1. Yılın Sporcusu: Novak Djokovic & Leo Messi
Bu yıl ödülü iki muhteşem sporcu arasında paylaştırmak zorunda kaldım. Novak Djokovic'in 2011 yılının başında bulunduğu nokta ile sonunda bulunduğu noktayı karşılaştırmak, ödülün neden Djokovic'e gittiğini anlamak için yeterli. Djokovic, Federer - Nadal ikilisinin arkasında bekleyen adamdan, bu ikilinin yakalamaya çalıştığı tenisçiye, migren ağrılarından maçları bırakan güçsüz oyuncudan bir modern zaman gladyatörüne, "one slam wonder" etiketinden efsaneleşen bir şampiyona doğru evrim geçirirken, tenisseverler de onu izlemeye doyamamıştı. 2012'yi de, Nadal'a karşı unutulmaz bir Avustralya Açık finali oynayarak, yeni yılda da bizi bu keyiften mahrum bırakmayacağını gösterdi.
Leo Messi ve sahte 9 numara ise 2011 yılında futbol ile ilgilenenlerin dilinden düşmedi. Parçaların mükemmel uyumu sayesinde futbolun standartlarını yeniden belirleyen Barcelona'nın düzensizlik üreteci Messi. Zekasıyla makine düzeninin sıkıcılığına doğanın çekiciliğini eklemeyi başarıyor. Şampiyonlar Ligi yarı finalinde, orta sahada durdurulan topu alıp kaleye kadar giderken Real Madrid defansına çektirdikleri, Zidane'ın 2002 Şampiyonlar Ligi finalinde attığı gol gibi bir imzaya dönüştü bile. 2010-11 sezonunu 5 kupanın yanında, 55 maçta 53 gol ve 24 asist istatistiklerini yakaldı. Büyüme hormonu eksikliği nedeniyle, ergenlik çağında her gün kendine iğne vurmak zorunda kalan bir çocuk için, hiç fena sayılmaz.
2. Yılın Spor Olayı: Oscar Pistorius'un 2011 Dünya Atletizm Şampiyonası'nda Yarı Final Koşması
Eğer hayatta önünüzdeki engellerin aşılamaz olduğuna inanıyorsanız, bu fotoğrafa iyi bakın: "Blade Runner" Oscar Pistorius, 45.07'lik derecesiyle katılmaya hak kazandığı 2011 Dünya Atletizm Şampiyonası Finali'nde koşuyor. Doğuştan önüne çıkan engellere aldırmadan, protez bacaklarıyla elit bir sporcu konumuna yükselmeyi başardı. Farklı olanlara her zaman fazla engel çıkarılan bu dünyada, IAAF heyetine protez bacaklarının kendisine avantaj sağlamadığını da ispat etmek zorunda kaldı. Spor, temelde insanın kendi bedeninin sınırlarını zorlama, hatta onu aşma çabası ise Pistoriusi belki de bu çabanın en akılda kalıcı örneği.
Ek: Pistorius'un hikayesini daha detaylı öğrnemek için, Dağhan Irak'ın "Oscar Bizim Hikayemizi Koşuyor" yazısını okumanızı öneririm.
3. Yılın Takımı: A Milli Kadın Basketbol & Voleybol Takımları
Burada uydurma şekilde ödül verme çabamın altında, geçtiğimiz yıldan aklımda kalan hikayeleri bir günlüğe kaydetme çabasından öte bir anlam yatmıyor. O nedenle yılın en başarılı takımını paylaştırdığım takımların kupayı kazanamamış olmaları, benim için ikinci planda kaldı. Odakta ise, iki takımımızın birlikte oluşturdukları hikayenin güzelliği yatıyor. Türkiye'nin kadınları; şiddet haricinde kendi ifade edemeyen erkeklerin dünyasında yaşamak zorunda kalmalarına karşın, buldukları fırsatlarda ülkemizi gururlandırmaya devam ediyorlar. Spor dünyamızın maddi manevi her türlü ihtiyacını karşılamış, üstüne de basın ve kamuoyu ilgisiyle şımartılmış erkekleri, bu yıl Euro 2012 elemeleri ve Eurobasket 2011'de sapır sapır dökülürken, bayrağımızı göndere çektirmek kadınlarımıza düştü. Avrupa Şampiyonalarından, gümüş madalyayla dönen basketbolcu ve bronz madalyayla dönen voleybolcu kadınlarımıza yürekten tebrikler. Bu yıl iki takımımız da, Türkiye'de yapılacak eleme oyunlarında Olimpiyat vizesi arayacak ve bizim de kalplerimiz onlarla birlikte atacak.
4. Yılın Maçı: Real Madrid - Barcelona: 0-2 (Şampiyonlar Ligi Yarı Final 1. Maçı)
Real Madrid - Barcelona çekişmesi, tarihin en iyi takımı olma unvanına göz diken Barcelona ve bunu yıkmak için, Perez'in Kastilya yöresindeki bağını bahçesini satıp dünyanın en iyilerini Real Madrid'e transfer etmesiyle başka bir boyut kazandı. İlk yıl C.Ronaldo ve Kaka hamleleri beklediği etkiyi yaratmasa da, Camp Nou'daki taraftarların "tercüman" diyerek dalga geçtiği kavruk Portekizli, kalenin önüne otobüs çekerek Katalanlara "ben buradayım" mesajı verip, Barça'yı kupa 1'in dışına iterken, bir başka "para var saadet yok" insanı Massimo Moratti'ye hayatının en güzel günlerini yaşatıyordu.
Hikayenin buradan sonrasında Perez'in Mourinho'yu Madrid'e getireceğinden kimsenin kuşkusu kalmamıştı. Tarihin en iyisi diyecek olanların aklına düşen şüpheyle fiyakası bozulan Barcelonalılar, intikam için bundan daha iyi bir fırsat bulamazlardı herhalde. Artık ezeli düşmanları ve yeryüzünde en çok nefret ettikleri teknik direktör tek vücut olmuştu. Camp Nou'da alınan 5-0'lık galibiyet dahi yüreklerini soğutmaya yetmedi. Ligi Barcelona'nın kazanmasını neredeyse garantileyen 1-1'lik beraberliğin ardından, Kral Kupası finalinde Mourinho, Barcelona halkı ve şehri için bir kulüpten fazlası olan bu futbol takımını bir kez daha bozguna uğratıyor, acaba ile başlayan sorular herkesin kafasına giriyordu.
2010-11 sezonu için nihai karar, şüphesiz ki en büyük arenada verilecekti, e hal böyle olunca Real Madrid - Barcelona yarı final eşleşmesi de bir maçtan çok daha fazlasıydı. Messi vs. Ronaldo, Mourinho vs. Guardiola, kolektif oyun vs. egonun dayanılmaz cazibesi karşı karşıya geldi, belirleyici maça imzasını, Maradona'dan sonra adına mezhep kurulması muhtemel ikinci futbolcu olan Messi, nam-ı diğer Mesih attı. 2-0'lık skor sonrasında Mourinho, daha da beyazlaşan saçları ve Barcelona kazansa aşağılamak için 50'den aşağı cümlede kullanacağı copa del rey ile kalakaldı. 2011'in bitmeyen şarkısı haline gelen El Clasico'ların en çok aklımızda kalacak olanı bu maçtı; ancak hikaye tüm yoğunluğuyla 2012'de de devam ediyor.
5. Yılın Bön Liberosu: Usain Bolt
Tarihin en hızlı adamının yarış öncesindeki hal ve tavırları, zibilyon adet insanın işlerini güçlerini bırakıp gözlerini onun üstüne çevirdiğinin farkında olduğunu gösteriyordu. İzleyenler onun bu tavırlarına alışık olduğu için, kimse bu hareketleri konsantrasyon eksikliğine bağlamadı. Durumun vahameti ise, tabanca patladığında, Bolt çoktan koşuya başlamış halde görülünce ortaya çıktı. Bolt diskalifiye olmuştu. Diskalifiye olduğu andan itibaren, komplo teorileri de ortaya atılmaya başladı. Hata mı, yoksa formda olmadığı için Olimpiyatlar öncesi bir kaçış mı? Onun yokluğunda 100 metre dünya şampiyonu olan Yohan Blake, sezonun ilerleyen döneminde bir de 200 metrede 19.26 ile tarihin en iyi ikinci derecesine imza atınca, şüpheler iyice çoğaldı. Hikayenin düğümü, bu yıl Londra'da çözülecek; ama 2011 yılında Bolt, 200 metre dünya şampiyonluğuna rağmen, 100 metre finalinde yaptığı aptalca çıkışla anılacak. Bu çıkışı kendisini, blogun en prestijli ödülünün 2011 yılındaki sahibi yaptı, kendisine hayırlı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder