23 Haziran 2010 Çarşamba

The Killing - Kubrick'ten Kara Film


Bir yıl sonra çekeceği Paths of Glory filmiyle Hollywood sınırlarını aşacak olan Kubrick, henüz stüdyoların yeteneğini fark etmesini beklediği dönemde çektiği The Killing filmiyle onun filmografisinde görmeye alışmadığımız bir noir film'e imza atmış. The Killing aynı zamanda Kubrick'e ilk büyük stüdyo teklifini getiren film. Bu teklif, her ne kadar teklifi yapan ismin MGM'deki işine son verilmesi nedeniyle boşa gitse de, 28 yaşında sıkı adamalar ve zor kadınlar üzerine çekmiş olduğu bu filmin Kubrick'in yeteniğini ispatlamaya yettiğini gösteriyor. Özellikle soygun planının anlatıldığı sahnedeki ışık - gölge oyunları ve havalimanında bilet satılan sahnede yakalanan simetri, ileride de Kubrick'ten sık sık göreceğimiz karakteristik sahnelerin birer örneğini oluşturuyorlar. Karşı örnek olarak ise filmin 1,5 saaten az süresiyle bir Kubrick filmi denince akla gelen filmlere oranla hayli kısa olmasını gösterebiliriz.


Açılışta sürekli olarak hipodromun gösterilmesi, seyircide bir kumarbazın hikayesini izleyeceğine dair bir izlenim uyandırıyor; ancak dış sesin devreye girmesiyle ilk "twist" gerçekleşiyor ve böylelikle soygun hikayesine geçiş yapılıyor. Daha sonra soygunu gerçekleştirecek olan ekibin üyelerini tanımaya başlıyoruz. Bu soygun planını yapan ekibe sempati besliyoruz; çünkü ekibin her üyesinin soygunu gerçekleştirmek için geçerli mazeretleri var. Hasta karısına daha iyi imkanlar sunmak isteyen yaşlı bir barmen, karısının iktidarı altında ezilen ve ona kendini ispat etmek isteyen bir bilet satıcısı (ki bu hikaye senaryoda kilit bir rol oynamakta), hapisten çıktıktan sonra yeni bir hayat kurmak isteyen karizmatik gangster (Sterling Hayden) gruba sempati beslememiz için yeterince neden sunuyorlar. Müzik kullanımı da pek çok film-noir'da olduğu gibi duyguları manipüle edici şekilde kullanılıyor; ancak filmdeki müzikler Kubrick'in sonraki filmlerindeki belirleyici etkilerinden uzak.


Senaryonun merkezinde bir gangster ve kocasını aldatan bir femme fatale var; ama bu iki karakter klasik noir-filmlerde olduğu gibi bir aşk ilişkisine sahip değiller. Aslında senaryo soygun ile birbirine bağlanan iki ayrı hikayeden oluşuyor. Bir tarafta soygunu gerçekleştirmeye çalışan ekibin planlarını adım adım takip ederken, arka planda ekibin zayıf karakterli üyesi George'un dominant karısı Sherry'nin parayı soygun ekibinin elinden alıp sevgilisiyle kaçma çabası var. Evliliğin kutsal değerlerine ihanet ettiği için seyircinin tepkisini çeken Sherry, kocasının iktidarsızlığın yüzüne vurarak (Karizmatik gangster Johnny ile yattığını ima ederek) planla ilgili istediği detayaları elde ediyor; ancak böyle bir oyun oynamanın tehlikelerini görmezden geliyor. Muhtemelen para paylaşımı sırasında gangster'i vurmak için yanına silah alan George, karısının esas sevgilisinin paraları ekipten çalmak için gelidiğini görünce cinnet geçirip önce odadaki herkesi vuruyor; ardından da gidip karısını öldürüyor.


Haydan gelen huya gider temalı bu filmin Kubrick filmografisinde değerli bir yere oturması zor; ancak sanatçının kural yıkıcı, kırıcı etkisi üzerine bir diyaloğun bulunduğu sahnede Kubrick'in varlığını hissediyoruz. Bu diyalog öncesinde zekasını satranç tahtasında ispatlayan bir adam, toplumdaki sıradan insanlar gibi olmadıkları için gangsterlerle sanatçıları birbirine benzetiyor ve ekliyor: " Her ikisinin (sanatçı ve gangster) de bireycilik canavarına sahip olmaları insanlarda hayranlık uyandırır; ancak aynı zamanda herkes onların güçlerinin doruğundayken yerle bir olmalarını görmek ister." Yakın dönemde kural yıkıcı sanatçılar denilince akla gelen ilk isimlerden biri olacak olan Kubrick, daha o dönemde nasıl tepkilerle karşılaşacağını iyi öngörmüş.

Hiç yorum yok: