12 Haziran 2010 Cumartesi

Körlük - Jose Saramago


"Körlük biraz da bu, hiç bir umudun kalmadığı bir dünyada yaşamak"

Nobel ödüllü 87 yaşındaki yazar Jose Saramago'nun Körlük romanı, duyarsız bir toplumun yol açtığı sorunlara dikkat çekmek amacıyla kaleme alınmış. Saramago'nun; iktidarın oluşumu, yönetimdekilerin haksız uygulmaları ve bu uygulamalara tepkisiz kalan insanların portresini çizdiği romanını okurken, kendisinin 1974'teki Karanfil Devrimi'ne kadar iktidarını katolik kilisesinin ilkelerine dayandırdığını iddia eden sömürgeci bir devlette yaşadığını dikkate almakta fayda var. Örneğin bu diktatörlük rejimi, kitapta dinin körlüğüne yapılan göndermenin önemli bir nedeni olabilir. Saramago'nun 1969'dan beri Komünist Parti üyesi olduğunu da ekleyelim.

Romanın değindiği konular üzerine fikir yürütmeden önce romanı yazmak için Saramago'yu motive eden nedenler üzerine biraz kafa yoralım. Burada romanın ana fikrinden ziyade, körlük metaforunun neden kullanıldığına değinmek istiyorum. Romandaki yazar karakterinin söylediklerinden çıkaracağımız üzere, muhtemel bir körlük salgının ortaya çıkmasında Saramago'yu en çok korkutan, yazarın işlevselliğini kaybetmesi olmuş. Bu salgının yarattığı ilkel koşullarda duyguların betimlenmesinin gereksizliğini de düşünürsek, Saramago'nun okunamama korkusunun her insanın bilinç altında yer alan kör olma korkusunun dahi önüne geçtiğine inanıyorum.

Körlük kitabı, kitaptan uyarlanarak çekilen filmin gösterime girmesinin ardından, körleri aciz gösterdiği gerekçesiyle Amerika'da körler federasyonu başkanının eleştirilerine maruz kalmış. Sonradan körleşmenin bir gerçeklikten ziyade bir metafor olarak kullanıldığı roman için bu eleştirilerin çok geçerli olduğuna inanmıyorum. Yine de, pek çok ayrımcı ve aşağılayıcı davranışın kökeninde korkularımızın yattığını hesaba kattığımızda körlerin bu hassasiyetini dikkate almak gerektiği kanaatindeyim.

Yazarla ilgili görüşlerime üslupla ilgili bir kaç tespitte bulunarak son noktayı koyalım. Romanda geçen diyaloglarda, uzun çizgiler yerine virgüllerin tercih edilmesiyle sağlanan devamlılık sayesinde, okuyucu atmosferin içine daha kolay girebiliyor; ancak bu tercih nedeniyle ön plana çıkması gerekn sözlere yeterince vurgu yapılamadığına inandığımı eklemeliyim. Saramago'nun bir diğer karakteristiği olan karakterlerine isim vermeme tercihi de bu romanda ayrıca anlamlı olmuş. Romandan bir alıntı yaparak meramımı anlatayım: "Kör insanların bir isme ihtiyacı yoktur. Ben yalnızca sesimden oluşuyorum, gerisi önemli değil."

Körlük romanının içeriğine döndüğümüz vakit, Saramago'nun temel eleştirisinin, çevresinde yaşananlara tepki vermeyen, yani olan biteni göremeyen bir toplumun gün geçtikçe ilkelliğe itilmesi olduğunu görüyoruz. Elektrik şebekeleri, kanalizasyonları, yarattığı kültür ile çağdaş yaşamın ana mekanı olan kentlerin, körlük halinden dolayı, yabanıllığa teslim olmuş haliyle karşılaşıyoruz bu romanda. Uygarlıktan ilkelliğe doğru adım adım geriye gidilirken, toplumu ayakta tutan temeller de birer birer kayboluyor. Ahlak gün geçtikçe aşınıyor ve en sonunda eski bir tımarhane olarak belirlenen yeni yaşam alanında, temel ihtiyaçlar üzerine yerleşen yeni bir iktidar kuruluyor. Silahlı bir kaç adamın gönderilen yemeklere el koyarak kurduğu iktidar, korkudan eli kolu bağlanan körler tarafından kabul görüyor. Yemeklere karşılık olarak koğuşlardaki kadınlara tecavüz edilmesi de, toplumsal çöküşün son halkasını oluşturuyor.

Bütün bu tersine evrim sürecinden kurtuluşu sağlayacak olan ise, görme yetisini kaybetmeyen tek kişi olan doktorun karısıdır. Kadının farkına vardığı gerçek, hayatta kalmak ve bu ilkelliğe karşı durmak için örgütlenmenin zorunlu olduğudur. Örgütlenmenin ilk biçimi olan aile kavramına yapılan olumlu atıflar da bunun bir göstergesi. Hikayede yeni bir aileyi oluşturan insanlar, anne rolünü oynayan doktorun karısının önderliğinde hayatta kalmayı başarırlar. Saramago Körlük romanında, kadınlara doğanın verdiği yaratıcı rolü, toplumda yeni bir düzen yaratma yükümlülüğü olarak yeniden yorumlamış; bu arada umudun var olduğu bir dünya düzeni için örgütlenmenin gerekliliğini vurgulamayı da ihmal etmemiş. Yine romandan anlamlı bir cümle ile bitirelim: "Örgütlenmek bir bakıma görmek demektir."

1 yorum:

Ümit Mutlu dedi ki...

Bilmukabele diyorum işte ancak.. :)