14 Haziran 2011 Salı

Ali: Angst Essen Seele Auf


"Alman sinemasının rönesansından söz edildiğini duydunuz mu? Gerçekten de, yıllar yılı Hitler faşizminin korkunç baskısından kurtulup hala kendine gelememiş, yeni esin kaynakları yaratamamış, kopyacılıkta, ucuzlukta gömülüp kalmış olan bir sinema, son beş altı yılda olağanüstü bir atılım gösterdi, tüm dünyada kendisinden söz ettirdi. Bu yeni doğuşun özellikle 3 yaratıcısı var. İsimleri Rainer Werner Fassbinder, Werner Herzog ve Volker Schlöndroff bunların."

Attila Dorsay'ın Sinema ve Çağımız adlı kitabında Alman Yeni Dalgası'ndan övgü dolu sözlerle bahsetmesini sağlayan yönetmenlerin başında R.W. Fassbinder geliyor. Fassbinder'in, 2. Dünya Savaşı sonrası Alman toplumundan kesitler sunduğu Angst Essen Seele Auf filmi, Yeni Dalga'nın belirgin özelliklerini yansıtan provokatif bir film.

Almanya'ya işçilik yapmaya gelen bir Arap ile yaşlı bir Alman kadının aşkını anlatan Ali: Angst Essen Seele Auf filmi, bir bar sahnesiyle açılıyor. Bar, Ali'nin kendisini tüm Almanya'da evinde hissettiği tek yer olduğu için önemli. Ali'nin Arap kökenli arkadaşları bu barda bir araya geliyorlar ve kuskus yapmayı bilen bar sahibi olan kadın dışında herhangi bir Alman'a rastlamıyoruz. Yağmurlu bir gecede bu bara giriş yapan Fr. Kurowski, açılış sahnesinde filmin geri kalanına tezat oluşturacak şekilde mekanın tek yabancısı konumunda. Ali ile Fr. Kurowski arasında "Kara Çingene" şarkısı eşliğinde ettikleri dansla başlayan ilişki boyunca durum tamamen tersine dönecek.


Bar sahnesinin ardından, ana karakterleri tanımaya başlıyoruz. "Gastarbeiter" Ali, küçük bir odada altı kişiyle birlikte yaşamak zorunda. Ali, içinde bulunduğu durumu şu cümleyle özetliyor: "Araplar Almanya'da insan değil."

Fr. Kurowski'nin vefat eden eşi Polonya'dan gelmiş, babası ise Hitler'in partisine üyeymiş. Fr. Kurowski, bu durumu meşru kılmak için "Hemen herkes Hitler'in partisindeydi." diyor. Nasyonel Sosyalizm'in, savaş sonrası Almanya toplumuna olan etkileri de şu diyalogla vurgulanıyor:

"- Hitler'i biliyor musun?
- Hitler, evet. "

Fassbinder ve Alman Yeni Dalgası'nın mensupları, filmlerinde provokatif olmayı tercih ediyorlardı ve en önemli konuları üçüncü Reich ile yüzleşmekti. Sanatçılar olarak kendilerini, Nazi döneminin savaş sonrası Alman toplumuna olan etkilerini göstermekle sorumlu hissediyorlardı. "Ali: Angst Essen Seele Auf" filminde Fassbinder, toplumu incelemek için Fr. Kurowski'nin toplum içindeki ilişkilerini kullanıyor. Evliliğin ardından toplumda oluşan tepkileri incelemek için, aşağıda sıralanan örneklere odaklanalım:


1. Aile: Evlilik kararının aileye açıklanmasının ardından, Fr. Kurowski'nin çocuklarından biri televizyon ekranını parçalıyor, bir diğeri annesine "orospu" diyor ve ailede kimse bu evliliği kabullenemiyor.

2. Bakkal: Bakkal, Ali'nin istediği margarin markasını bilmiyor; ancak markayı anlamamasını Ali'nin yabancı olmasına bağlayıp, "önce Almanca öğren, sonra gel" diyerek Ali'yi dükkanından kovuyor.

3. Komşular: Ali komşular tarafından pislik olarak görülüyor. Merdivenlerin eskisine oranla daha kirli olduğunu iddia ediyorlar.

4. Eve gelen arkadaş: Fr. Kurowski'den yardım isteyen kadın, Ali'yi görünce korkarak evden uzaklaşıyor.

5. İş arkadaşları: Ali ile evlendikten sonra iş yerinde Fr. Kurowski ile kimse konuşmuyor. Bırakın konuşmalarına cevap vermeyi, kadınla aynı mekan dahi paylaşılmıyor.

Fr. Kurowski'nin çevresindeki hiç kimse Ali'yi toplumun içine kabul etmeye yanaşmıyor. Sarı sandalyelerle aklımıza kazınan sahnede Fr. Kurowski: "Bazen dünyada seninle yalnız başıma yaşamayı arzuluyorum" diyerek insanların ona uyguladığı baskıların onu nasıl yorduğunu dile getiriyor. En sonunda ikili tatile çıkmaya karar veriyorlar.

Tatil sonrasında, Fr. Kurowski'nin karşılaştığı sosyal problemlerin içeriği değişiyor. Fr. Kurowski artık toplumun ondan tek taraflı olarak faydalanmasına karşı savunmasız durumda. Şimdi bu faydalanma örneklerine göz atalım:


1. Aile: Fr. Kurowski, aileyle ilişkileri yeniden kurmak adına, öğleden sonra bir ile beş arasında torununa bakmaya razı oluyor.

2. Bakkal: Ekonomi üzerinden tanımlanan ilişkisi nedeniyle pragmatik davranması gereken bakkal, müşterilerine her gün göstermesi gereken güler yüzü, Fr. Kurowski'ye bir lütufta bulunurcasına gösteriyor.

3. Komşular: Evliliği nedeniyle tavır koydukları Fr. Kurowski ile yeniden konuşmaya, Fr. Kurowski'nin bodrum katındaki yerini onlara bırakmasıyla ve Ali'nin onların eşyalarını taşımaya yardımcı olmasıyla başlıyorlar.

4. İş Arkadaşları: Fr. Kurowski, iş arkadaşlarıyla yeniden bir araya gelmek için, daha önce maruz kaldığı ayrımcılığın bir parçası haline geliyor. Ayrımcılığın bir parçası olarak eve davet etmeyi başardığı arkadaşları, Ali'yi bir insandan ziyade bir eşya gibi görüyorlar ve Fr. Kurowski bu duruma da müsaade ediyor.

Fr. Kurowski bu tavizleri sayesinde topluma yeniden kabul ediliyor; ancak bu tavizleri Ali'nin canını sıkmaya başlıyor. Bu durum, Ali'nin yeniden bara ve eski ilişkilerine dönmesine, yani adım adım evliliğin sona ermesine neden oluyor. Ali, kalan günlerini "kif kif" felsefesiyle geçirmeye başlıyor.


Filmin sonu ise izleyiciye romantik bir sürpriz yaşatıyor. Ali'yi geri kazanmak için bara bir kez daha gelen Fr. Kurowski, ilk gece olduğu gibi Kara Çingene parçasının çalınmasını istiyor. Filmin başındaki dans tekrarlanırken, Ali bir anda yere yığılıveriyor. Hastanede umutsuz bir şekilde sonlanan hikayede, hasta yatağında yatan Ali'nin fiziksel üstünlüğü kayboluyor. Aşk üzerine yeniden düşünmemizi sağlayan çift, filmin sonunda ilk kez toplumsal ve fiziksel farklılıklarından arınmış şekilde el ele tutuşuyorlar.

Filmin yorumuna bir alıntı ile başlamıştık, yine bir alıntıyla yazıya son vermek istiyorum. Tuncel Kurtiz, Altyazı dergisine verdiği bir röportajda Angst Essen Seele Auf filminin baş rolünde oynamaktan neden kaçtığını anlatıyor.

"Altyazı: Sizin dünya sinemasından pek çok yönetmeni takip ettiğinizi biliyoruz, Fassbinder de yakından takip ettiğiniz yönetmenlerden biri, değil mi?

Tuncel Kurtiz: Tabii, az daha bir filminde oynayacaktım hatta, ama korktum, gidemedim. Bir filminin seçmelerine çağrılmıştım, bir Türk oyuncu arıyormuş, yanlış hatırlamıyorsam “Her Türk’ün Adı Ali”ydi filmin adı. Gidecektim de. Ama bilenler, tanıyanlar, öyle bir anlattılar ki, yok efendim bütün ekibe isim takıyormuş, hep kız isimleri. Sana da “Leyla” der diye takılıyorlar. Ben de biraz maço ve sert bir adamım, korktum kendimden. Ben giremeyeceğim o toplumun içine dedim. Belki gitseydim de seçmezdi, bilmiyorum. Sonra Tunuslu’yu seçti, filmin adı da Korku Ruhu Kemirir oldu. Ondan sonra yavaş yavaş Fassbinder filmlerini gördük tabii. Vay anasını dedim ya, böyle büyük bir adama çağırdılar beni, gitmedim. Ama hep hayranlıkla izledim tabii Fassbinder’i. "


Altyazı dergisinin 87. sayısındaki Tuncel Kurtiz söyleşisinden alınmıştır.

Hiç yorum yok: