20 Mayıs 2011 Cuma

Spot Işıkları #7 - Arap Baharı 2. Bölüm


Arap Baharı'nı değerlendiren ilk yazıda, hareketi tetikleyen unsurların neler olduğuna değinmiştim. İkinci bölümde ise bu hareketin gündeme taşıdığı bazı konular üzerine değerlendirmeler yapmak istiyorum. Bu amaçla, Arap Baharı'nın gündeme getirdiği veya muhtemelen getireceği konuları üç başlığa ayırdım.

1) İnternet Kuşağı Demokrasi Peşinde


Arap Baharı dünya kamuoyunda tartışılırken; facebook, twitter gibi sosyal iletişim ağlarının bu örgütenmede oynadığı rol ağızlardan düşürülmedi. Bunun arkasında yatan iki sebebin, lidersiz bir devrim hareketine ilk defa tanıklık edilmesi ve bazı medya kuruluşlarının vurguyu "halk hareketi" kavramından alıp, Batı kültüründen etkilenen yeni kuşak deyimini kullanmak istemesi olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle bu lidersiz devrim ve internet üzerinden örgütlenme kavramlarına göz atalım. Lidersiz bir "devrim" hareketi, değişen koşullardan ziyade, hareketin altında ideolojik bir temellendirmenin olmamasından kaynaklansa da; iletişim teknolojilerinde değişen topolojinin bu hareketlerde oynadığı rolü yadsıyamayız. Vizontele'den bir alıntıyla, "Zeki Müren'in de bizi görebildiği" yeni iletişim ağları; ağın kendisini, bilgiyi paylaşan merkezden daha önemli kılıyor. Haberleşmek için geçen sürenin mikro ve nano-saniyelerle ölçüldüğü internet dünyasında, 23 yıllık Mübarek iktidarının 29 günde sona ermesi çok da şaşırtıcı değil.

Mevcut ağ yapılanması, dünyanın her yerinden insanlara birey olarak kendilerini ifade etme hakkı tanıyor. İnternetin, farklı sosyal katmanlardan insanların bir araya gelmesini kolaylaştırması da hareketleri hızlandıran önemli bir faktör oldu. Ayrıca, Orta Doğu'da büyük çoğunluğun 25 yaşın altında olması da, teknolojinin daha kolay benimsenmesini sağlıyor. Batı dünyasında, "Benim kızımın cep telefonuyla her gün 99 farklı açıdan çektiği fotoğrafları yayınlamak için kullandığı facebook, nasıl oluyor da halk hareketini tetikliyor?" gibi soruların sorulmasını doğal karşılıyorum. Bu konu için yorumum, sosyal iletişim ağlarının katkısının, yalnızca bireyin varlığını ispat etmesine olanak sağladığıdır. Kişinin, kendini üretim üzerinden mi yoksa tüketim üzerinden mi tanımlayacağı, tamamiyle tercih meselesidir.

2) Gerçek "Post-kolonyal" Devrim mi?


Tahrir meydanının isminin özgürlük anlamına gelmesinden yola çıkan bazı yazarlar, Arap Baharı'nı gerçek post-kolonyal devrim olarak tanımlamışlar. Arap halklarının taleplerini ortaya koydukları onurlu duruşlarına saygı göstermeme ve Batı'nın; Arapların ve Müslümanların demokrasiye kültürel nedenelerle ulaşamayacağı şeklindeki kibirli tavrını bir kenara bırakmasına neden olan hareketi takdir etmeme karşın, bu harekete devrim adını vermenin fazla iddialı olduğu kanısındayım.

İlk sıraya, hareketin öncü gücü olan internet gençliğinin, bağımsızlığa gidecek yolu açacak olan ideolojik altyapıdan yoksun olmasını koyuyorum. Sosyo-ekonomik faktörlerin itici güç olmasına karşın, hareket boyunca ana sloganın demokrasi olarak kaldığını ve yeni bir ideolojik yapılanmanın oluşmadığını gözlemledik. Şimdilik "üçüncü yol" olarak tanımlanan bu hareket, kendisinden önceki "post-kolonyal" süreçte, bölgede hakim iki ideoloji olan milliyetçilik ve politik İslam'a karşı kendini nasıl konumlandıracak? Kadın hakları, işçi hakları gündeme ne ölçüde gelecek? Bu soruların yanıtlarını henüz bilmiyoruz. Mevcut tabloda, demokratik yapılanmada en güçlü örgütlenmelerin yine milliyetçilik ve İslam çatıları altında olacağı görülüyor.

3) Yeni Rejimlerin İsrail ile İmtihanı


Obama yönetimindeki ABD hükümeti, yeni demokratik yapılanmaların içinde olası El-Kaide örgütlenmelerinin güç kazanmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Bin Laden'in öldürülmesinin ardından böglede ciddi karışıklıkların yaşanmamış olması da, ABD'nin bu konuda şu ana kadar işleri istediği doğrultuda götürebildiğinin göstergesi. Ancak, herkesin bildiği bir gerçek var ki, İsrail - Filistin arasında barış süreci tamamlanmadığı sürece, Orta Doğu'da radikal örgütlerin iktidarı ele geçirmesi her zaman için olası. Savaşın kin ve nefreti körüklediği bölgede, İslamcı örgütlerin kamuoyu desteği kazanmasının önüne, yalnızca örgüt liderlerini yok ederek geçmek imkansız.

Obama, bu konuda adım atarak, barış sürecinde 1967 Arap-İsrail savaşı öncesi sınırlarının temel alınması gerektiğini açıkladı; ancak Netanyahu ile yaptığı görüşmelerden herhangi bir sonuç alınamadı. Bu süreç olumsuz devam ederse (ki aksi yönde bir gelişme olacağına inanan var mı bilmiyorum), henüz kurulmayı dahi başaramamış demokratik rejimler, İsrail - Filistin gerginliğinin yarattığı kriz dönemlerinde, karşı-devrim hareketleriyle karşı karşıya kalacaktır.

Fotoğraflar:

guardian.co.uk
time.com

Hiç yorum yok: