30 Eylül 2009 Çarşamba

Yarın Perşembe


Bu sezon bir türlü oturup 90 dakika maç izleyemedim. Ancak bugün için şikayet etmeye zerre kadar hakkım yok. Aksine bugün maçı izleyememe neden olan her şey için Allah'a şükretmem gerek. Hastaneye giden herkesin aklından geçmiştir muhakkak; o kapıdan içeri girdiğinizde arkada bıraktıklarınız tamamen sanal bir dünyaya aitmiş gibi gelir. İşinizle, okulunuzla ilgili sıkıntılar, çevrenizdekilerle yaşadığınız tartışmalar vb. kan, serum ve enjektörlerin ölümle yaşamı ayıran ince çizgideki "tamamen gerçek" dünyasının yanında çoktan unutulmuştur bile.
Neyse ki bu akşam bu gerçekliğin acıtan dünyasını bugün itibariyle geride bıraktık. Bu satırlarda da artık futbolun sanal dünyasına dönme vakti. Dediğim gibi maçın belirli bölümlerini izleyebildim onun için maçla ilgili çok fazla yorum yapmak istemiyorum. Zaten bir önceki yazımda maçın yorumunu önceden yazmışım da haberim yokmuş! Dikkat edin dememe karşın sesimi Mustafa Denizli ve Beşiktaş heyetine duyuramadım. Dzagoev Champions dergisinin yazarlarını (ve maalesef beni) haksız çıkartmadı ve geleceğin yıldız adaylarından biri olduğunu yaptığı şık vuruşla ispat etti. Beşiktaş heyetinden sesimi duyan tek kişi Ekrem Dağ olmuş belli ki; o da son dakikada yaptığı düzgün vuruşla Beşiktaşın 540 dakikadır devam eden gol hasretini bitirdi. Bilseydim bir önceki yazıda yalnızca Ekrem değil, herkes hakkında bir iki satır karalardım.
Olur da bir şekilde Beşiktaş kendini toparlayabilirse Avrupa macerası adına altın değerinde bir gol buldu Ekrem. Grubun diğer takımları ile CSKA ve Beşiktaş arasında fark olduğu açıkça ortada. Son maça kadar havlu atmazsa Beşiktaş grubun son haftasında UEFA için son bir şansa sahip olabilir. Bunun dışında bu sezon için ciddi hedeflerin ortadan kalktığı söylenebilir. Beşiktaş'ın kadrosuna bakıldığında Şampiyonlar Ligi için yeterli bir kadro gözükmüyor zaten bunu Beşiktaş-Manchester United maçında da görmüştüm. (Beşiktaş-ManU maçının ilk cümleye uygun olmasının sebebi 90 dakika izleyememem değil maç sırasında Kapalı Üstte oturmanın abesle iştigal olmasıdır.) Takımın sivrilen oyuncuları olan Ferrari ve Ernst dışındaki isimler zaten Türkiye Ligi'nde dahi şampiyonluğa oynayan bir kadronun kilit isimleri olabilecek seviyede değiller ne yazık ki. Bu nedenle geçen yıl Beşiktaş'ı şampiyon yapan Mustafa Denizli'ye bir kez daha teşekkür etmem gerek duvarıma astığım 2008-09 şampiyonluk posteri için; çünkü kadronun pek çok isminin Beşiktaş ile birlikte hatırlanmasını sağladı. Bu şampiyonluk posteri olmasaydı sanırım bu kadrodaki hiç bir oyuncu Beşiktaş efsaneleri arasında yer alamazdı, pek çok oyuncunun şampiyonluğa rağmen Beşiktaş'tan gittikleri zaman hatırlanacağını sanmıyorum. Tüm bu nedenlerle bu akşam sahada yokları oynayan Yusuf Şimşek'e kızamıyorum, 33 yaşında geldiği kulüpte bir şampiyonluk golüyle hatırlanacak bir efsane haline geldiği için. Ya da bu sezon hatalı goller yiyen Rüştü'ye vefasızlık yapamam, geçen yıl şampiyonluktaki emeğini hiçe saymak olur. Bu oyuncular zaten Beşiktaş'ta yapabileceklerinin en fazlasını yaptılar, bu sezona da yeni bir hikaye yazmalarını beklemek biraz haddimizi aşmak olacaktı, nitekim öyle oldu. Beşiktaş'ın bu dakikadan sonra yapması gereken önümüzdeki sezonlar için yeni efsanelerini aramak olmalı. Hakan Arıkan'ın büyük bir takımın esas kalecisi olup olamayacağını görmek istiyorum mesela. Ya da İsmail Köybaşı, Serdar Özkan gibi isimlerin Beşiktaş'ın yeni efsaneleri olmak için gereğinden de fazla şans almasını istiyorum. Hayatı siyah beyaz gören ve ölüm-yaşam metaforu yapan bizler, ölümle yaşamı ayıran o tezahüratlara geçen ince çizgiyi umudun oluşturduğunu da görmeliyiz.
Bu geceden son bir not daha aktarayım: Dedemi hastaneden çıkarıp evine götürdükten sonra maçın son 35 dakikasını dedemlerin evinde seyrettim, o sırada dedem yorgunluktan uyuya kalmıştı. Maç bittikten sonra evden ayrılacakken dedem uyandı ve bana sordu: "Yarın perşembe, değil mi? Sakal tıraşı olmam lazım, yarın ordu evine gideceğim." Dört gündür hastanede yatan dedem yarın için planlarına başalmıştı bile, yarın ordu evine gidemeyeceğini biliyor olsa da. "Evet" diye yanıtladım dedemi, "Yarın perşembe." Ve maçın burukluğunu atarak evden ayrıldım. Hayat varsa umut vardır, kimse bunu unutmasın!

Hiç yorum yok: