Hiddink
ile yaşadığımız milli takım serüveni tatsız bir şekilde sona erdi. Bu süreçte
yaşanan gelişmeleri, özellikle kadrodaki değişimi ön planda tutarak, blog
aracılığıyla gözlemlemeye çalıştım. Artık geride kalan bu süreci değerlendirmek
için, geleceğe dair fikir yürütmeyi de içine alacak şekilde bir sonuç yazısına
ihtiyaç var. Yazının içinde hem Hiddink’in neleri başarıp neleri başaramadığını,
özellikle başarısızlıklta ne kadar payı olduğunu sorgulamayı, hem de 2014
öncesinde gerçekçi hedefimizin ne olması gerektiğini değerlendirmeyi
amaçlıyorum.
Öncelikle
Hiddink’le geçen bir buçuk yılın kısa bir özetini çıkaralım. Hiddink, milli takımın
başındaki ilk maçlarına ABD kampında çıktı. 31 kişinin yer aldığı kadronun, 6
sakat oyuncunun da katılımıyla milli takım havuzunu oluşturması bekleniyordu.
Euro 2008 kadrosunun ve 2009-10 sezonunun çıkış yapan isimlerinin oluşturduğu
bu kadro, Kazakistan ve Belçika maçlarından 6 puanla ayrılmayı başardı. Ekim
ayında oynanan Almanya ve Azerbaycan maçları ise, bu iskelet ile yola devam
etmenin imkansız olduğunu ortaya koydu. Önce Berlin’de oynanan; ancak iç saha sayılması
gereken Almanya maçında sönük bir performansla 3-0 yenilen milliler, sonrasında
akıl almaz bir şekilde Azerbaycan maçından da mağlubiyetle ayrılınca, değişim
kaçınılmaz hale geldi.
Hiddink,
Hollanda ile oynanan özel maçla birlikte, yeni sezonun parlayan isimleri ve
Almanya’daki Türk kökenli oyuncularla birlikte yeni bir jenerasyon yaratma
operasyonunu başlattı. Özellikle Almanya kökenli oyuncuların milli takıma
gelişlerini transfer olarak değerlendirmek yerinde olacaktır; ama bunu sonraya
bırakıp özete geri dönelim. Kritik Avusturya maçında sahaya çıkan Nuri-Selçuk
İnan-Mehmet Ekici orta sahası, Hiddink’in değişime hevesli olduğunu gösterse
de, takım oyun olarak istenen seviyeye bir türlü ulaşamıyor, maçlar ise Arda
Turan’ın doğrudan katkılarıyla istediğimiz şekilde sonuçlanıyordu. Arda’nın, Avusturya
maçında perdeyi açan ve Kazakistan maçında son saniyede gelen golleriyle
Belçika maçındaki harika asisti , Avusturya deplasmanında kaçırdığı penaltıyı
hoş görmemiz için yeterli oluyordu. Tabii o zamanlar Azerbaycan mağlubiyetiyle
birlikte bu iki puanın belki de play-off’ta seri başı olmamıza engel olduğunu
bilmiyorduk. İçeride alınan Almanya mağlubiyetine karşın, Azerbaycan
galibiyetiyle eşiği aşmayı başardık ve play-off’a kapağı attık. Kritik eşleşmede
ise Hırvatistan karşısında varlık gösteremeyerek, Euro 2012 biletini kaçırdık.
Hiddink
ile geçen günlerin özetini kayıtlara geçirdikten sonra, Hiddink’in milli
takımdaki başarısını tartışalım. Hedemizi Euro 2012’ye katılmak olarak
koyduğumuza göre, Hiddink’in bu süreçte başarısız olduğunu söylemek yanlış
olmaz. Ancak, yazıyı bu kadar kısa kesmeden önce hatanın nerede yapıldığını
tespit etmek gerekir. Euro 2012’ye katılmak için iki şansımız vardı: Grupta
Almanya’yı veya play-off’ta Hırvatistan’ı geride bırakmak. Hiddink, elenmemizin
ardından yaptığı açıklamada: “Almanya da, Hırvatistan da bizden güçlü takımlar.
Ne bekliyordunuz ki?” diye soruyordu. Bana göre Hiddink’in bu açıklaması %100
doğru. Peki o zaman hata nerede?
Hatanın
Hiddink’e ait olan kısmına yukarıda değindim: Play-off’ta seri başı olmamızı
sağlayabilecek 5 puanı alamamak. Eğer bu maçlarda almamız gereken puanları
alabilseydik, İrlanda’yla aramızdaki küçük fark bizim lehimize olabilirdi. Bu
sayede Hırvatistan’ın bir seviye altındaki takımlarla eşleşme şansımız vardı;
ama bunu gerçekleştiremedik. Sonuç olarak play-off’a seri başı olarak giren 4
takım da Euro 2012’ye kalmayı başardı. Tabii burada bütün sorumluluğun Hiddink’e
ait olmadığını not düşelim. Play-off torbaları 2008, 2010 ve 2012
turnuvalarında alınan puanlar üzerinden hesaplandı ve 2008’in yarı finalisti
olan Türkiye, 2008 ve 2010’a katılamayan İrlanda’nın gerisinde kaldı. Neden mi?
Azerbaycan ve Avusturya kayıpları kadar, geçmiş turnuvalarda Estonya, Malta,
Moldova gibi takımlara kaybettiğimiz puanlar yüzünden.
Tarihimiz
sıra dışı başarı ve başarısızlık hikayeleriyle dolu olduğu için, bu hesapları
yapmayı bir türlü başaramıyoruz. Örneğin ortak hafızamıza yer eden Letonya
mağlubiyetinden ötürü seri başı olmanın önemini kavrayamıyoruz. Veya yalnızca 5
turnuvaya katılıp iki yarı final bir de çeyrek final gördüğümüz için, toplamda
33 kez oynanan Avrupa ve Dünya Kupaları sonuçlarını karşılaştırdığımızda bize
karşı 32-1 üstünlüğü olan (tek istisna Euro 2000) Almanya’yı yenemeyince dünya
başımıza yıkılıyor. 2014 serüveni başlamadan önce şunu iyice anlayalım: Milli
takımlar düzeyinde her maçın önemi büyük. Buna beşinci veya altıncı torbadan
gelen takımlarla yapılan maçlar da dahil, özel maçlar da.
2014
elemeleri başladığında kafası kesik tavuklar gibi dolaşmamak için, gerçekçi
hedeflerimizi bugünden koymakta fayda var. Hollanda, Macaristan, Romanya,
Estonya ve Andorra’nın bulunduğu grupta gerçekçi hedefimiz play-off’a kalmak
olmalı. Grup birinciliği için Hollanda ile karşılaşabilmek için, o maça kadar
matematiksel şansımızı devam ettirecek noktada olmalıyız. Play-off’ta torba
uygulaması olacaksa, seri başı olmaya yetecek kadar puan toplayabilmek için
elimizden geleni yapmalıyız. Bütün ikinci torba takımlarının potansiyel
play-off adayları olduklarını hesaba katarak, gerekirse şimdiden bu takımlar
hakkında bilgi toplamalıyız. En kötü ikinci play-off’ta yer alamayacak,
sonuçları ikinci olmaya yeter şeklinde değerlendirmeden bunu da aklımızda
tutalım. Bir de, yeniden yapılanma laflarıyla Hiddink’in kurduğu geniş kadroyu
bir kenara atmayalım lütfen. Hiddink’in Almanya’dan yaptığı transferleri bu
takımın içine yerleştirmenin yollarını arayalım. Başarmak için elimizde yeterince
değer var, artık iş başarı için gereken yapıyı oluşturmaktan geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder