'nın oyundan alınması ne demek? Barış'ın sahada kalması hangi düşünceyle yapılıyor?

Ayhan ve Serkan'ın bu hafta ne vaziyette olacaklarını söylemiştim zaten. Küme düşen takım da kırk yılda bir iyi bir oyun oynuyor. İBB maçı da öyle bir maçtı işte.

Son zamanların en skandal hakemliğini yapan Aytekin Durmaz'a da bir selam çakmak gerek, ama yine de "hakem olmasa bu maçı çatır çatır kazanırdık" dedirtecek bir takımımız yok. Gökhan Zan Emenike karşısında dünya aleme rezil oldu. Omzu yiyen yerde, koşmak yok. Top kimdeyse o oyuncunun etrafında 40 metre çapında bir boşluk oluşuveriyor. Karabük çatır çatır tek pas yaparken bizim verdiğimiz tüm pasların diğer ucunda bitiveriyorlar. Adam gibi basacak, top kazanacak güçten yoksunuz.

Trabzon'un 6 attığı Sivas'a, Beşiktaş'ın 4'lediği Karabük'e maç veriyoruz, Kadıköy'de Fener'i mi yeneceğiz de ilk ikiye gireceğiz? Bakalım daha ne kepazelikler bekleyecek bizi derbilerde... Şükrediyorum sağda solda Fenerli insanlar görüp de dalga konusu olmayacağım diye.

Bu sezon da burada biter... Sırıta sırıta Gökhan Zan'ı izleriz biz de.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Kralsın...


Uzun süre sonra rahat, stressiz ve mutlu bir maç izleme fırsatımız oldu. Duran toptan yenen gol sinirlerimizi biraz bozsa da, bu takımın 4 hafta üst üste maç kazanacağını söyleseler, inanmazdım.

Maçın hemen başından itibaren methiyeler düzmeye başladığım kralımız Baros, oyundan çıkana kadar pırıl pırıl parladı. Her yerde kalışında yüreğim ağzıma geldi, sakatlandı sakatlanacak diye. Sonunda zaten nazarımız değdi kendisine... Haftaya Baros yokluğunda nasıl bir kabızlık çekecek bu takım, göreceğiz.

Peki takımdaki gözle görülür değişimin sebepleri neydi? En büyük sebep haftalardır sağ beksiz oynayan takımın Ali Turan'dan kurtulması. Serkan'dan uzun vadede bir şeyler beklemek için hala çok erken de olsa dün oynadığı oyun takıma 2 gol getirdi. Ben bu takımda kafasını kaldırıp, içeride kim var kim yok diye bakan, ortasını da ondan sonra yapan bir sağ bek izlemeyeli çok zaman geçmiş. Pozisyonunu kaybettiği anlarda hemen geriye koşarak yerini aldığını, defansif anlamda da takımı geride eksik bırakmadığını not etmek lazım.


İkinci olarak aylardır yokları oynayan Ayhan'ın sıradışı bir patlama yapması. Top da kazandı, pas da dağıttı. Serkan gibi Ayhan'ın da bir süreklilik göstereceğini zannetmiyorum, ama Mustafa ve Barış'a muhtaç bırakmamasını umuyorum.

Üçüncü etken ise Lorik Cana. Mustafa'dan fersah fersah daha iyi bir oyuncu. Topu ıskalayıp az daha gol yediriyordu ama özellikle topsuz oyunda Mustafa gibi milleti seyretmek yerine topa basıyor hemen. Ayrıca ıskaladığı topta da topun savunmadan sekmesi nedeniyle kontürpiyede kaldı. Zaten Cana çıkıp Mustafa oyuna girdiğinde iki Galatasaray arasındaki farkı çok açık bir şekilde gördük. Ernst gibi yaratıcı bir oyuncu olmadığı bir gerçek. Ama Mustafa'nın kırk yılda bir -o da şansına- atacağı ara pası maçın başlarında Baros'a vererek kralı gol pozisyonuna sokuverdi. Cana'yla ilgili tek endişem sezon boyunca bir hayli kart görecek olması. 1-2 kırmızı kart Cana için çok iyimser bir tahmin olacak gibi.

Baros ise her zamanki Baros'tu aslında. Ama takım çalıştı mı Baros da çalışıyor. Seviyorum seni be kral.

Beni çıldırtan iki isim ise Aydın ve Pino'ydu. Pino'nun Serkan'a attığı topuk pası dışında hiçbir faydalı hareketi yoktu. Pino'yu beğenen birçok taraftar var ama Pino yerine Keita'yı izleyebilsek, bu takım kimbilir kaç gol atacaktı dün akşam....

Aydın'a ise geleneksel Türk spor medyası diliyle seslenmek istiyorum. "Aydın futbolcu değil", "Ben de oynasam ancak o kadar oynarım", "Bank Asya'da bile oynayamaz."

Gelecek haftalar ile ilgili umutlu muyum? Değilim. Baros Karabük maçında yok. Mehmet Batdal sakat. Santrfor olmayan santrforla çıkıp, kanserlerden kanser beğeneceğiz yine. Aydın'ın yerine sol kanadı bir an önce devralması gereken Arda da muhtemelen oynamayacak. Takımın güven vermemesinin en büyük sebebi ise Ayhan ve Serkan gibi isimlerin bu seviyeyi koruyacağının hiçbir garantisi olmaması.

Son olarak da çok eleştirilen Insua'nın banko oynaması gerektiğini söyleyeyim. Çünkü alternatifi Hakan Balta'nın ne vaziyette olduğu ortada. Misimoviç ise maçın sonlarına doğru hareketlenip biraz umut verdi. Zaten maç boyunca atmaya çalıştığı ince düşünülmüş ara pasları nasıl bir yaratıcılığı olduğu hakkında fikir veriyor. Fizik olarak çok parlak bir oyuncu olmadı hiçbir zaman, ama sanki birazcık göbek var şu anda... Ha gayret be Misi.

Kral'a selamı çakıp, yazıyı bitireyim. Umarım vakit bulur ve daha çok yazarım. Bunun Insua'sı, Neill'ı, Ufuk'u, Elano'su, Serdar Özkan'ı var, ama gel gör ki vakit yok.

Philips Stadion'a dev ekranlardan Galatasaray atkısı sallayan moist Eindhoven'dan bildirdi. Görüşmek üzere.

31 Ağustos 2010 Salı

Bienve... ya da neyse...


Camino a Istanbul, en busca de continuidad, espero que salga todo bien!

Devamlılık arıyosun ama geçen sene 44 maçta oynamışsın be Insua. Liverpool'dan kalkıp buraya mı geleceksin, inanalım mı?

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Artık Saçmaladınız Ama...


Yarım saat arayla kimi transfer edeceğini, kimi yalanlayacağını şaşırdı klüp. Bu rezalet bile transferlerin ne kadar rastgele ve panik içerisinde yapıldığının kanıtı.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Lonesome Cowboy


Sahada Ayhan, Barış, Mustafa; kenarda Aydın, ve henüz hazır olmayan Emre ve Cana... Bu fotoğraf çok güzel özetliyor Rijkaard'ın durumunu. Yapayalnız ve çaresiz Rijkaard. Kendisi de Lyiv maçı sonrasında bir hayli tepkiliydi zaten sakatlıklarla ve transferlerle ilgili olarak.

Mehmet Batdal'ın da 2 ay sahalardan uzak kalacak olması tam bir komedi. Yeryüzünde bizim kadar sakatlıklardan çeken bir takım var mıdır, merak ediyorum. Bu seneyle beraber tam üç senedir sakatlık sürekli sakatlık krizi yaşıyoruz.

Taraftarın Rijkaard'a desteğinin tamamen biteceğini düşünüyordum Lyiv maçından sonra. Ama hala Rijkaard'a destek olan, Galatasaray'ın Rijkaard'dan çok daha önemli problemlerinin olduğunun bilincinde olan Galatasaraylılar var. Ben de onlardan biriyim. Rijkaard'la devam edilmesi bu sezonla ilgili tek beklentim. Zamanında Skibbe'yi, Kalli'yi, Gerets'i futbolcular göndertti bu takımdan. İstemediler, oynamadılar, fatura teknik direktöre kesildi. Tıpkı Hakan Şükür'ün, ve şimdi de Arda Turan'ın yaptığı gibi. Gönül ister ki koltuğunun sağlamlığından emin olduğumuz bir teknik direktörümüz olsun, kafasına esen herkes kazan kaldıramasın teknik direktöre. Ama yönetimde böyle bir vizyon var mı? Hiç sanmıyorum...

Yanlız değilsin o klübede be Frank. Biz de yanındayız...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ramazan'dan Önce Kurban Bayramı

Ledesma, Rosicky, Kallström gibi transferlerin yapılmaması halinde neler olacağı az çok belliydi ve beklenen de oldu. Lyiv'e elenirsek kimse şaşırmayacak. Şimdi gündemdeki konu transfer de değil, zira kadroda 11 yabancı oynamadığı sürece hiçbir transfer takımı kurtaramaz. Şimdi gündemdeki konu, bir kurban bulup medyanın önünde kafasını uçurmak.


Taraftar Adnan Sezgin'i suçlu bellemiş. Ali, Serdar ve Musa transferlerinin arkasındaki isim Adnan Sezgin'di. Cana ve Pino için de aynı şey geçerli. Sanırım Adnan Sezgin'e bu kadar öfke duyulmasının sebebi geçtiğimiz 2 seneden alıştığımız seviyede şaşalı isimleri takıma getirememesi. Bana göre bu fazlasıyla gülünç bir sebep.

Haldun Üstünel'in Elano, Leo Franco, Meira gibi karavana transferlerini bir kenara koyarsak Kewell, Keita ve Baros gibi müthiş isimleri takıma kazandırdığı bir gerçek. Özellikle Baros gibi bir ismi nasıl ikna edebildi, hala çözemiyorum. Ya da, Haldun Üstünel'den ziyade, bu isimlerin Galatasaray'a gelmesinde daha büyük rol oynayan şey yönetimin o dönemde transfere yüksek bir bütçe ayırmış olması mıydı? Ben bunun daha yüksek bir ihtimal olduğunu ve Adnan Sezgin'in bu konuda biraz talihsiz olduğunu düşünüyorum. Adnan Sezgin'in transfer fiyaskolarını anlata anlata bitiremez taraftarımız. Ama Kewell-Baros-Keita üçlüsü Haldun Üstünel'in Leo Franco, Meira, Jô, Gio, De Sanctis, Linderoth, Lincoln, Elano transferlerini gölgede bırakıyor. Sanırım taraftar olarak biz de ne yapacağımızı şaşırmışız.


Yönetimin günah keçisine gelince; şüphesiz ki Rijkaard ve ekibi. Haklılık payı, taraftarın Adnan Sezgin'e gösterdiği tepkilere kıyasla daha yüksek. Taktik ve oyuna müdahale anlamında Rijkaard-Neeskens ikilisine çok fazla şey söyleyemem. Onlar buraya bir amaç için geldi ve eğer onlardan 4-4-2'ye geçip ileri top şişirmesini ve dönen toplardan medet ummasını beklersem bu isimlerin değerlerine hakaret etmiş olurum.

Ama teknik ekip hakkında göze batmaya başlayan ve canımı sıkan bir şey var. Takımın koşmayı bırakın, ayakta duracak hali kalmamış. Yerlere göklere sığdıramadığımız kondüsyonerlerimiz ne iş yaparlar, bilemiyorum. Acaba takımdan ümidi tamamen kesip kontratlarının bitimini mi beklemeye başladılar?


Benim suçlumu soracak olursanız, konuya Bursaspor maçına değinerek gireceğim. Volkan Şen'in, Mustafa Sarp ve Hakan Balta'yı tek başına nasıl rezil ettiğini gördük. Kendisini izlemek inanılmaz bir keyifti. Sercan da aynı şekilde mest etti herkesi. Dribblingleri harika ve tek bir topuk hareketiyle karşısındaki oyuncuyu yatırışına bir kaç kez tanık olduk. Ozan İpek ve Turgay geçen sene Bursa'yı sırtlayan isimlerdendi.

Varacağım nokta şu ki, Bursa'nın harika bir Türk oyuncu kadrosu var. Galatasaray'ın Türk oyuncu kadrosu ise tartışmasız bir şekilde Türkiye'nin en kötülerinden biri. Hakan Balta ve Ali Turan, Bank Asya'da yedek kulübesinde oturur ancak bu performansla. Mustafa Sarp o kadar aciz ki rastgele vurduğu topu Volkan Şen kaptığında "el var" diye mızıkçılığa başlıyor. Barış sağa sola koşuşturmaktan başka bir şey yapmıyor. İnsan birazcık kafasını kullanır... Ali Turan, Arda ile ver-kaç'ın "ver" kısmını yapıyor sadece. O da Arda hemen önünde ve boşta duruyorsa... Yoksa korkup geriye dönüyor hemen. Yediği çalımlara, kaçırdığı adamlara girmiyorum bile.

Yenilen ilk golde 10 saniye boyunca cümle aleme rezil olan Mustafa Sarp'ın aklına Volkan'a faul yapmak gelmiyor bir türlü. Bursaspor Mustafa'yı Galatasaray'a yollayarak harika bir işe imza atmış gerçekten. Ali Tandoğan gibi hiçbir yerde tutunamamış, ama Bursa'nın vazgeçilmezlerinden olmuş bir isim de vardı sahada... İşte Türk futbolcusunun bu yönünü çözemiyorum. Ne zaman nasıl oynayacaklar, önceden kestirmesi mümkün değil. Kim derdi ki Kayseri'nin bir numaralarından Ali Turan böyle oynayacak, Milli Takım'ın değişmezi, Galatasaray'ın en istikrarlılarından biri olan Hakan Balta böyle rezil olacak... Hüseyin'den bile fake yiyordu son dakikalarda...

Kısacası Rijkaard ve Neeskens'in aklındaki sistem için elimizdeki Türk oyuncu kalitesi son derece düşük. Eğer iyi futbol izlemek istiyorsak şimdiki rezillik için Rijkaard ve Neeskens'i suçlamak anlamsız. Yetersiz olan ve gitmesi gereken birileri varsa bunlar Ayhan, Gökhan Zan, Barış, Mustafa gibi isimlerdir. Ha yok, futbol hikaye, ben sonuca bakarım derseniz, bu isimlerle kasap havasını iyi oynayacak bir teknik ekip getireceksiniz ve o yönde yeniden düzenleyeceksiniz takımı. Rijkaard ve Neeskens'in bu malzemeyle deneyebilecekleri en sağlam orta saha üçlüsü Neill-Cana-Elano üçlüsü olabilir. O da ne kadar verimli olur bilinmez...


Son olarak Kewell ve Baros'a takımın haysiyetini kurtardıkları için binlerce teşekkür etmemiz gerekiyor. En umutsuz anımızda bir şeyler bekleyebileceğimiz isimler olarak bir tek onlar kaldı. Bu arada Keita gönderildi diye zamanında zil takıp oynayan taraftarlarımıza da selam ederim...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Beyaz Sayfa...

Bloga yazı yazabilecek ferahlığa erişmenin huzuru ile biten maçın asap bozukluğu arasında kalmış durumdayım. Hollanda'ya gelişimin 10. gününde 3. evime yerleştim, temizliği bitirdim, Digiturk'un WebTV denen nimetine üye oldum... Arkadaşlarla biralar dizildi, maçı izliyoruz... Her şey yolunda. Ama geçen koca senede sadece geriye gitmekle meşgul olan takım tüm keyfi kaçırdı.

Takımın kanseri olan duran toplar yenilen ilk golde yine kendini gösterdi. Luc-Mehmet Yıldız mücadelesinde faulun aleyhimize verilmesi büyük bir skandal da olsa bu golleri yemek bize müstehak. Bu üç değil beş değil. Hesabını tutamıyorum artık duran toplarda yenen gollerin.

Bireysel olarak göze batan isim ise Ali Turan'dı. Bu kadar facia bir sağ bek performansı uzun süredir izlememiştim. (Şimdi Bucaspor'un sağ bekine bakıyorum da, Ali Turan kadar kötüymüş o da.) Sabri'ye her fırsatta saydıranlar Sabri'ye şükretmemiz gerektiğini anlamışlardır herhalde.

Biz Türkiye sayfasını kapatıp Hollanda'da beyaz sayfayı açmışken Galatasaray'da da yeni sayfaların açılması yakındır. Yönetimin gideceğini düşünmesem de haftaiçindeki UEFA maçında yaşanılacak muhtemel hüsran çok sevdiğim Rijkaard - Neeskens ikilisinin sonu olabilir. O olmasa da Ekim sonunu zor çıkaracaklar gibi görünüyor. Gitmelerini hala istemiyorum şahsen. Ama Türkiye'deki mentaliteyle uyuşamayacakları da yüksek ihtimal gibi gözüküyor. Sonuçta biz bek ve orta saha yoksunluğundan şikayet ederken Sivasspor bizden daha kaliteli bek ve orta sahalarla mücadele etmiyor. Türkiye'de oynatmamak üzerine kurulmuş düzen. Bizim Hollandalı'ların elinde de Ayhan-Mustafa Sarp varken, oyuna alınabilecek tek oyuncu olarak da Barış Özbek kalmışken fazla bir şey beklememek lazım. Üzerine bir de Emre'yi, Servet'i, Kewell'ı ve goldeki pası dışında olumlu bir şey gösterememiş olan Arda'yı koyun... Tabii bu bakımdan Arda'ya şükretmek lazım en azından golü attırdı diye. Takıma kısa vadede yapılabilecek en mantıklı müdahale, geri dörtlüyü Allah'a emanet edip Cana-Neill-Elano orta üçlüsüne bir şans vermek. Sonuçta ne yaparsak yapalım, geride dikiş tutmuyor.

Yazıyı burada keseyim, zira Eindhoven'ın bar sokağı beni bekler. Bu arada fanatik Galatasaraylı popülasyonu sebebiyle Sivas maçını PSV'nin maçına tercih eden kafamı duvarlara vurmaktayım. PSV 6-0 devam etmekte... Yaz Helvası'na selamlar olsun. Yerleşememem sebebiyle haberleşemedik. En kısa zamanda irtibata geçeceğim :)

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Kesilecek Çok Şey Var Bu Gece...


Lorik Cana transferini birkaç gün, Pino transferini ise birkaç hafta öncesinden duyuran, sitelerinde diğer dedikodulara yer vermeyen Scoutgs bombayı bıraktı. Bize de bilgisayar başında beklemek düştü. Bir de son zamanların popüler deyimi olan "çocuğumu keserim"i mırıldanmak...

Gel bu gece, gel bu gece, kesilecek çok çocuk var bu gece! Geçen sene olsa Rosicky'e sevinmek anlamsızdı, zira Linderoth'la ciddi bir çekişme içine girebilirlerdi. Ama geçen sezon 33 maç oynamış, müzmin sakat imajını silmeye başlamış Rosicky. Ledesma fazla takip ettiğim bir oyuncu değil ama biraz inceleme, aslında Ledesma'nın daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Bu arada üçüncü bir ismin de imzaya yakın olduğu söylenenler arasında.

Bu iki transfer doğruysa Haldun Üstünel unutulmaya yüz tutacak. Ayrıca ben de Florya'ya gidip Aydın Yılmaz'ı döve döve 7 numarayı boşa çıkarttıracağım Rosicky için.

Haberler doğru değilse de beklentilerden yoksun bir sezonu karşılayan durgun taraftarın ruh haline tekrar bürüneceğim.

30 Temmuz 2010 Cuma

2009 - Keita = 2010


Her şey aynı. Önde gidilirken maçın sonuna doğru takımın düşüş yaşamasından tutun da, duran toplarda kaçırılan adamlara, ceza sahasının önüne kadar gelip tıkanmalara, tamamen şanssızlık eseri yenen gollere kadar her şey...

Oyunu tamamen şahsi kalitesiyle değiştirebilme yükü Keita'nın gidişiyle tamamen Arda'nın üzerine binmiş durumda. Arda bu takımdan giderse tarihe geçecek bir hüsran yaşarmış bu takım, belli oldu. Arda'nın huyuna suyuna gitmesi lazım taraftarın bu saatten sonra. Öyle sinemaydı bilmem neydi konuşmamak gerek. Arda'nın kendi deyimiyle "Galatasaray'dan soğutmamak lazım" ki takım dımdızlak kalmasın ortada.

Pino için söylenebilecek tek şey, hareketli olduğu. Aynı şeyin kralını Giovani yaparken yerden yere vuruluyordu. Durum böyle olunca Pino'dan memnun olmak mümkün değil. Ayrıca fiziksel özellikleri bakımından Keita'nın tırnağı olamayacağı kesin. Kimse Pino'dan 2-3 kişiyle omuz omuza mücadeleden çıkıp tek başına ceza sahasına girip Baros'a "al da at" demesini beklemeyecektir zaten.

Mehmet Batdal geçen seneden farklı bir oyun anlayışını da beraberinde getirmiş gibi görünüyor. Son senelerin en verimli dönemlerinden sayılabilecek Lincoln - Kewell - Baros işbirliğinde gördüğümüz dikine ve adam eksilten paslar gitmiş, kanatlardan orta yapılan bir sistem yerleşmiş ileri uçta. Mehmet Batdal'ın hava hakimiyeti isabetli ortalarda çok da kötü değil. Ama havada topa hakim olup kafayı auta vurduktan sonra hiçbir anlamı yok.

Ayhan, Barış, Mustafa Sarp için çok konuştuk zaten. Onlara da bir "den den" koyalım. Kalan üç transfer takımın kaderini belirleyecek gibi duruyor. Şu halimizle bu seneyi de geçiniz.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Bu Arda'yı Ne Yapmalı?



Tıpkı geçen sezonun başı gibi, gümbür gümbür gelen bir Arda Turan bekliyor bizi. Herkesin dilinde de "frikik çalışmış" sözleri var. Fenerbahçe maçında iki frikikle takdir ettirdi kendisini Arda. Topu ayağında çok tutmasıyla hafiften hafife bir Hasan Şaş'lık sezdirse de Arda giderse ne yaparız diye düşünmeden edemiyor insan.

Kaybedilen Fenerbahçe maçlarından sonra klasikleşmiş bir bunalım dönemimiz olur. Hazırlık maçı falan dinlemedi, takım yine karıştı bir yenilginin ardından. Tabii bunda tarafsız medya kuruluşlarının katkısı büyük. Sağolsunlar gecenin saat 2'sinden başlayarak 15 dakikada bir defalarca gösterdiler meşhur otobüs kavgasını bir gün boyunca.

Arda'da Emre Belozoglu tavırları gormek hiç de zor değil. Yaşı ilerledikçe göze çarpıyor bu tavırları. Medyaya tepki, taraftara tepki, oraya tepki, buraya tepki. Sen neden o otobüsten inersin be Arda? Bilmezmisin çarşaf çarşaf yazılacak yaptıkların? Tak iPhone'unu kulağına kapa gözlerini... Gönül isterdi ki daha olgun olabilesin. Böyle şeyleri alttan alabilesin. Tabii bunları buradan yazmak da kolay. Sonuçta kaçımız Arda'nın tecrübe ettiği yoğunlukta bir medya ve kamuoyu baskısının altında kaldık? Kaçımız koca bir camianın en öndeki adamlarından biri haline geldik?

Galatasaray'ı gerçekten seviyorsan söylenenleri sallamayacaksın, ne olursa olsun Galatasaray'dan soğumayacaksın, diye düşünürdüm hep. İşin derinlerine indikçe, Arda'nın kırgınlığının sebebini, kaptanın Galatasaray'a gerçekten bağlı olmasına ama bu sevginin taraftarlar tarafından karşılıksız bırakılmasına bağlayabiliriz.

''Maçtan sonra oradan çıktık ve 45 dakikada durduk. Bu süre içinde taraftarlarla fotoğraf çektirdik. Fenerbahçeli arkadaşlar geldi, onlarla bile fotoğraf çektirdik. Fakat bazı arkadaşlar aşırı hareketler yaptılar. Biz de çok aşarı tepki göstermedik aslında. Yapmayın gibilerinden bir şeyler söyledik. Sonra küfür ettiler. Tabi sinirlenen arkadaşlar oldu. Ama bizim aşağıya inmekteki amacımız onları yatıştırmaktı, gönüllerini almaktı. Görüntülerde de onların gönlünü almaya çalıştığımız ortada. Bize saldırmayı düşünen arkadaşlar oldu. Belki otobüsten inmememiz gerekiyordu. Ama onların gönlünü almaya gittim. Sonra görüntülerde gördüm ki gönlünü almaya çalıştığım kişi bana küfür ediyor. Farkında değildim, canı sağ olsun. Biz Galatasaraylılardan gelecek her şeye razıyız.''

Kaptanın bu sözleri, olgun bir kaptanlığa adım atması yolunda umut verici. Bu sene onun için çok büyük bir sınav olacak. Hiçbir zaman olmadığı kadar magazinlerde yer alacak. Taraftar onu eleştirmek için birçok şey bulacak (ben dahil). Takımın kötü gidişinde (ki kötü gidiş çok muhtemel gözüküyor) Rijkaard'dan sonra hedefteki ilk isim olacak.

Ama unutmamak lazım ki bu sezonla ilgili küçük bir umut ışığı varsa, o da Arda'dır. Takımı karıştırsa da, taraftarı ayırsa da, sevgililer gününde sakatım dese de, ne 10'la oluyor bu iş, ne 10'suz... Kaptanın kendini temize, takımı düzlüğe çıkarması dileğiyle.

Bu arada Arda'nın tatildeki resmini eleştiri amaçlı koymadığımı da belirteyim. Hoşuma gitti sadece. Helalühoş olsun :)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Ronaldinho'yu Uzaktan Sevmek


Dünya Kupası'nda izleyemediğim için üzüldüğüm oyuncuların başında geliyordu Ronaldinho. 2006'da hiçbir halt yapmasa da, yine iyi bir performans göstermeyeceği hemen hemen kesin olsa da, görmek istiyordum adamı.

Açıklaması olmayan bir şekilde büyük bir sempati duyuyorum Ronaldinho'ya. Milan'da tek başına aldığı maçlar olmuştu bu sezon. O maçlardaki görüntülerini tekrar tekrar izlemişliğim vardır. Hele Manchester United maçında ceza sahası içinde yerde sürdüğü topu hemen kaldırıp, 30 santim önündeki Rafael'in koluna çarptırışı sonra da penaltı isteyişi vardır ki unutulacak gibi değil benim için. Kısacası futbolun şovmenlerinden; güleryüzlü, gol sevinci bile akıllara kazınmış bir isim. Dünya Kupaları'nın efsane isimleri gibi başarıları olmasa da ismi her zaman onlarla beraber anılacak Ronaldinho'nun.

Büyük bir "ama" diyerek devam edelim. İnandığımdan değil, ama birkaç gündür Ronaldinho geldi gelecek deniliyor Galatasaray için. Bu transferin ilk imkansız noktası Ronaldinho'nun ücreti. Elano + Franco'nun gönderilmesinden kazanılacak yıllık ücret fazlası Ronaldinho'ya verilebilir. Ronaldinho'nun İtalya'da aldığı yıllık 10 milyon €'ya yakın paranın yüzde bilmemkaçını vergi olarak vereceğini, ama Türkiye gibi futbolcu cenneti bir ülkede bu vergiyi vermeyeceğini düşünürsek, Ronaldinho'nun maddi açıdan tatmin edilebileceğini de düşünebiliriz. Ama 10 milyon €'dan bahsediyoruz... Vergiyle falan olacak iş değil gibi geliyor bana.

Diyelim ki para konusu çözüldü. Ronaldinho'nun Barcelona'da Rijkaard ile kızı yüzünden papaz olduğu haberleri çok popülerdi zamanında. Bunun böyle olmadığını iddia edenler olsa da, o zamanın Barcelona'sından apar-topar gönderildiğini unutmamak lazım. Eto'o ile beraber o dönemki karışıklığın başrolünde olduğu hep söyleniyor ve söylenecek. Oradaki tatsızlığı Galatasaray'a taşımanın manası nedir?


Diyelim ki Rijkaard ile problemi yok, parayı da çözdük. Ronaldinho da imana geldi, içkiyi gece hayatını, pahalı hayat kadınlarını bıraktı... Yine de bu medya o göbeği eritir, senin burnundan getirir Ron!

Keita'nın gidişinin şoku geçtikçe satışının doğru olduğu görüşü de hakim oluyor kamuoyunda. Keita'nın bizim için ne ifade ettiğine bir de şu açıdan bakalım: Fenerbahçe'nin vazgeçilmezi ilan edilen Alex'in TSL'de 14 asisti var. Afrika Kupası'na katılmasına rağmen Keita ligde 12 asistle oynamış, 5 de gol atmış. Ki bu gollerden birini de bomboş kaleye koşan Baros'a pas atmak isterken yanlışlıkla attığını hatırlatayım. Yaz Helvası'nın her zaman beğenip dikkat çektiği gibi Servet'in, Caner'in köklediği topları harika bir şekilde alıp büyük oranda tehlikeye çeviren bir kanat oyuncusuydu Keita. Alış fiyatı fazlaydı. Satış fiyatı da bir o kadar güzel, ama yerinin nasıl doldurulacağı hala meçhul.

Kimileri Elano'nun "Brezilya'daki gibi sağa çekileceğini" söylese de bu bence biraz saçma bir fikir. Hatta en başta Elano'nun Brezilya'da sağ kanatta oynadığını söylemek bile abesle iştigal. Bu düşünce daha önce de bahsettiğim gibi Milan veya Brezilya benzeri bir dizilişe geçilebileceğinin işareti mi, bunu göreceğiz. Bu durumda Ronaldinho çok güzel bir seçim olabilirdi belki.

Ama durum böyle olsa bile Lincoln'ün yarattığı travmayı hala atlatabilmiş değilim ben. Ne olursa olsun, alınmasını istemiyorum böyle bir oyuncunun. Hoşsun, sempatiksin, cambazsın, gösterişlisin, taraftarı ayağa kaldırırsın. Ankara'dan kalkar Atatürk Havalimanı'na gelirim, yönetim geliş saatini açıklamasa da kamp kurarım sen geliyorsun diye. Ama gelme be Ron, olmaz o iş!

Marquez ve Kallström hayalleri kursak da Cana transferine en az bu isimler kadar sevindim. Cana transferi Lincoln ve Ronaldinho gibi "10" numaralardan uzak bir rota çizmişiz izlenimini verdi bana. Şimdi vakit iyi bir sağ kanat, bir stoper, Cana'ya bir yedek, bir de Cana'dan biraz daha ofansif, ondan biraz daha önde oynayan, ama geriyi bırakmayan bir orta saha oyuncusu beklemek vaktidir. Alışveriş listemi yaptım; listenin yıldızı Kallström keşke gerçek olsa...

9 Temmuz 2010 Cuma

Juan Pablo Pino


Resmi siteyi düzenleyenlerin bir şakası mı, yoksa gerçekten dikkatsizlik mi bilemiyoruz ama Juan Pablo Pino idman raporu haberinin görselinde kullanıldığına göre bu transfere de resmi diyebiliriz.

Pino son 3 sezonda 65 maça çıkmış. Geçen sezon ise 18 maç oynamış. Bu bilgiler doğrultusunda yükselen grafiği olan bir oyuncu olduğunu söylemek zor. Beni çok fazla sevindiren bir transfer olmadı ama ne olacağı belli olmaz. 6+2+2 düşünüldüğünde Serdar Özkan'dan daha güvenilir bir rotasyon oyuncusu olacağı yüksek ihtimal. Ama ne kadar bonservis ödeneceği ve kendisinin alacağı yıllık ücret, bu transferin doğru veya yanlış olarak değerlendirilebilmesi için gerekli parametreler. Hayırlı olsun diyelim şimdilik...

Lorik Cana!


Senelerdir süregelen Gattuso hayranlığımın en büyük sebebi, Mehmet Demirkol deyimiyle, bayrak futbolcu olmasıdır. Kulübüyle özdeşleşmesi, hırsı, forma için yapmayacağı şeyin olmamasıdır. Taraftarın aşık olacağı cinsten, taraftar hırsıyla oynayan bir oyuncu olmasıdır. Lorik Cana tam olarak böyle bir oyuncu. Neill ile bu konuda bazı ortak noktaları var. Umarım harika bir uyum ve istek getirirler takıma.

Mehmet Topal'ın satıldığı fiyata Mehmet Topal'dan -bana göre- fersah fersah daha iyi bir oyuncu aldık. Demek ki Haldun Üstünel'de değilmiş olayın sırrı. Gerçekten de takım çalışmasıymış bu transfer işleri. Veya Adnan Sezgin, Haldun Üstünel'den çok şey kapmış. Cana transferi geçen seneki şaşalı transfer döneminden aşağı kalır bir transfer değil. Hatta ihtiyaç duyulan mevkii bakımından çok daha yerinde bir transfer. Takımdaki bu eksikliğin görülmesi için 1 sene geçmesi gerekmemeliydi, ama sonunda uykumdaki "Ernsti bize verin!" sayıklamaları sona erecek gibi görünüyor. Umarım Cana tarzı bir transfer daha yapılır orta sahaya zira sakatlıklar ve Cana'nın oyun tarzı biraz endişelendiriyor beni. Özellikle takip ettiğim bir oyuncu olmasa da ilk izlenimlerim biraz "kasap" biraz da asabi bir oyuncu olduğu. Türkiye'de oynadığı her maçta kırmızı yeme şansı diğer oyunculara göre daha fazla.

İlginç başka bir nokta da Cana'nın babasının Türk oluşu. Çok imkan vermesem de babasından dolayı Türk statüsünde oynaması gündeme gelebilir. Büyük ve harika bir sürpriz olur böyle bir şey mümkünse.

6 Temmuz 2010 Salı

Aklınızı Seveyim Aklınızı...


Mert Çetin sevincimin ardından birkaç saat geçmişti sadece ki duyabileceğimiz en acı haberlerden birini duyduk 1 saat kadar önce.

Harry Kewell'a cüzzamlı muamelesi yaparak yüzüne bakmayan, 2 senelik kontrat için ağlatan, Caner'i Arda'nın keyfi kaçmasın diye gönderen, Giovani gibi Ribery'nin 3'te 1'i kadar olsa bile kâr ettirecek bir oyuncuyu elinin tersiyle iten bir yönetimin Keita'yı göndererek ne yapmaya çalıştığını anlamakta çok güçlük çekiyorum.

Harry'nin "Rijkaard kalmamı istemişti" açıklamalarını hatırlatarak kanat oyuncusu kıtlığını çok da arzulamayan teknik ekibimizi temize çıkarayım hemen. Bu satış çılgınlığı geçen sene yapılan harcamalardan geri dönüş alamayan yönetimin panik halinden kaynaklanıyor.

Yine de geçen seneki transfer harcamalarından şikayetçi olmak hâlâ zor bizim için. Gelen isimler çok büyük isimlerdi ama şanssızlık ve orta sahadaki hesabın tutmaması batırdı bizi. Kasadaki para ve 2 sene sonrasının locaları da bitince yapacak çok da bir şey kalmamıştı.

8.15M € fena para değil. Ama Keita'nın aldığı parayı da hesaba katarsak 7M €'luk oyuncudan kâr etmemiş olduk. Türkiye'deki açık ara en iyi oyuncuydu Keita bana göre. Avrupa'da da piyasası olabilirdi. Ama çıkabileceği en yüksek rakam taş çatlasa 10M € olurdu. Yani Keita'dan kasamıza girecek para çok da fena bir para değil. Kâr edilememesi konusunda da "Lyon'dan pahalıya gelmiş o zaman" demekten başka yapacak bir şey yok. Mesela Lyon'dan 5 milyon gibi bir rakama almış olsaydık çok kârlı bir satış olurdu bu.

Keita'nın antipatik hareketlerine de değinmek lazım. Taraftarın hatırı sayılır bir kısmı Trabzonspor ile oynanan maçta yaptığı gösteriye büyük tepki göstermişti. Brezilya maçında Kaka'ya yaptığı hareket bir kısmın Keita'yı tamamen silmesine sebep oldu. Galatasaray'ın oyuncusu olmadığını söyleyenler de oldu, defolup gitsin diyenler de... Açıkçası benim çok da umurumda değildi çünkü diğer meziyetleri bu açıklarını fazlasıyla kapatıyordu. F.bahçe'ye karşı başımıza iş açsa da At.Madrid karşısında takımı kurtararak büyük maçlarda da etkili olabileceğini göstermişti.

Şimdi en büyük merak konusu seneye kanatlarda ne halt yiyeceğimiz... Neeskens sezon sonunda taktik değişikliklerin olabileceğini söylemişti. Kanat oyuncularının teker teker elden çıkarılması Milan benzeri kanatsız bir dizilişe geçeceğimizin habercisi midir? Eğer öyleyse Serdar neden alındı? Kanatlar kullanılacaksa neden Serdar ve Aydın'a kaldı kanatlar? Harry geri dönse bile 20'den fazla maç oynamayacağını düşünürsek; Arda'nın sevgililer gününü, ramazan bayramını, Sinem'le tanışma yıldönümünü falan da hesaba katarsak yine sancılı, tatsız tutsuz bir sezon bekliyor bizi. Vallahi insan üzülüyor Rijkaard'a, Neeskens'e, Baros'a falan...

Son olarak, yolun açık olsun Popito! Çok sevdik biz seni. İsmini de unutulmayanlara yazdık. Taklalarını çok özleyeceğiz...