8 Aralık 2011 Perşembe

A Milli Takım: Hiddink'in Ardından



Hiddink ile yaşadığımız milli takım serüveni tatsız bir şekilde sona erdi. Bu süreçte yaşanan gelişmeleri, özellikle kadrodaki değişimi ön planda tutarak, blog aracılığıyla gözlemlemeye çalıştım. Artık geride kalan bu süreci değerlendirmek için, geleceğe dair fikir yürütmeyi de içine alacak şekilde bir sonuç yazısına ihtiyaç var. Yazının içinde hem Hiddink’in neleri başarıp neleri başaramadığını, özellikle başarısızlıklta ne kadar payı olduğunu sorgulamayı, hem de 2014 öncesinde gerçekçi hedefimizin ne olması gerektiğini değerlendirmeyi amaçlıyorum.

Öncelikle Hiddink’le geçen bir buçuk yılın kısa bir özetini çıkaralım. Hiddink, milli takımın başındaki ilk maçlarına ABD kampında çıktı. 31 kişinin yer aldığı kadronun, 6 sakat oyuncunun da katılımıyla milli takım havuzunu oluşturması bekleniyordu. Euro 2008 kadrosunun ve 2009-10 sezonunun çıkış yapan isimlerinin oluşturduğu bu kadro, Kazakistan ve Belçika maçlarından 6 puanla ayrılmayı başardı. Ekim ayında oynanan Almanya ve Azerbaycan maçları ise, bu iskelet ile yola devam etmenin imkansız olduğunu ortaya koydu. Önce Berlin’de oynanan; ancak iç saha sayılması gereken Almanya maçında sönük bir performansla 3-0 yenilen milliler, sonrasında akıl almaz bir şekilde Azerbaycan maçından da mağlubiyetle ayrılınca, değişim kaçınılmaz hale geldi.

Hiddink, Hollanda ile oynanan özel maçla birlikte, yeni sezonun parlayan isimleri ve Almanya’daki Türk kökenli oyuncularla birlikte yeni bir jenerasyon yaratma operasyonunu başlattı. Özellikle Almanya kökenli oyuncuların milli takıma gelişlerini transfer olarak değerlendirmek yerinde olacaktır; ama bunu sonraya bırakıp özete geri dönelim. Kritik Avusturya maçında sahaya çıkan Nuri-Selçuk İnan-Mehmet Ekici orta sahası, Hiddink’in değişime hevesli olduğunu gösterse de, takım oyun olarak istenen seviyeye bir türlü ulaşamıyor, maçlar ise Arda Turan’ın doğrudan katkılarıyla istediğimiz şekilde sonuçlanıyordu. Arda’nın, Avusturya maçında perdeyi açan ve Kazakistan maçında son saniyede gelen golleriyle Belçika maçındaki harika asisti , Avusturya deplasmanında kaçırdığı penaltıyı hoş görmemiz için yeterli oluyordu. Tabii o zamanlar Azerbaycan mağlubiyetiyle birlikte bu iki puanın belki de play-off’ta seri başı olmamıza engel olduğunu bilmiyorduk. İçeride alınan Almanya mağlubiyetine karşın, Azerbaycan galibiyetiyle eşiği aşmayı başardık ve play-off’a kapağı attık. Kritik eşleşmede ise Hırvatistan karşısında varlık gösteremeyerek, Euro 2012 biletini kaçırdık.

Hiddink ile geçen günlerin özetini kayıtlara geçirdikten sonra, Hiddink’in milli takımdaki başarısını tartışalım. Hedemizi Euro 2012’ye katılmak olarak koyduğumuza göre, Hiddink’in bu süreçte başarısız olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak, yazıyı bu kadar kısa kesmeden önce hatanın nerede yapıldığını tespit etmek gerekir. Euro 2012’ye katılmak için iki şansımız vardı: Grupta Almanya’yı veya play-off’ta Hırvatistan’ı geride bırakmak. Hiddink, elenmemizin ardından yaptığı açıklamada: “Almanya da, Hırvatistan da bizden güçlü takımlar. Ne bekliyordunuz ki?” diye soruyordu. Bana göre Hiddink’in bu açıklaması %100 doğru. Peki o zaman hata nerede?

Hatanın Hiddink’e ait olan kısmına yukarıda değindim: Play-off’ta seri başı olmamızı sağlayabilecek 5 puanı alamamak. Eğer bu maçlarda almamız gereken puanları alabilseydik, İrlanda’yla aramızdaki küçük fark bizim lehimize olabilirdi. Bu sayede Hırvatistan’ın bir seviye altındaki takımlarla eşleşme şansımız vardı; ama bunu gerçekleştiremedik. Sonuç olarak play-off’a seri başı olarak giren 4 takım da Euro 2012’ye kalmayı başardı. Tabii burada bütün sorumluluğun Hiddink’e ait olmadığını not düşelim. Play-off torbaları 2008, 2010 ve 2012 turnuvalarında alınan puanlar üzerinden hesaplandı ve 2008’in yarı finalisti olan Türkiye, 2008 ve 2010’a katılamayan İrlanda’nın gerisinde kaldı. Neden mi? Azerbaycan ve Avusturya kayıpları kadar, geçmiş turnuvalarda Estonya, Malta, Moldova gibi takımlara kaybettiğimiz puanlar yüzünden.


Tarihimiz sıra dışı başarı ve başarısızlık hikayeleriyle dolu olduğu için, bu hesapları yapmayı bir türlü başaramıyoruz. Örneğin ortak hafızamıza yer eden Letonya mağlubiyetinden ötürü seri başı olmanın önemini kavrayamıyoruz. Veya yalnızca 5 turnuvaya katılıp iki yarı final bir de çeyrek final gördüğümüz için, toplamda 33 kez oynanan Avrupa ve Dünya Kupaları sonuçlarını karşılaştırdığımızda bize karşı 32-1 üstünlüğü olan (tek istisna Euro 2000) Almanya’yı yenemeyince dünya başımıza yıkılıyor. 2014 serüveni başlamadan önce şunu iyice anlayalım: Milli takımlar düzeyinde her maçın önemi büyük. Buna beşinci veya altıncı torbadan gelen takımlarla yapılan maçlar da dahil, özel maçlar da.

2014 elemeleri başladığında kafası kesik tavuklar gibi dolaşmamak için, gerçekçi hedeflerimizi bugünden koymakta fayda var. Hollanda, Macaristan, Romanya, Estonya ve Andorra’nın bulunduğu grupta gerçekçi hedefimiz play-off’a kalmak olmalı. Grup birinciliği için Hollanda ile karşılaşabilmek için, o maça kadar matematiksel şansımızı devam ettirecek noktada olmalıyız. Play-off’ta torba uygulaması olacaksa, seri başı olmaya yetecek kadar puan toplayabilmek için elimizden geleni yapmalıyız. Bütün ikinci torba takımlarının potansiyel play-off adayları olduklarını hesaba katarak, gerekirse şimdiden bu takımlar hakkında bilgi toplamalıyız. En kötü ikinci play-off’ta yer alamayacak, sonuçları ikinci olmaya yeter şeklinde değerlendirmeden bunu da aklımızda tutalım. Bir de, yeniden yapılanma laflarıyla Hiddink’in kurduğu geniş kadroyu bir kenara atmayalım lütfen. Hiddink’in Almanya’dan yaptığı transferleri bu takımın içine yerleştirmenin yollarını arayalım. Başarmak için elimizde yeterince değer var, artık iş başarı için gereken yapıyı oluşturmaktan geçiyor.

Hiç yorum yok: