Erkek bir
yönetmenin filmlerinden yola çıkarak kadınların hayatları üzerine
değerlendirmeler yapmak ne kadar doğrudur bilmiyorum. Bu yazıyı kaleme alan
kişi ve bir erkek olarak bu konuda yorum yapmam, “Adı Vasfiye” filminde bir
kadının öyküsünün, ona göz koyan erkekler tarafından yazılmasını aklınıza
getirip, keyfinizi kaçırabilir. Neyse ki bahsedeceğim filmin açılışında beliren
“Bir Atıf Yılmaz Filmi” ibaresi fazla yoruma gerek bırakmıyor.
1985-1987 arası
kısa bir döneme, Türk toplumunda kadının yerini sorgulayan tam dört film (Adı
Vasfiye, Aaahh Belinda, Asiye Nasıl Kurtulur, Kadının Adı Yok) sığdıran Atıf
Yılmaz, bu filmleriyle Türkiye’nin 80’lerdeki dönüşümüne tanıklık etmektedir. Ortak
bir temaya sahip olmaları nedeniyle, filmlerin içinde birbirlerine referanslar bulunmaktadır.
Örneğin, Kadının Adı Yok filminde, bir reklam firmasında çalışmakta olan ana
karakterin “bu ürünü pazarlarken, aynı zamanda bir yaşam biçimini sunmanın
gerekliliğine” dair yorumu, yüzündeki maskeye alışmaya çalışan bir oyuncunun
hikayesinin anlatıldığı Aahhh Belinda filminin senaryosuna yön vermektedir.
Reklam, yani
piyasada sahte talep yaratarak kar etme yöntemi, kapitalizmin vazgeçilmezlerinden. Muhtemelen
gazoz almaya ihtiyacınız yok; ama reklamda gazoz içmeden önce jimnastik yapan
kadının hayatını yaşamak rüyalarınıza giriyorsa, işler değişebilir. Hem belirli
bir yaşam biçiminin içinde kendini tanımlama, hem de ekranda beliren mükemmel
insan figürü ile kendini özdeşleştirme hazzını yaşayan tüketici, ürünü almaya
ikna olur. Bu anlayışla hareket eden pazarlamacıların, Belinda şampuanını akılda
kalacak bir kadın imajı üzerinden satma çabaları, güzelliğiyle ilgi uyandıran
tiyatro oyuncusu Serap’ın bir reklamda oynamak için teklif almasını da
beraberinde getirir. İzleyiciler olarak Serap ile bu teklifi kabul etmesinin
ardından rolüne hazırlanırken tanışırız.
Teklifi kabul
etmesine etmiştir; ancak Serap için reklamda imajını satmak meselesi, iki
açıdan sorun teşkil eder. Öncelikle, bir tiyatrocu olarak alıştığı ortamın epey
dışında, etrafında profesyonel oyuncular yokken oyunculuğunu göstermek zorundadır
ve bu onun konsantre olmasını güçleştirir. Öte yandan tiyatrocu arkadaşlarının
eleştirilerini, umursamaz bir tavır alarak hafifletmeyi seçmiştir ki, bu tavrı
da işi küçümsemesini gerektirir. Hal
böyle olunca, Serap reklam filminde rolüne pek giremeden oynamak zorunda kalır
ve gözüne kaçan şampuanın azizliği ile aynada suretini gösterip kaçacağı
dünyanın içine düşüverir.
Filmin geri
kalanı, gerçekler ve düşlerin oluşturduğu iki dünya ve bunların arasındaki
gerilim üzerinden ilerler. Bir tarafta özgür bir birey olarak yaşayan, erkek
arkadaşıyla olan ilişkisinde baskın olan ve cinsel hayatını kendi tercihiyle
yaşayan tiyatrocu Serap’ın dünyası, öteki tarafta ise orta sınıf ailenin
annesine düşen yükümlülükleri yerine getirmekle ömür tüketen Naciye’nin
gerçekleri bulunmaktadır. Bir kadının, bir erkeğin poposuna şaplak attığı “Vive
les femmes” yazılı tabloların yerini, yüzleri birbirine dönük şekilde şakıdıkları
varsayılan iki kuş biblosu ve düğün resimleri almıştır.
Serap’ın orta
sınıf ailenin dünyasına geçişi, bir oyuncunun rolüne bürünürken kendi
kimliğinden sıyrılmasının zorunluluğunu ortaya koyar. Serap’ın Naciye kimliğine
bürünmesi için, belirli toplumsal baskılar ve görevler altında uysallaşması ve
kendi tercihlerinden vazgeçmesi gerekir. Bu görevleri, tasarruf amacıyla çocukların
karınlarını makarna ve ekmekle doyurmak, kaynana iktidarına boyun eğmek, kocasının
cinsel ihtiyaçlarını gidermek olarak sıralayabiliriz. Serap film boyunca bu
görevlerden kurtulmaya ve esas kimliğine ulaşmaya çalışır; ancak kurulu düzenin
karşısında pes edip kocasını yatağa aldığı vakit gerçekliğine geri dönebilir.
“Aaahh Belinda”
filminde, bir oyuncunun rolüne bürünürken çektiği sancılar, kadına erkek egemen
toplum içinde biçilen “rolün” eleştirisiyle birlikte izleyiciye sunuluyor.
Toplumun kadınlara biçtiği rolün, Naciyeler için ömür boyu sürecek bir
yükümlülük olması ise, iki rol arasındaki temel farkı oluşturuyor. Naciye,
Serap gibi kendi tercihleriyle yaşayan bir kadını, ancak reklamlar üzerinden
pazarlanan hayat düzeni içinde görebilmektedir. Naciye’nin kendini Serap ilan
etmesi üzerine kocası ve çevresinden gördüğü tepkiler, bahsettiğimiz dünyalar
arasında, orta sınıf kadının özgürlük düşlerine dair bir tersten okumayı da
mümkün kılar. Biraz zorlama biçimde, Serap’ın oyuncu arkadaşlarının hayatlarına
dair detayları bilmesini de oyuncuların hayatını didik didik eden paparazzilere
bağlayabiliriz.
Bankacı Naciye’nin
hayatının gerçeklerini vurgulamak adına, komşu aile de hikayeye dahil olur.
Tarık Pabuççuoğlu ve Füsun Demirel’in canlandırdıkları bu ailede, filmin
açılışındaki tabloda görülen el şakasını koca karısına yapar. Kahve ikramı, çocuğun
dayakla eğitimi, piknik klişeleri gibi klasik Türk ailesinin bilindik
özelliklerini bu ikinci aile sayesinde gözlemleriz.
80’ler ile
televizyona bağımlı hale gelen aileler, Atıf Yılmaz’ın kamerasına takılan bir
başka detaydır. Kutunun içinden haberler, magazin ve futbol yansır; ama en çok
yeri şüphesiz REKLAMLAR kaplar. Geleneksel aile yapısı, erkek egemen toplum yapısının
baskı üreteci olarak işlevini devam ettirirken, kadınlar kendilerini ifade etmelerinin
önündeki engelleri fark etmemeleri için, onlara reklamlar üzerinden hayaller
satılır. Kadınlar, kusursuz güzelliğin objeleri olarak gördükleri "reklam kadınları" üzerinden egolarını tatmin edebilmek için saçlarını Belinda ile
yıkamaya başlarlar ve kocalarının emirlerine amade şekilde pasif yaşantılarını sürdürürler. 80’lerle birlikte Türkiye’nin dönüştürüldüğü tüketim toplumunun,
onlardan beklediği görev budur.
Atıf Yılmaz’ın, provalarını
filmin içinde kullanarak selam gönderdiği Asiye Nasıl Kurtulur oyununda, Asiye’nin
söylediği şarkının sözlerinin bir kısmı Türkiye’nin orta sınıf kadınları için
de geçerlidir. Yoksul olmasalar da, erkek egemen dünyanın “her taraftan
tıkadığı yollar”, onları da çıkışsızlığa itmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder