16 Ocak 2011 Pazar

Yılın En'leri 2010: Spor Ödülleri


1. Yılın sporcusu: Rafa Nadal

Rafael Nadal'ın 2008 yılındaki harika performansının ardından yaşadığı diz sakatlığı soru işaretlerini beraberinde getirmişti. Rafa'nın tenise ne kadar sağlam dönebileceği hakkında kimsenin net bir fikri yoktu. Uçan kaçan bütün topları kovalamasıyla ve bu şekilde rakiplerinin direncini kırmasıyla meşhur olan Nadal, acaba sakatlığın ardından eski temposunu yakalayabilecek miydi?

Nadal, 2010 sezonunda bütün bu kuşkuları ortadan kaldırmayı başardı. Önce kendi evi sayılan Roland Garros'da geri dönüşün ilk kıvılcımını gördük. Wimbledon'da yeniden krallık tacını geri aldığında Federer ekran başında tırnaklarını yemeye başlamıştı bile. Amerika Açık'ta ise güle oynaya finale yürüyüp kariyer grand slam'ini tamamlaması tenis dünyasında "Nadal, Federer'in 16 şampiyonluğunu geçebilir mi?" sorularının daha yüksek sesle sorulmasını sağladı. Federer'in tenise üst seviyede devam edeceği sayılı yıl kaldığını düşünürsek, İspanyol boğasının önü oldukça açık. Rafa, 2011 yılına 4 grand slam turnuvasını birden kazanıp 1969'dan bu yana gerçek "grand slam"i başaran ilk oyuncu olmaya çalışacak.

2. Yılın spor olayı: A Milli Basketbol Takımının 2010 Dünya Şampiyonası'nda Final Oynaması


2010 yılında Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Türkiye'de düzenleneceğini öğrendiğim günden bu yana o anların gelmesini iple çekiyordum. O ipi çekerken aradan ne dağları aştım, diplomayı aldım ve biletlerimi alıp Ağustos sonunu beklemeye başladım. Grup maçları için İzmir ve Ankara'ya aldığım biletlerin ardından sıra Final biletini almaya geldiğinde içimden "acaba Türkiye'yi o finalde görebilir miyim?" diye geçrimiştim; ancak açıkça söylemek gerekirse en iyi ihtimalle 3.'lük maçına çıkabileceğimizi düşünüyordum. Bu şampiyonada ülkece çıktığımız yolculuğu elimden geldiğince bu blogda anlatmaya çalıştım, o nedenle detaylara girmeyeceğim; ama Ersan'ın Yunanistan maçı performansı, Kerem'in son saniye turnikesi ve se se Semih Erden'in aynı son saniyedeki bloğu yıllar yılı unutamayacağımız anılar olarak kalacaktır. Başta koç Tanjeviç ve 12 Dev Adam olmak üzere emeği geçen herkese bir kez daha teşekkürler.

3. Yılın takımı: İspanya A Milli Futbol Takımı


Güney Afrika'ya giderken zaten favoriydiler; ama Konfederasyon Kupası'nı alamamaları ve ilk maçta İsviçre karşısında aldıkları mağlubiyet "ama"ların sayısını çoğaltmıştı. Sonrasında ayağa kalkmayı çok iyi bildiler ve en iyi oyunlarını oynamadıkları halde kupayı kazanmayı başardılar.

Kupadan sonra oynadıkları oyunu beğenmeyenler ve "zaten favoriydiler" diyenler çoğunluktaydı; ama 1998'den bu yana Dünya kupası izleyen birisi olarak, ilk defa favorinin kupayı kazandığını gördüğüm için bu başarıyı küçümsemek niyetinde değilim. Oyunlarını Barcelona ile karşılaştırıp beğenmeyenlerin ise 2004 yılına dönerek Yunanistan'ın Avrupa şampiyonluğunu hatırlamalarını isterim. O turnuvadan sonra dünya futbol kamuoyu "artık büyük yıldız gelmeyecek, defans yapan turnuvayı kazanır, futbol ölüyor" başlıklarıyla tartışırken, bugün göze hoş gelen pasa dayalı bu yenilmez armadayı kimin durdurabileceği üzerine kafa yoruluyorsa bir an için durup İspanya'nın hakkını teslim etmek gerekir.

4. Yılın maçı: Mahut - Isner Wimbledon 1. Tur Karşılaşması



"Yalnızca Wimbledon 2010 değil, ne zaman Wimbledon dense akıllara gelecek bir maç yaşandı. Geçen yıl son seti 16-14 biten Federer - Roddick finali de nefes kesmişti; ama 70-68 nedir be kardeşim? Avrupa'da Euroleague finali bu skorla bitse kimse şaşırmaz sanıyorum. Bu karşılaşmanın skorunun ne anlama geldiğini anlamak için şöyle bir basit mantık kullanalım: Bir tenis maçını kazanmak için 3 sete, yani 18 oyuna ihtiyacınız var. Mahut bu maç boyunca tam 91 oyun kazanmasına karşın (ki bu teoride 5 maç kazanabileceği anlamına geliyor) Wimbledon'a ilk turdan veda etti. Akıl alır gibi değil gerçekten. Ayrıca bu maç bana seneye yılın spor ödüllerini verirken yılın maçı kategorsinide rakip tanımayan bir aday sunmuş oldu."

Wimbledon 2010'un ardından bloga koyduğum yazıyı noktasına virgülüne dokunmadan tekrar buraya taşıdım. Sanırım değiştirecek olsam "70 -68 nedir kardeşim?" yerine "70 -68 ne lan?" derdim.

5. Yılın Bön Liberosu: Rodrigo Tabata


Öncelikle "bön libero yalnızca bir mevki değildir" diyerek Mustafa Sarp, Barış Özbek ve Ayhan Akman'dan oluşan Galatasaray orta sahasıyla karşıma dikilecek olan Galatasaraylı dostları savuşturayım. Sonrasında literatüre karikatüristlerin kıskanacağı "Japon asıllı Brezilyalı" tabirini sokan Rodrigo Tabata arkadaşımızı neden blogumuzun en prestijli ödülüne layık gördüğümü hayali bir monolog ile açıklayayım.

Eğer bu ödüller için bir tören düzenleseydik ve gecenin finalinde zarftan Tabata'nın ismi çıksaydı sanıyorum bizlere şöyle bir konuşmayla teşekkür ederdi: "Bu ödülün bana verilmesinde emeği geçen pek çok bön libero var ve buradan hepsine teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Öncelikle Beşiktaş'a gelirmiş gibi yapıp bana verilene yakın bir ücretle Fenerbahçe'ye giden ve transferime ön ayak olan Mehmet Topuz'a, sonrasında 10,5 numara tabirine başta beni uygun görüp sonra yedek bırakan Mustafa Denizli'ye, "Bunun bize gelişi 4 milyon euro" diyerek kurbanlık koyun satar gibi pazarlık yapan Gaziantep Başkanı İbrahim Kızıl'a ve en çok da kendisinin kadim dostu, bana 8 milyon euro ödemekte tereddüt etmeyen başkan Yıldırım Demirören'e teşekkürlerimi sunarım. Bu ödülü alarak beklentilere ne kadar iyi cevap verdiğimi bir kez daha anlamış oldum."

Hiç yorum yok: