14 Mart 2012 Çarşamba

Yılın Enleri 2011: Spor Ödülleri

1. Yılın Sporcusu: Novak Djokovic & Leo Messi


Bu yıl ödülü iki muhteşem sporcu arasında paylaştırmak zorunda kaldım. Novak Djokovic'in 2011 yılının başında bulunduğu nokta ile sonunda bulunduğu noktayı karşılaştırmak, ödülün neden Djokovic'e gittiğini anlamak için yeterli. Djokovic, Federer - Nadal ikilisinin arkasında bekleyen adamdan, bu ikilinin yakalamaya çalıştığı tenisçiye, migren ağrılarından maçları bırakan güçsüz oyuncudan bir modern zaman gladyatörüne, "one slam wonder" etiketinden efsaneleşen bir şampiyona doğru evrim geçirirken, tenisseverler de onu izlemeye doyamamıştı. 2012'yi de, Nadal'a karşı unutulmaz bir Avustralya Açık finali oynayarak, yeni yılda da bizi bu keyiften mahrum bırakmayacağını gösterdi.


Leo Messi ve sahte 9 numara ise 2011 yılında futbol ile ilgilenenlerin dilinden düşmedi. Parçaların mükemmel uyumu sayesinde futbolun standartlarını yeniden belirleyen  Barcelona'nın düzensizlik üreteci Messi. Zekasıyla makine düzeninin sıkıcılığına doğanın çekiciliğini eklemeyi başarıyor. Şampiyonlar Ligi yarı finalinde, orta sahada durdurulan topu alıp kaleye kadar giderken Real Madrid defansına çektirdikleri, Zidane'ın 2002 Şampiyonlar Ligi finalinde attığı gol gibi bir imzaya dönüştü bile. 2010-11 sezonunu 5 kupanın yanında, 55 maçta 53 gol ve 24 asist istatistiklerini yakaldı. Büyüme hormonu eksikliği nedeniyle, ergenlik çağında her gün kendine iğne vurmak zorunda kalan bir çocuk için, hiç fena sayılmaz.
  
2. Yılın Spor Olayı: Oscar Pistorius'un 2011 Dünya Atletizm Şampiyonası'nda Yarı Final Koşması


Eğer hayatta önünüzdeki engellerin aşılamaz olduğuna inanıyorsanız, bu fotoğrafa iyi bakın: "Blade Runner" Oscar Pistorius, 45.07'lik derecesiyle katılmaya hak kazandığı 2011 Dünya Atletizm Şampiyonası Finali'nde koşuyor. Doğuştan önüne çıkan engellere aldırmadan, protez bacaklarıyla elit bir sporcu konumuna yükselmeyi başardı. Farklı olanlara her zaman fazla engel çıkarılan bu dünyada, IAAF heyetine protez bacaklarının kendisine avantaj sağlamadığını da ispat etmek zorunda kaldı. Spor, temelde insanın kendi bedeninin sınırlarını zorlama, hatta onu aşma çabası ise Pistoriusi belki de bu çabanın en akılda kalıcı örneği.

Ek: Pistorius'un hikayesini daha detaylı öğrnemek için, Dağhan Irak'ın "Oscar Bizim Hikayemizi Koşuyor" yazısını okumanızı öneririm.

3. Yılın Takımı: A Milli Kadın Basketbol & Voleybol Takımları





Burada uydurma şekilde ödül verme çabamın altında, geçtiğimiz yıldan aklımda kalan hikayeleri bir günlüğe kaydetme çabasından öte bir anlam yatmıyor. O nedenle yılın en başarılı takımını paylaştırdığım takımların kupayı kazanamamış olmaları, benim için ikinci planda kaldı. Odakta ise, iki takımımızın birlikte oluşturdukları hikayenin güzelliği yatıyor. Türkiye'nin kadınları; şiddet haricinde kendi ifade edemeyen erkeklerin dünyasında yaşamak zorunda kalmalarına karşın, buldukları fırsatlarda ülkemizi gururlandırmaya devam ediyorlar. Spor dünyamızın maddi manevi her türlü ihtiyacını karşılamış, üstüne de basın ve kamuoyu ilgisiyle şımartılmış erkekleri, bu yıl Euro 2012 elemeleri ve Eurobasket 2011'de sapır sapır dökülürken, bayrağımızı göndere çektirmek kadınlarımıza düştü. Avrupa Şampiyonalarından, gümüş madalyayla dönen basketbolcu ve bronz madalyayla dönen voleybolcu kadınlarımıza yürekten tebrikler. Bu yıl iki takımımız da, Türkiye'de yapılacak eleme oyunlarında Olimpiyat vizesi arayacak ve bizim de kalplerimiz onlarla birlikte atacak.

4. Yılın Maçı: Real Madrid - Barcelona: 0-2 (Şampiyonlar Ligi Yarı Final 1. Maçı)




Real Madrid - Barcelona çekişmesi, tarihin en iyi takımı olma unvanına göz diken Barcelona ve bunu yıkmak için, Perez'in Kastilya yöresindeki bağını bahçesini satıp dünyanın en iyilerini Real Madrid'e transfer etmesiyle başka bir boyut kazandı. İlk yıl C.Ronaldo ve Kaka hamleleri beklediği etkiyi yaratmasa da, Camp Nou'daki taraftarların "tercüman" diyerek dalga geçtiği kavruk Portekizli, kalenin önüne otobüs çekerek Katalanlara "ben buradayım" mesajı verip, Barça'yı kupa 1'in dışına iterken, bir başka "para var saadet yok" insanı Massimo Moratti'ye hayatının en güzel günlerini yaşatıyordu.

Hikayenin buradan sonrasında Perez'in Mourinho'yu Madrid'e getireceğinden kimsenin kuşkusu kalmamıştı. Tarihin en iyisi diyecek olanların aklına düşen şüpheyle fiyakası bozulan Barcelonalılar, intikam için bundan daha iyi bir fırsat bulamazlardı herhalde. Artık ezeli düşmanları ve yeryüzünde en çok nefret ettikleri teknik direktör tek vücut olmuştu. Camp Nou'da alınan 5-0'lık galibiyet dahi yüreklerini soğutmaya yetmedi. Ligi Barcelona'nın kazanmasını neredeyse garantileyen 1-1'lik beraberliğin ardından, Kral Kupası finalinde Mourinho, Barcelona halkı ve şehri için bir kulüpten fazlası olan bu futbol takımını bir kez daha bozguna uğratıyor, acaba ile başlayan sorular herkesin kafasına giriyordu.

2010-11 sezonu için nihai karar, şüphesiz ki en büyük arenada verilecekti, e hal böyle olunca Real Madrid - Barcelona yarı final eşleşmesi de bir maçtan çok daha fazlasıydı. Messi vs. Ronaldo, Mourinho vs. Guardiola, kolektif oyun vs. egonun dayanılmaz cazibesi karşı karşıya geldi, belirleyici maça imzasını, Maradona'dan sonra adına mezhep kurulması muhtemel ikinci futbolcu olan Messi, nam-ı diğer Mesih attı. 2-0'lık skor sonrasında Mourinho, daha da beyazlaşan saçları ve Barcelona kazansa aşağılamak için 50'den aşağı cümlede kullanacağı copa del rey ile kalakaldı. 2011'in bitmeyen şarkısı haline gelen El Clasico'ların en çok aklımızda kalacak olanı bu maçtı; ancak hikaye tüm yoğunluğuyla 2012'de de devam ediyor.

5. Yılın Bön Liberosu: Usain Bolt




Tarihin en hızlı adamının yarış öncesindeki hal ve tavırları, zibilyon adet insanın işlerini güçlerini bırakıp gözlerini onun üstüne çevirdiğinin farkında olduğunu gösteriyordu. İzleyenler onun bu tavırlarına alışık olduğu için, kimse bu hareketleri konsantrasyon eksikliğine bağlamadı. Durumun vahameti ise, tabanca patladığında, Bolt çoktan koşuya başlamış halde görülünce ortaya çıktı. Bolt diskalifiye olmuştu. Diskalifiye olduğu andan itibaren, komplo teorileri de ortaya atılmaya başladı. Hata mı, yoksa formda olmadığı için Olimpiyatlar öncesi bir kaçış mı? Onun yokluğunda 100 metre dünya şampiyonu olan Yohan Blake, sezonun ilerleyen döneminde bir de 200 metrede 19.26 ile tarihin en iyi ikinci derecesine imza atınca, şüpheler iyice çoğaldı. Hikayenin düğümü, bu yıl Londra'da çözülecek; ama 2011 yılında Bolt, 200 metre dünya şampiyonluğuna rağmen, 100 metre finalinde yaptığı aptalca çıkışla anılacak. Bu çıkışı kendisini, blogun en prestijli ödülünün 2011 yılındaki sahibi yaptı, kendisine hayırlı olsun.

3 Mart 2012 Cumartesi

Faust neden ruhunu Mephistopheles'e sattı?



"Ne cehennemden korkarım ne de şeytandan
Buna karşın yoksunum tüm sevinçlerden
Sanmam doğru bilgim olduğunu
İnsanları bayındır kılıp doğru yola getireceğimi
Onlara bilgi vereceğimi.
Ne param var, ne malım, ne soyluluğum,
Ne görkemim ünüm bu yeryüzünde.
Daha çok yaşamak istemez, böyle, bir köpek
de!"

Faust

Başlıktaki sorunun cevabı:

Ya Faust'un elde etmek uğruna ruhunu şeytana sattığı Margarete fotoğraftaki şahısa benziyor, ya da karşımızda duran Troyalı Helen'in ta kendisi.

Kaynak: http://lostinscarlett.tumblr.com/ - Naçizane tavsiyem, arşive göz atmanızdır. Sonra çıkabilirseniz çıkın. Hadi öptüm.


1 Mart 2012 Perşembe

A Milli Takım: Yeniler ve Eskiler


2012 hayallerine veda ettikten sonra Abdullah Avcı ile yeni bir dönemi başlatan milli takım, ilk hazırlık maçında Slovakya karşısındaydı. Hiddink'in kadroda bir yıldır değişim için çabalaması yeterli gelmemiş olacak ki, kasım ayında kurulan 21 yaş altı ve A2 milli takım kadrolarından yapılan takviye ile, bu maç için yeni bir kadro oluşturuldu. Henüz sürecin çok başında olduğumuz için bu maç için havuz güncellemesi yapmamaya karar verdim. Euro 2012 öncesi oynanan maçlarda havuzu baştan kurmak daha faydalı olacaktır, zira bu kadro resmi maçlar için çok da gerçekçi bir seçim gibi görünmüyor. Şimdilik havuza dair bir kaç not vermek yeterli olacaktır.

* Öncelikle, Slovakya maçı için açıklanan aday kadronun kasım ayında açıklanan aday kadrolara göre  dökümünü verelim. Kadrodaki 27 ismin 11'i Hırvatistan maçı için açıklanan kadrodaydı. Kasım ayında A2 kadrosuna alınan 4 ve ümit milli takımdaki 5 isim de üst seviyeye çıkmayı başardı. Son kadroda yer almayan; ancak milli takım havuzunda bulunan Nuri Şahin, Mehmet Ekici, Tunay Torun ve Serdar Kesimal'ın yeniden çağrılmaları da şaşırtıcı değildi.

* Yukarıdaki matematik hesap bize 24'ü veriyor. Geri kalan üç isim üzerine biraz konuşalım. Bu isimlerden ilki, Euro 2008'deki ilk maçımızda sahaya ilk 11'de başlayan ve bizi gelecek için umutlandıran Mevlüt Erdinç. Almanya ve Azerbaycan mağlubiyetlerinin ardından kurulan yeni ekipte şans bulamayan Mevlüt için, bu kısa dönem hızlı bir yükseliş ve düşüşü içinde barındırdı. PSG transferiyle bir anda forması Champs Elysee'de satılmaya başlanmışken, bir yıl içinde yaşanan değişimler onu başkentten uzaklaştırdı. Mevlüt'ün kendini yeniden kanıtlayabilmesi için milli takım yeni bir şans olabilir, zira güvenilir bir santrafor milli takımın yeni dönemdeki en büyük ihtiyacı.

*Kadroya dahil olan bir diğer isim, Almanya'dan yaptığımız son transfer olan Olcay Şahan. Olcay'ın özelinde söyleyebileceklerim yok; ancak Almanya kökenli oyuncularmız yeni dönemin başarı seviyesini belirleyen isimler olacaklar gibi görünüyor. Olcay bu sezonu Bundesliga'da geçiren oyuncularımız içinde en istikrarlı olan isimdi; ama Olcay da dahil olmak üzere Almanya'daki hiçbir oyuncumuz takımlarını değişmez isimleri haline gelemediler. Ömer Toprak, Gökhan Töre, Mehmet Ekici, Tunay Torun ve Real Madrid'e giden Nuri Şahin takımlarının ana parçaları haline gelebilirlerse, milli takım turnuvalara katılacak düzeye gelebilir.

* Kadroya çağrılan son yeni isim ise devre arasında Trabzonspor'a transfer olan Olcan Adın. 2005 yılı, genç takımlar düzeyinde Dünya Şampiyonalarına katılmayı başardığımız son yıldı. Hem U-19 hem de U-17 turnuvalarına katılan takımlarımız içinde, daha sönük bir turnuva oynayan 19 yaş altı takımının Sezer Öztürk ile birlikte dikkat çeken ismi olan Olcan Adın'ın, A milli takımlar düzeyinde potansiyelini göstermek için 7 yıl kadar beklemesi gerekti. Umarız onu beklediğimize değecek bir performansa imza atar.

* Genç turnuvalarından bahsetmişken, Abdullah Avcı'nın kadro seçimine ufak bir olmusuz eleştirim olacak. Necip ve Alper Potuk için A milli takıma çağrılmak büyük bir onur; ancak 3-5 dakika süre alacakları bir karşılaşmayla onurlandırılmaktan daha önemli görevleri ümit milli takımda yürütmekteler. Ümit milli ve genç milli takımların kadrolarını mümkün olduğunca bozmadan devam ettirmek, turnuvalara katılmak için önemli bir etken. Turnuvalarda kazanacakları deneyim ve özgüven de, genç oyuncuları A milli takıma hazırlanmaları için olmazsa olmazlardan birisi. Ümit Milli Takıma, olguınlaşınca a milli takıma alınacak oyunculardan oluşan bir paf takım muamelesi yapmamak gerekir. Bu yıl U-21 şampiyonu olan İspanya'nın yıldızı Juan Mata ve İsviçre'nin yıldızı Shaqiri de bir paf takım seviyesini çoktan aşmış oyuncular olmalarına karşın ümit milli takımlarında oynayarak önemli bir kariyer basamağı oluşturdular. İspanya'nın bu konuya nasıl özen gösterdiğini örnek olarak, 2010 dünya şampiyonu kadro ile ilgili blogda yaptığım bir incelemeye buradan ulaşabilirsiniz.

* İstanbul'da oynanan maçlardaki taraftar desteğinden yakınıp, Anadolu'yu işaret edenler, umarım dün akşam mili takımla alakası olmayan Bursaspor taraftarının performansından memnun kalmıştır. Ya da medya eliyle yarattıkları canavarın ne boyuta geldiğinin farkına varmışlardır.

* Son bir not: "Hazırlık maçı da olsa" anlayışıyla bu maçları ciddiye almayanlar, play-off'ta neden bizim Hırvatistan, İrlanda'nın da Estonya ile oynadığının hesabını bir daha yapsınlar.

Fotoğraf: NTV Spor