11 Mayıs 2011 Çarşamba

Pina - Tanzt, tanzt, sonst sind wir verloren


Wim Wenders'ın yeni filmi Pina, yüzyıllardır kullanılan bir kendini ifade etme yöntemi olan dansı izleyiciye aktarmak için, sinemanın yeni bir evrim basamağı olan 3D kamerayı kullanıyor. Film, bir yandan 3D'nin sinemada ne gibi yeniliklere olanak sağlayacağını sorgulamanızı, öte yandan Pina Bausch'un çalışmaları üzerinden dans ve varoluş üzerine kafa yormanızı sağlıyor.

Eğer sinema ve dansı, kendimizi ifade etmek için iki ayrı gramere sahip diller olarak ele alırsak, Wim Wenders'ın yeni bir sinema grameri oluşturmak için dansın oldukça eski gramerinden faydalandığını söyleyebiliriz. Ne var ki, bu iki dil de bazı noktalarda eksik kalıyorlar ve bu eksikleri tamamlamak için de birbirlerine ihtiyaçları var. Aynı zamanda yakın arkadaşı olan Wim Wenders'dan bu filmi yapmasını isteyen Pina Bausch'un esas derdi, ölümünün ardından sahnelediği oyunların sonraki nesillere detaylarıyla birlikte kalabilmesi. Sinemanın, dansın grameri içinde yeri olmayan sayısız kere tekrarlanabilme özelliğine ihtiyaç duyuyor sanatçı. Üzücü bir biçimde, bu film projesi tamamlanamadan 2009 yılında vefat ediyor.


Proje, bu üzücü gelişmenin ardından, Pina Bausch'un anısına yapılan bir çalışma halini alıyor; ancak Wim Wenders'ın bir sorunu var. Sinemadaki pek çok anlatım biçiminin üstadı olan yönetmen, dansı filme almak için bildiği yöntemlerin hiç birini tatmin edici bulmuyor; çünkü sinemanın doğuşundan bu yana içinde taşıdığı temel bir sorun, onun bilindik yöntemlerle dansı açıklamasına izin vermiyor: 3 boyutlu dünyanın iki boyutlu perdeye aktarılma süreci. Aslında dansın perdede sunumu yeni bir olgu değil. Hatta, Almodovar'ın Hable Con Ella (Konuş Onunla) filmini izleyenlerin, Pina'nın Cafe Müller sahnesinde hafiften tebessüm edeceklerini tahmin edebiliyorum. Yine de Wim Wenders eski denemleri tatmin edici bulmuyor, o başka bir çözüm yolunun peşinde.

Bu noktada teknoloji Wim Wenders'ın imdadına yetişiyor ve 3D kameralar film çekmek için kullanılmaya başlanıyor; ancak başta da söylediğimiz gibi bu yeni teknoloji sinemanın yüz yıllık geçmişinde oluşturduğu gramere epey yabancı. Kimileri sinemanın evriminin yeni halkası olarak görürken, bazıları da sinemada bu teknolojini işe yaramayacağından ve çöpe atılması gerektiğinden bahsediyorlar. Eğer evrimin yeni bir halkasına gelindiğine düşünenlerdenseniz, öncelikle sabırlı olmak gerektiğini görüp yeni gelişmelere biraz zaman tanımalısınız. Şu an için sinemada yalnızca iki boyutlu dünya için oluşturulan kurallar izleniyor, üçüncü boyut hakkında yeni bilgilere el yordamıyla ulaşılmaya başlandı. Pina'yı değerli kılan, bu görsel deneyin bize 3D'nin avantajları hakkında bilgiler sunması.


Sinemanın evriminde sahnenin özel bir yeri vardır. Kameranın icadının ardından geçen ilk yıllarda sinema, kendi gramerini oluşturmaya çalışırken, sahne sanatlarını (özellikle tiyatroyu) laboratuvar olarak kullanmaktaydı. On yıllar sonra Wim Wenders, teknolojinin sunduğu yeni olanakları anlayabilmek adına bu laboratuvara geri dönmüş. Dansın ve genel anlamda sahnenin izleyiciye sunduğu alan, sinemaya henüz yeni eklenen üçüncü boyutun nasıl daha verimli kullanılabileceğinin işaretlerini veriyor. Üçüncü boyutla birlikte açılan hareket alanı, Wim Wenders'ın Pina Bausch'a vaat ettiği gibi, dansın yarattığı duyguların yoğunluğunu izleyiciye aktama imkanı sunuyor.

Pina'nın sinema ve dans üzerine yarattığı ikili düşünme süreci, zıtlık ve benzerlikleri yan yana getiriyor. Bir tarafta birbirlerine yardım ederek, beden veya zihin dilinin sınırlarını genişletirken; diğer taraftan iki sanatın birbirlerine karşı olan üstünlükleri ortaya çıkıyor. Dansın bir numaralı üstünlüğü sahnede kesintisiz performans sunabilme imkanı. Performansı sona eren dansçı bir kapıdan çıkarken, biz gözlerimizi çoktan diğer dansçının üzerine kaydırmış oluyoruz. Sinemada bunu yapabilmek için, doğal olmayan kesmelere ihtiyacımız var.


Öteki tarafta ise, mekanın sınırsızlığı sinemanın dansa karşı en önemli üstünlüğü olarak görülebilir. Wenders, toplu halde verilen 4 sahne performansının ardından, dansçıları sokağa çıkarıp onların solo ve düet performanslarını kayda alırken, öncelikle Pina Bausch'un yaşadığı şehir Wuppertal ile olan ilişkisini keşfetmeye çalışıyor. Ancak, sokağa çıkan dans, sahnenin keskin çizgilerinden kurtularak kendine yeni bir ifade alanı buluyor. Adeta zincirlerini kırarak mekan ile, daha önce alışık olmadığımız yeni ilişkilere giriyor.

Sinema ve dansın ilişkisini, beden ve zihin arasındaki diyalektik mücadelenin kapsamı içinde tanımlamak mümkün. Benim zihin - beden arası ilişkim oldukça tek taraflı olduğu için dans, anlamakta ve anlatmakta zorlandığım bir dil. Burada sadece Pina'da sunulan performansları ağzım açık izlediğimi söylemekle yetineceğim. İşin sinema tarafında ise son büyük adımını Avatar ile atan 3 boyutlu sinema deneyiminin, alanı kullanmakta ne kadar ustalaşabileceğinin sinyallerini almanın heyecanı var. Filmin yeni kurgusunun eksiksiz bir kurgu olduğunu söylemek hata olur belki, 3D hala takip edilmesi zor filmler sunuyor; ancak sinemanın sunduğu yeni olanakları düşünmek için Pina kesinlikle ilham verici.

Hiç yorum yok: