18 Ekim 2010 Pazartesi

Vizyon...


Ülkenin vizyonu vizyonsuzluk. Gecenin rezilliği sahadaki takım kadar tribünlerdeki taraftarlardı da. Rijkaard geldiğinde "vizyon, vizyon..." diye böbürlenen taraftar "İmparator Fatih Terim" diye bağırıyor.

Takımdaki sorun nedir, kimsenin sorguladığı yok. İlk hedef her zamanki gibi teknik direktör. Baros'u ayırıp, sahada geriye kalan herkesi çöp torbasına sokuşturup bir kenara atmak lazımken, anlamsız bir uğultu yükseliyor tribünlerden. Taraftarın takıma vermesi gereken en önemli mesaj bir taraflarını yırtarcasına Baros diye bağırmaktı halbuki. Belki sahadaki ruhsuzlar biraz olsun utanırlardı.


Okan, Tugay, Bülent, Popescu, Hagi, Arif, Hakan Şükür gibi oyuncuları getiren, yetiştiren bir kulüptü bu. Sayısız genci çıkarıp, uzun seneler gözü kapalı güvenebilirdik. Okan Buruk daha gencecik bir oyuncuyken, ayağının kırılması bizim için büyük bir kayıptı. Çünkü keyfi oynamazlardı. Her maç ne bekleyeceğimizi bilirdik onlardan.

Aydın Yılmaz ve Barış Özbek gibi ağıza bir parmak bal çalıp sonra kaypak ve karaktersiz bir şekilde bu takımda vakit geçiren adamlara yer yoktu. Mustafa Sarp gibi hedefi olmayan, 6 ay parlayıp sonra saha içinde maç seyreden adamlar bu takımda hiç barınamazdı bundan 10 sene önce. Ya da Mehmet Topal gibi, önce oynarmış gibi yapıp, Valencia'ya kapak atma fırsatı önüne gelene kadar kılını kıpırdatmayan adamlar da olmadı hiç.

Hakan Şükür gibi, Arda Turan gibi, Servet Çetin gibi, sallantıdaki teknik direktörü yollamak adına saha içinde hayalet misali dolanan adamlar da yoktu eskiden. Hepsi son 10 sene içerisinde başladı bu takımı kontrol etmeye, takımın kaderini çizmeye.


Arda Turan Galatasaray'ın ve Türkiye'nin en önemli futbol figürü olabilecek bir potansiyele sahipken, elinde Galatasaray'dan oyuncu -hatta hoca- gönderecek gücü, "küstüm oynamıyorum" diyecek lüksü buldu. El oğlu Mesut'a makul ve mantıklı bir kariyer planlaması çizerken, biz Arda'yı, yönetim olarak, taraftar olarak, medya olarak, kafası karışmış, ne yapacağı belli olmayan bir el bombasına çevirdik. Biz Arda'ya bir maç küfredip, sonraki maç özür dileyecek yüzü bulduk kendimizde.

Zamanında Ilie, Filipescu, Taffarel, Hagi, Jardel gibi yabancılar alınırken, Lukunku'lar, Cristian'lar gördük. Şimdi de Adnan Sezgin'in büyücüsü Pino gelir oldu. 3 koca sezonda Monaco'da 60 maçı anca oynamış Pino'yu, televizyonlar "Bordeaux maçında çok iyi oynamıştı, o maçı da zaten Bordeaux aldı" diyerek tanıttı, yazık! Tek başına maç alan adamdı Keita; deplasmanda oynamıyor, dendi. Şimdi Sami Yen'de maç alacak adam da kalmadı.

Bu arada doğru yapılmaya çalışılan işer de oldu. Gerets, Baros, Kewell, Keita, Skibbe, Rijkaard gibi hamleler yaptı bu takım. Hepsi mantıklı, üzerinde düşünülmüş hareketlerdi. "Vizyon" sloganlarıyla başlayan bu hareketlerin hepsi yeniçeri mantığıyla kesilip atıldı.


Gerets gibi bir adam yollandı, yerine Kalli geldi; eskiye pek meraklıyız ya. Skibbe döneminde Boekamp yollandı, Ümit Davala yollandı, bir teknik direktörü işinden soğutmak için her şey denendi. "Vizyon"dan "bizim evladımız" modeline dönülüp, bu takımın en önemli sembolleri Bülent Korkmaz ve Hagi gibi isimler rezil edildi. Medyaya, skor taraftarına kurban verildi.


Takımda nice derin kanserler varken, Keita'nın disiplini battı camiamıza. Şimdi ise Servet Çetin denen karaktersiz, milyonlarca insanın önünde kendi teknik direktörüne "ayar veriyor" kendince. Apaçık itiraf ediyor; "Bana güvenmedi, ben de oynamadım."

Yine televizyonlarda, gazetelerde, internette "Galatasaray'da değişim" lafları dolanıyor. Ne değişiminden bahsediyorsunuz? Galatasaray'daki kısır döngünün yeni bir devridir sadece yaklaşmakta olan şey. Tugay diyen de var, Abdullah Avcı da. Hagi'de, Bülent Korkmaz'da görmemişiz gibi aynı filmi. Hangi değişimden bahsediyorsunuz?


Tabii bir de taraftarın istediği Fatih Terim! Galatasaray'ın 2000'lerin başındaki momentumunu koruması için bulunmaz bir şanstan, Lucescu'dan olduk Fatih Terim yüzünden. O gün bu gündür, 8 senedir beli doğrulamadı bu takımın.

4 yönetim ve sayısız teknik direktör geçti bu takımdan geçtiğimiz 10 sene içerisinde. Eğer değişim Rijkaard'ı yollayıp, Tugay'ı, Fatih Terim'i getirmekse; değişim yönetimi istifaya çağırıp, yaldızlı isimlerle propaganda yapan yeni bir yönetimi seçmekse, yani senelerdir çektiğimiz çileyi yeniden başa sarmaksa, ben almayayım.


Sürekli değiştik değişmesine de, değişirken kimsenin arkasında durmayı bilemedik. Hagi'nin adı "Hırsızlar!" lafıyla yazılır oldu, leş kargalarına meydan verip "Gitsin, takımı ne hale getirdi" dedik, gönderdik. Yönetimler önümüze atıldı, Fatih Terim gelecek diye onları da gönderdik. Milyonlarca taraftar, teknik direktörüne gözü dönmüşcesine "istifa" diye bağırırken, hangi yönetimin gücü, cesareti yeter ki devam etmeye? Teknik direktör gider, sonra sıra yönetime gelir. Maksat, değişelim.

Bu berbat enkazın en büyük sebebi bitmek bilmeyen "değişimimiz" zaten. Artık bir durup düşünmemiz gerek. Gerçekten değişmek mi istiyoruz? Öyleyse bu "değişimler" süresince hiç kullanmadığımız "istikrar" kelimesinin anlamı üzerine biraz kafa yormak gerek.

Hiç yorum yok: