Bu haftanın notlarına tenisten "güzel mi güzel" bir haberi aktararak başlayalım. Maria Sharapova bu yılın ilk turnuva zaferini Tokyo Açık tenis turnuvasında kazandı. Turnuvanın prestijinden ziyade Maria Sharapova'nın dönüşü haberin önemini artırdı. Kadınlar tenisi Justine Henin'in ayrılmasından sonra ciddi bir krize girdi. Jankovic, Ivanovic, Safina gibi yeni yıldızların istikrarsızlığı, Williams kardeşlerin artık hangisinin kazanacağını merak bile etmediğimiz finalleri kadınlar tenisinin iyice gözden düşmesine neden oldu. "Anne" Kim Clijsters'ın markete süt almaya giderken uğrayıp kazandığı Amerika Açık da artık kadın tenisinin süper yıldızlara ihtiyacı olduğunu ispatladı. Kadın tenisinin son yıllarda çıkardığı en önemli süper yıldız Maria Sharapova bu turnuvayı kazanarak WTA sıralamasında 15. sıraya yerleşti. Umarım bu zaferi onun geri dönüşünün başlangıcı olur ve kadınlar tenisi yeniden saygınlığına kavuşur.
Ankaraspor küme düşürülürken İ.Melih Gökçek Galatasaray - Ankaragücü maçında pişmiş kelle gibi sırıtmakla meşguldu. Emek harcamadan sahip olunanların kaybı da insanları pek üzmüyor anlaşılan. Belediye kulüplerinin futbola hiç bir hizmette bulunmadıklarına ve önceliği amatör branşlara vermesi gerektiğine inanıyorum; ama belediyeler başlarındaki basiretsiz yöneticilerin reklam ajansı olarak hizmet verdiği sürece amatör branşlara destek hayalden öteye geçmez.
Fenerbahçe 8'de 8 yaptı, bloga yazan çıkmadı. Sanıyorum Fenerbahçe taraftarı sorunlarla boğuşunca daha mutlu oluyor. Şaka bir yana Fenerbahçe 10. haftadaki derbiyi kazanması halinde henüz ligin başında önemli bir puan farkı elde edecek. Bu senenin über kadrosunu kuran Galatasary'da orta sahanın ortasında veya geride oynanayan oyuncuların pas yapamaması ve geriye koşamaması gibi sıkıntılar baş gösterdi. Ben derbi lafıyla fitilin ucunu ateşleyeyim yazar arkadaşlar da buradan devam etsin istedim.
Bülent Uygun Sivasspor'u bıraktı. Bir mucizeyi yaratıp tarihe geçmek üzereydi, biraz kendi hataları biraz da düzeni değiştirememesi sebebiyle başaramadı. Bülent Uygun, Champions dergisinin umut vaadeden teknik direktörler listesinde yer almakla kalmamış, maç öncesi mehter marşı dinletmesiyle de manşete oturmuştu. Bundan sonra bu başarının üstüne çıkabilecek mi göreceğiz, ama futbol camiasının balık hafızalı olduğunu unutmaması gerek. Müstakbel kulübünde, "ben Sivas'tayken" açıklamaları yaparsa bileti erken kesilir.
Bursa'da haftaya çarşamba günü Türkiye - Ermenistan maçı var. Terörist Diyarbakır halkına stadı dar eden Bursalı bozkurtlardan Ermenilere de geçit vermemesini, sonra da Bizans tekfuruna karşı olan mücadelelerinde gazalarının mübarek olmasını temenni ederim. ( Dalga geçtiğimi anlamayanlar varsa Fanatizm başlığı altındaki yazıları okumalarını rica ederim.)
Fernando Alonso sonunda hayaline kavuştu ve Ferrari'yle 3 yıllık anlaşma imzaladı. Schumacher sonrası dönem için hazırlıklarını iyi yapan takımım McLaren Hamilton - Alonso ikilisiyle önümüzdeki yıllar şampiyonluklara ambargo koyacak bir ekip oluşturmuştu; ancak takım içi sorunlar ve Hamilton - Alonso çekişmesi bu hayallerimizi suya düşürdü. Şimdi zamanının iki düşman kardeşi, F1 şampiyonluğu için çekişirken, F1'in en büyük rekabeti olan Ferrari - McLaren çekişmesini de doruğa çıkaracak. Bu arada Tokyo'da yapılan yarışı kazanan Sebastian Vettel az olan şampiyonluk umudunu korudu. Buradan McLaren yönetimine sesleniyorum, yarış bilmez çakma Finli Heikki Kovalainen'i bırakıp Vettel'i alın kardeşim, adamın yeteneği ortada. Zaten Kubica'yı Renault'ya kaptırdınız.
Polonya'da düzenlenen Avrupa Kadınlar Voleybol Şampiyonası'nı İtalya kazandı. Olimpiyatlar'da ilk dörde takım sokamayan Avrupa kıtasında şampiyonluğun prestiji de haliyle azaldı. Olimpiyatlarda şampiyon olurken 8 maçta yalnızca 1 set veren ve deyim yerindeyse uzay voleybolu oynayan Brezilya'nın seviyesinin çok uzağında bir voleybol kalitesi vardı. Milli takımımız kötü başladığı turnuvayı 5. kapatarak fena olmayan bir dereceyle bitirdi. 2003'ün efsane kadrosundan bir tek Neslihan'ı barındıran ekip bir skorer daha çıkarabilirse 2011'de başarıyı yakalayabilir. Bu arada milli takımın pasörü 1990 doğumlu Naz Aydemir'e "niye Fener'e gittin" diye sitem edip Eczacıbaşı'ndaki güzel günlerinin anısına koyduğumuz Wikipedia'daki fotoğrafı ile yazıyı bitirelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder