8 Eylül 2010 Çarşamba

Kırmızı Pazartesi - Gabriel Garcia Marquez


"Bana bir ön yargı verin dünyayı yerinden oynatayım."

Bazı yazarların kendisini o kadar belli eden bir üslupları vardır ki, sanırsınız ki yazdıkları bütün öyküler aslında aynı mekan ve zamanda geçiyor ve bütün karakterler de birbirlerini tanıyorlar. Türk edebiyatında bana bu hissiyatı en çok yaşatan isim Yaşar Kemal'dir örneğin. Dünya edebiyatında benzer bir üsluba sahip olan isim ise şüphesiz Gabriel Garcia Marquez.

Kendisi de yazarken benzer bir hisse kapılıyor olmalı ki, Kırmızı Pazartesi öyküsüne Yüzyıllık Yalnızlık'ın unutulmaz karakteri Auerilano Buendia'yı(gerçi romanda aynı isimli birden fazla karakter vardı) mağlup eden bir generalin oğlunu dahil etmiş. Zafer kazanmış generalin oğlu kasabaya farklı coğrafyadan gelen Bayardo San Roman'ın, evlenmek istediği Angela Vicario'nun bakire olmaması nedeniyle Angela'yı evine geri bırakması üzerine Vicario kardeşler namus cinayeti işlemeye karar veriyorlar. Maktul Santiago Nasar'ın Angela Vicario'yla ilişkiye girip girmediği ise kimse tarafından bilinmiyor. Düğünün yapıldığı geceden sonra sabah 5'e karşı tüm kasabanın bildiği ise o sabah cinayetin işleneceği. Buna karşın kimsen cinayeti engellemek için pek de gönüllü davranmıyor.

Marquez'in yarattığı tek mekan ve zaman hissiyatında, Güney Amerika'nın ortak konularına değinmesinin önemi büyük. Özellikle dinin insanların hayatları üzerindeki etkisi bu öyküde de belirgin şekilde hissediliyor. Bekaretin cinayet işlemeye varacak kadar önemli bir mevzu haline gelmesinde, bu coğrafyadaki Katoliklik etkisini göz ardı edemeyiz. Pek çok ailenin birbiriyle akraba olması (örneğin öyküyü birinci ağızdan anlatan karakterin hem katiller hem de maktul ile akraba olması) ve herkesin birbirini tanıdığı mekanlarda geçen hikayeler de diğer Marquez öykülerini hatırlatıyor. Kırmızı Pazartesi gibi oldukça kısa bir öyküde bu kadar çok karakterin başarılı bir şekilde öyküye katılması ise Marquez'in ustalığının bir işareti.

Kırmızı Pazartesi öyküsünde mekanın ve toplum hayatının dışında Gabriel Garcia Marquez karakteristiklerine rastlamak da pekala mümkün. Aşık olunan güzellikte ve şefkatli fahişeler, Pedro Vicario'nun işeme probleminde olduğu gibi ufak ayrıntıların detaylı bir biçimde anlatılarak hafızaya kazınması, yıllarca yazılan ve cevap alınamayan mektuplar, Marquez'e has mizah algısı (cinayeti engellemek için Vicario kardeşlerin ellerinden bıçakları alan albayın, cinayet sontasında "Hay allah! Demek başka bıçaklar almışlar" demesi gibi) Marquez'in roman üslubunu özleyenlere ilaç gibi geliyor.

Bu kadar çok ortak Marquez özelliğine karşın, öykü Marquez'in meşhur büyülü gerçekliğinden bir nebze uzak bir çizgide kalıyor. Herkesin bildiği bir cinayeti kimsenin engelleyememesi gerçekliğin dışında bir durum gibi gözükse de, Marquez'in diğer romanlarından farklı olarak doğaüstü olayların öykünün gelişiminde herhangi bir rolü yok. Öyküdeki her karakter kendince bir nedene inanarak kardeşlerin cinayeti işlemeyeceğine ikna oluyor. Gelişmelere kimsenin müdahale etmemesinde, Vicario kardeşlerin cinayet işlemeyeceğine dair inanç kadar, Nasar'ın Arap kökenli ve zengin olmasının yarattığı ırkçı bir tepki de var. Yine dinin etkisiyle yönetilen halkın namus cinayeti işlenmesini haklı bulduğu gerçeğini de atlamamak lazım. Marquez ise, Nasar'a cinayet günü giydirdiği beyaz gömlekle tarafını belli ediyor.

119 sayfalık bu kısa öykü, Yüzyıllık Yalnızlık ve Kolera Günlerinde Aşk gibi Marquez şaheserlerini okuyup tadı damağında kalan okurlar için Marquez'le bir hafta sonu daha kaçamak yapmak için ideal görünüyor. Eğer bahsettiğim romanlardan birini okumadıysanız, bu kısa öyküden önce o romanlara bakıp Gabriel Garcia Marquez'in üslubuyla tanışmanızda fayda var.

Hiç yorum yok: