19 Ekim 2009 Pazartesi

Malta Şahini : Anti – Kahraman ve Kara Film için bir Kilometre Taşı



Yönetmen John Huston’ın ilk filmi olan Malta Şahini, kara film (film noir) türünün en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Öncelikle filmin çekildiği 1941 yılında ABD’nin genel ruh halinin incelenmesi filmin analizini yapmak için faydalı olacaktır. 1929 yılında yaşanan ekonomik krizin yarattığı büyük buhran döneminin ardından 2. Dünya Savaşı’nın başlaması bütün dünyada olduğu gibi ABD’de de karamsar ve umutsuz bir atmosferin oluşmasına sebep oldu. Bu savaş atmosferinin içinde saf iyi ve saf kötü kavramları da kaçınılmaz olarak tartışılmaya açıldı. Dönemin bu özellikleri de sinemada kara film olarak adlandırılan türün doğuşuna zemin hazırladı. Adının da çağrıştırdığı gibi kara filmler, suç dünyasının tekinsiz atmosferini aktaran ve belirgin hatlara sahip karakterlerin yerini ne yapacağı kestirilemeyen karakterlere bırakan bir yapıya sahipti. Bu türe ait filmlerin vazgeçilmez unsurları olan anti-kahraman, femme fatale ve şişman kötü adam karakterlerini içinde barındıran Malta Şahini de türün kilometre taşı filmlerinden biri olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Yine dönem özellikleri olarak filmin doğal konuşma tonundan uzak diyaloglarını ve stüdyoda yapılmış çekimlerini gösterbiliriz.


Malta Şahini’ni bugün dahi hatırlanmasını sağlayan esas isim olan Humphrey Bogart, bir anti kahraman tiplemesinin bütün özelliklerini bünyesinde barındırmaktaydı. Bir jön olmak için yeterince yakışıklı bulunmayan Bogart, seyirciye mesafeli bir duruşa sahip olması gereken anti kahramanlar için ise aranılan oyuncu tipiydi. Malta Şahini’ndeki karakteri Sam Spade ise ahlaki değerlere ve aşka inanmayan, kendi çıkarlarını daha üstün tutan anlayışı ile bir anti kahramanın prototipini çizmekteydi. Ortağının karısı ile ilişkiye giren, ortağının ölümünün ardından şirketin isminden ortağının ismini atmakta sakınca görmeyen Sam Spade, ortağının öldürülmesinde polislerin de haklı olarak şüphelendiği bir isim haline gelmekteydi. Bu şüphelerden rahatsızlık duymayan Sam Spade, kendisini polisle işbirliği yapmaya mecbur da görmüyordu. Yine kadının yalan söylediğini itiraf etmesinden sonra “biz sizin 200 dolarınıza inandık” diyerek yaptığı mesleğe olan bakış açısını otaya koyuyordu. Filmin sonunda da kendisine aşık olduğunu söyleyen kadına inanmayarak, mantıksal bir analiz sonucunda kadını polislere teslim etmeyi daha uygun görmüştü. Herşeye karşın filmin sonunda polislerle işbirliği yaparak suçlu kadını teslim etmesini, yine kendisine Malta Şahini davasındaki emekleri dolayısıyla müşterisi tarfından verilen 1000 doları polise vermesini Amerikan seyircisine ahlaki değerlerin romantizme üstün geldiği mesajının iletilmesi için yapıldığını söyleyebiliriz.



Malta Şahini filminin önemli bir film olarak sayılmasının bir diğer nedeni de neredeyse başrolü Bogart ile paylaştığını iddia edebileceğimiz “Malta Şahini” . Film içerisinde sürekli atıfta bulunulan bu nesne, gerek filme ismini vererek gerekse film boyunca üzerine anlatılan efsanelerle vurgulanarak seyircinin gözünde önemini gittikçe artırıyor. Öyle ki, filmin sonunda bu nesnenin sahte çıkması ile dahi tutkulu takipçileri davanın peşini bırakmayıp 17 yılın ardından bir yıl daha aramak üzere yola çıkıyorlar. Filmin sonunda bu heykelin hangi maddeden yapıldığı sorusuna Sam Spade “rüyaların yapıldığı madde” diye cevap vererek nesnein uğruna verilen savaşın boş bir çaba olduğunu ima ediyor. Nesneye yapılan bu vurgu ile filme heyecan katma arayışını özellikle Tarntino’nun Pulp Fiction filmindeki çanta ile yeniden görmek mümkün. Filme ise yeni bir türün kapılarını araladığı ve Humphrey Bogart gibi efsanevi bir oyuncuyu sinemaya kazandırdığı için teşekkür etmeliyiz.

Hiç yorum yok: