30 Temmuz 2011 Cumartesi
Street Spirit - Radiohead - Glastonbury 2003
2013 yılında düzenlenecek olan versiyonu için, şimdiden bilet başvurunuzu yapmanız gereken bir festival Glastonbury. Öyle ki, biletini aldığınız zaman festivale katılacak gruplar hakkında hiç bir fikriniz olmayacak. Ayrıca İngiltere'nin yağmuru bitmeyen rezil hava şartlarında, üç gün boyunca çamur kaplı bir alana çadır kuracaksınız. Bütün bu itici yanlarına karşın, dünyanın dört bir yanındaki müzik (özellikle rock) severlerin hayallerini, Glastonbury Festivali'nin bileti süslüyor. Neden mi? Videoyu izlemeniz belki size bir ipucu verebilir.
"This machine will, will not communicate"
29 Temmuz 2011 Cuma
Marsel İlhan @Hamburg ATP
Aslında Tenis yazılarını bir süre önce Passing-Shot'a taşıdım; ancak resmi kapanışı Marsel İlhan ile, 17 Temmuz pazar günü Hamburg ATP'de oynadığı eleme maçının ardından çekilen fotoğrafla yapmak istedim. Özellikle iki gün sonra Alman Philip Petzschner'i 6-2 4-6 7-6 ile geçmesi ve yüzlerce Almanın arasında bana galibiyet sevincini yaşatması, Hamburg'daki unutulmaz anılarımdan birisi olarak kalacak. Maçın ardından Passing-Shot'a yorum olarak gönderdiklerimi de bu fotoğrafın altına eklemek istiyorum:
"Bugün maçtaydım ve olan bitenler gerçekten nefes kesiciydi. Maçın başlama saati sabah 11 olduğu için başlangıçta Almanlar kortu doldurmamıştı ve Petzschner de tam motive olamadı. Marsel henüz ilk servis oyununda yanlış hatırlamıyorsam 4 kez servis kırma puanı çevirdi. Dördüncü seferde Petzschner gerçekten laubali bir slice denedi ve nasılsa bu maçı alırım havasında olduğunu gösterdi. Marsel'in bu oyun üstüne Petzschner'in servisini kırmasıyla içimden bir "oh olsun" çektim açıkçası. İlk seti ikinci servis kırmayla rahat bir şekilde kazandı.
Bu arada kort da iyiden iyiye dolmaya başladı. Maçın "kırılma" anlarından ilki, Petzschner'in bir basit hata sonrası raketini kırmasıydı. O andan sonra hem Petzschner kendini toparladı hem de seyirci oyunun içine girmeye başladı. Yine de Marsel son servis oyununa kadar iyi direndi, ama son oyunda 30-15'i bulmuşken üst üste basit hatalarla ucuz bir şekilde seti verdi. O moral bozukluğuyla son setteki ilk servis oyununu da kolay kaybetti. İşte maçın ikinci kırılma anı da buradaydı. Açıkçası seyirci desteğini arkasına almış ve basit hataları minimuma indirmiş Petzschner'in maçı alacağını düşünmeye başlamıştım; ama Marsel çok iyi geri geldi ve servis kırmaya hemen sonraki oyunda cevap verdi.
Tie-break'te son sayı da oldukça ilginçti. Petzschner ilk serviste oldukça sert vurdu ve Marsel topu karşılayamadı. Çizgi hakemlerinden ses çıkmamıştı; ama hakem onca seyirci arasında büyük bir cesaret örneği gösterip aşağı indi ve topun dışarıda olduğunu söyledi.
Bu moral bozukluğuyla Petzschner ikinci servisi fileye taktı. Hakemi yuhalayan yüzlerce Alman seyirci arasında "Helal be" diye bağırarak ayağa fırlayıp Marsel'e doğru koşmamın ancak şu saat itibariyle çılgınca bir hareket olduğunun farkına varabiliyorum. Ama o anda Marsel'in bu sevinci en azından bir kişiyle paylaştığı için mutlu olduğunu düşünüyorum. Bu da benim için gerçekten unutulmaz bir anı oldu, Marsel'e bir kez de buradan teşekkür edeyim."
24 Temmuz 2011 Pazar
Write About Love - Belle & Sebastian
Belle & Sebastian’ın 2010 tarihli güzel albümüne dair bir şeyler karalamak istediğimi, vakti zamanında Sunday’s Pretty Icons şarkısını bloga koyduğumda belirtmiştim. “Kısmet bugüneymiş“ diyerek, izninizle albüm tanıtımına geçmek istiyorum.
“Write About Love” albümünü başından sonuna dinleyince ilk edinilen izlenim bu albümün iki kişilik olduğuna dair. Eğer albümün geri kalanından keyif almak istiyorsanız ve sevgiliniz yok ise, Belle & Sebastian konserine gitmeden önce “bir biletim daha olsaydı, benimle gelir miydin” diye sorduğunuz kişinin, size olumlu cevap verdiğini hayal ederek işe başlayabilirsiniz. Zaten albümün geri kalanında sık sık hayaller âlemine geçiş yapacaksınız.
Albümden kulağımıza gelen ilk cümleler olan “Make me dance, I want to surrender.” (Dans etmemi sağla, teslim olmak istiyorum), Belle&Sebastian’ın bu albümde size vaat ettiklerini özetliyor. Müziğe teslim olup, dans etmeye başlayarak gerçeklerden uzaklaşıyoruz. Parçanın sonuna doğru, melekler kulağımıza şu cümleyi fısıldıyor: “Forget about it honey, troubles will be over when you’re around” (Unut gitsin tatlım, sen etrafımdayken sorunlar ortadan kalkacak)
Belle and Sebastian I didn't see it coming by Ter_an
Eğer açılış parçası olan “I Didn’t See It Coming” ile hayallere dalmaya başladıysanız, yola ara vermeden devam edelim, zira önümüzdeki üç şarkı boyunca, pamuk helva pembeliğinde bir hayal dünyasının içinde kalmaya devam edeceğiz. Saatinizi kolunuzdan çıkardığınız, gürültüden uzakta, hiçbir şey düşünmeden bir ağacın altında sevgilinizle oturduğunuz, omzunuza meleklerin konduğu o öğleden sonra dinleyeceğiniz albüm bu olsa gerek. Belki hiç gelmemiş, belki de hiç gelmeyecek olan o öğleden sonra, dinleyene huzur verecek bir albüm. Bize günlerimizi, saatlerimizi vermeyen dünyaya inat, keyifli bir ezgiye kulak verip haykıracağız hep birlikte: “I Want the World to Stop” (Dünya dursun istiyorum)
Hayaller dünyasında sahneyi Little Lou, Ugly Jack ve Prophet John üçlüsüne bırakma vakti. Kafamızda yarattığımız bu üçlü, canımızı yakanın çoğu kez gerçeklerin ötesinde kurduğumuz hayaller olduğunu hissettirerek pembe düşlerimize kara çalıyorlar. “Olabilirdi”leri, “olabilirmiş”leri hatırlatıp hüzünlendiren bu şarkıyı dinlerken, Milliyet Sanat’ın Ocak sayısında aktarılan rivayete göre, şarkıyı söylemeden önce “sesim Minnie Mouse gibi çıkarsa söyleyin” diyen Norah Jones’a da sevgilerimizi göndermeyi unutmayalım.
Belle & Sebastian - Little Lou, Ugly Jack, Prophet John (Feat. Norah Jones) by nixsantos
Sırada, bizi o ağacın altına geri götüren dört parçanın ilki olan ve aynı zamanda albüme adını veren parça olan “Write About Love” var. Vokalde Carey Mulligan’ın olduğunu düşününce, çatıda öğle yemeği yeme hayalleri daha bir keyifli oluyor. Sonraki şarkıya geçince, gerçekler diktatörlüğüne karşı bağımsızlığımızı ilan etme vaktinin geldiğini görüyoruz; zira şarkının ismi “I’m Not Living in the Real World” (Carey Mulligan ile ilgili olarak bloga koyduğum şu yazıya göz atabilirsiniz.)
06 Write About Love (Feat. Carey Mulligan) by jackpumpkinhead
Daha önce Norah Jones’un One Flight Down isimli şarkısını, tesadüfen uçaktan inerken dinlemem üzerine bir yazı yazmıştım. Bu albüm yazısı da benzer bir çıkış noktasına sahip, o çıkış noktasını oluşturan ise, albümde sondan bir önceki parça olan “I Can See Your Future”. Uçakla Hamburg’a geldikten (çıkış noktam apayrı bir yazının konusu olacak şekilde uçaklarla ilişkili) sonra, metroyu beklerken hayatımdan çalınan 12 uzun dakikayı bana geri iade eden parça ve aklımdan çıkmayan sözleri:
“Forward’s the only way to go
You catch me up, I’ll take it slow
I can see your future, there’s nobody around”
Kapanış, daha önce bloga koyduğum “Sunday’s Pretty Icons” parçasıyla yapılıyor. Şarkının sonunda Belle&Sebastian bizleri; unuttuğumuz eski aşklarımızı, nefret ettiğimiz insanları ve diğerlerini affetmemizi tembihleyerek hayal dünyalarından uğurluyorlar. Kusursuz bir son; ama şimdi işin yoksa oturup gerçekler âleminin bitmek bilmeyen dertleriyle uğraş. Belle & Sebastian bizleri bir saatliğine hayaller âleminde misafir etmek yerine, doğrudan o evin anahtarlarını bize teslim etselerdi fena olmazdı diye düşünüyorum.
Theodorakis - O Antonis
Z filmyle ilgili yazıda Theodorakis'in müzikleriyle filme ruh kattığından bahsetmiştim; ama bu devrimci ruhu kelimelerle tarif etmenin yetersiz kaldığını fark ettim. Videoda izlediğiniz görüntüler, albaylar cuntasının devrilmesinin ardından, sürgünden yurduna dönen Theodorakis'in, 1975 yılında Selanik'te verdiği bir konsere ait. Z filminin tema müziği "O Antonis", Maria Farantouri'nin sesinde hayat buluyor. Kısaca başyapıt desek yeter.
14 Temmuz 2011 Perşembe
Z: Yaşayacak
İdeal bir yönetim biçiminin bulunması için devam eden mücadelenin tarihi çok eskilere dayanıyor. Bu konu üzerine kafa yoranların başvurduğu eserlerin içinde, Platon’un Devlet’i, geçen yüz yıllara rağmen bir başucu kitabı olma özelliğini devam ettiriyor. Demokrasi, idealler ve özgür düşüncenin ana vatanı kabul edilen Yunanistan’da, 1960’larda yaşanan bir suikastın ardındaki gerçeklere ulaşmaya çalışan Z filmini incelemeye başlamadan önce, bu eserden bir bölüm aktarmak istiyorum.
Platon’un eseri, Sokrates’in ideal devlet düzenini bulmak için çevresindekilerle girdiği tartışmalardan oluşmaktadır. Kitaptaki bölümlerden birinde Sokrates, Makyavelist görüşleri olan Tharsymachus ile adalet üzerine tartışmaktadır. Tharsymachus bu tartışmada “Siyasal yönetimi elde edecek kadar güçlü olan herkesin adalet kurallarını kendi bencil çıkarlarını besleyecek şekilde dikte edeceğini” savunur ve ekler: “İnsanlar, bencil rekabetçi tutum açısından öylesine bölünmüşlerdir ki, herkes her fırsatta diğerini sömürme niyetindedir. Bundan dolayı gerçek adalet var olmaz. Adalet olarak düşünülen şey gerçekte, uyruklarını sömüren ve bunu adalet olarak adlandıran yönetimin elindeki adaletsizlik aracıdır. Bundan dolayı adalet, güçlü olanın menfaatidir.”
Tharsymachus ile olan tartışmasından, siyasetin adaleti amaçladığını savunan Sokrates galip çıkar; ne var ki, Sokrates’in vakti zamanında yaşadığı toprakları 20. yüzyılda yöneten cunta rejimi, onu haksız çıkarmak için ellerinden geleni ardına koymayacaktır. Hoş, 1500 yıl kadar önce Atinalı yargıçlar tarafından idama mahkum edilen Sokrates’in hiçbir zaman yönetenlerle arası iyi değildi. Yine de cuntanın Sokrates’e hakkını teslim ettiğini söyleyebiliriz; her ne kadar fikirlerini çöp torbasına atmakta sakınca görmeseler de, Sokrates’in eşcinsel olduğuna dair yazıları yasaklamayı ihmal etmemişler. Mini etekli kızlara ve uzun saçlı erkeklere uyguladıkları tarifeyi, Sokrates’in erkekliğine laf söyleyen arlanmazlara da uygulayarak bu filozofu ne kadar benimsediklerini göstermişler.
Yunanistan’daki cunta hakkında bütün bu bilgilere, Z filminin sonunda yer alan ve cuntanın yasakladıklarını içeren liste sayesinde ulaşıyoruz. Yunanlı sosyal-demokrat politikacı Gregoris Lambrakis’in Yunan güvenlik güçleri ve aşırı sağcı bir örgüt eliyle öldürülmesini konu alan Z kurmaca bir film; ancak filmin açılışındaki uyarı filmi gerçek olaylarla ilişkilendirmemiz için bize yeterince delil sunuyor: “Gerçek olaylar ile ölü veya canlı kişilerle olan benzerlikler tesadüf değildir, kasıtlıdır.”
Silahsızlanmayı savunan bir pasifist olan Lambrakis’in siyasi bir cinayete kurban gitmesi, 60’larda yaşayan ve John F. Kennedy, Martin Luther King gibi suikastlara tanık olanların kanıksadığı bir durum. Ancak Costa-Gavras, gazete manşetleri ve televizyon haberlerinde görmeye alışılan siyasi tabloyu, sinema perdesine çok başarılı şekilde yansıtıyor. Costa-Gavras filminde; SSCB- ABD çekişmesi, 68 öğrenci olayları, Vietnam ve Filistin savaşlarıyla dünyanın dört bir tarafında şiddeti doğuran ideolojik kamplaşmanın hedefine aldığı ilk insanların silahsızlanmayı savunanlar olduğunu ve güç çekişmesinin tarafı olanlarda ahlaki sorumluluk aramanın hayalcilik olduğunu bize gösteriyor.
Aksiyon sineması tekniklerinin sıklıkla kullanıldığı filmde Costa-Gavras’ın esas başarısı, cinayeti kimin işlediğinden ziyade cinayetin nasıl işlendiğiyle ilgilenmesi. Filmin esas sorusunda yaşanan bu değişim, bir gerilim filmine politik boyut katmaya yetiyor. Cinayete kadar gerginliğin adım adım arttığını hissediyor, cinayetin sonrasında ise nasıl sorusu üzerinden giderek delillere ulaşmaya çalışıyoruz. Bu konuda bize, gerçeği ortaya çıkarma tutkusuyla hareket eden iki kurum olan yargı ve medyayı temsilen bir savcı ve bir gazeteci yardımcı olacak.
Savcı ve gazetecinin attıkları her yeni adımda, masum insanları korumak için devletlere verilen şiddet uygulama hakkının, mevki sahipleri tarafından nasıl suç örgütlerini destekleyecek şekilde kötüye kullanıldığını görüyoruz. Bu suçu işlerken kullandıkları kılıf ise oldukça tanıdık: Muhafazakârlık. Toplantılarında din ve uygarlık koruyucusu olduğunu iddia eden konuşmaların yapıldığı anti-komünist CROC örgütü, işsizlere iş sağlayarak üye kazanıyor, sonrasında insanları işlerini ellerinden almakla tehdit ederek istedikleri suçları işletiliyor. Derinlere doğru inildikçe, örgüte destek sağlayanların göğsünde devlet nişanlarıyla gezen generallere kadar vardığını öğreniyoruz
Filmin sonuna gelirken, çürümüş düzenin içinde cesur insanların fark yaratabileceğine inanmaya başlıyoruz; ancak finalde Tharsymachus, başta yazdığımız sözleri son bir defa kulağımıza fısıldıyor: “Adalet, güçlü olanın menfaatidir.” Albaylar cuntası seçimlerden “kızılların” çıkması olasılığına karşı duruma müdahale ediyor. Cunta tarafından savcı davadan alınıyor, görgü tanıkları ve Lambrakis’in dava arkadaşları ardı sıra cinayetlere kurban giderlerken, gazeteci de devlet sırlarını açığa çıkarmaktan ötürü ceza alıyor.
Costa-Gavras, demokrasinin ana vatanında, iktidarın halka bırakılamayacak kadar değerli olduğuna inananların; çıkarlarına uymayan siyasi görüşleri zararlılar olarak algılayıp, karşılarına antikor olarak şiddet uygulayacak milliyetçi insanlar çıkarmayı çözüm olarak sunanların yıllar yılı lanetlenmesini sağlayarak, sanatçının çağına tanıklık etme görevini yerine getiriyor. Bu noktada, filmin isyankâr ruhuna en önemli katkılardan birinin, unutulmaz müzikleriyle filme can katan bir diğer büyük sanatçı Mikis Theodorakis’in adını da anmadan geçmeyelim. Yunanca telaffuzu hem “yaşıyor” hem de “sormak” anlamına gelen Z harfi de, sadece Lambrakis’in değil, insan hakları ve fikir özgürlüğünün de ilelebet yaşayacağını haykıran filmin hem ismi hem de sembolü olarak hafızalarımıza kazınıyor.
Kaynaklar:
- Plato'dan Rawls'a Siyasi Düşünce Tarihi / Larry Arnhart
- Z: Sounding the Alarm / Armond White
2 Temmuz 2011 Cumartesi
Alman-Türkler Bir Marka: İlkay&Mehmet 11 Freunde Röportajı 2. Bölüm
İlkay Gündoğan ve Mehmet Ekici röportajın ikinci bölümünde milli takım tercihlerinden, Alman-Türk oyuncuların yaşadığı mental değişimden ve gelecek planlarından bahsediyorlar. Öncelikle röportajın ilk bölümünü okumak için aşağıdaki linki kullanabliirsiniz:
Alman Türkler Bir Marka: İlkay&Mehmet 11 Freunde Röportajı 1. Bölüm
11 Freunde: Samimi dostluğunuza karşın milli takım konusunda farklı kararlar aldınız. İlkay Gündoğan gelecekte Alman milli takımı için oynamak isterken, sen Türk milli takımının formasını giymeye başladın. Bu karara nasıl vardın?
Mehmet: Tabii ki bu konu üzerine ailemle uzunca konuştum, ayrıca teknik direktör Guus Hiddink beni aradı ve Münih’te bir görüşmeye davet etti. Orada bana hangi perspektiflere sahip olduğumu gösterdi. Ama bütün konuşmaların ardından sessizlik içinde yeniden düşünmeye ihtiyacım vardı. Sonuçta Türkiye seçimim kalbimle ilgili; çünkü ailemin kökleri o ülkeye dayanıyor.
11 Freunde: Peki senin milli takım teknik direktörü Joachim Löw ile bir konuşman oldu mu?
İlkay: Şu ana kadar onunla konuşmadım ve onda telefon numaramın olduğunu da sanmıyorum. Ama ben burada doğdum, burada yetiştim, bir Alman okulunda okudum ve bir Alman kulübünde oynuyorum. Benim milli takım değişikliği yapmak için bir neden yok. Benim amacım kısa sürede Almanya milli takımının formasını giymek ve bunun tamamen gerçek dışı olmadığını düşünüyorum.
11 Freunde: Sana kararın yüzünden düşmanca davrananlarla nasıl başa çıktın?
İlkay: Bu çok duygusal bir konuydu. O haftalarda sokakta ve internette bana rahatsızlık verenler oldu. Bu hakaretler bizim canımızı acıttı; çünkü bu hesaplanmış şekilde, aslında benim kararımı herkesten daha iyi anlayabilecek olan Alman-Türklerden geliyordu.
11 Freunde: Senin kararını aldığın dönemde, Almanya’da Türk kökenli vatandaşların entegrasyonunun oldukça yoğun şekilde tartışılıyordu. Futbolcular da bu konu üzerine konuşuyorlar mı?
Mehmet: Tabii ki. Futbol sayesinde Almanya’da adapte olmamız gereken bazı kurallar olduğunu öğrendik. Bunlar sayesinde hayatınız yeni bir kalite kazanıyor. Bu nedenle Alman-Türk gençlerinin açık olmalarını diliyorum. Böylelikle Almanya’nın daha iyi bir ülke olması için yardımcı olabilirler.
İlkay: Gerçek şöyle görünüyor: Pek çok Türk kendi küçük dünyalarındaymış gibi yaşıyorlar. İki taraf da daha açık olduğunu ve karşılıklı olarak birbirlerinden bir şeyler öğrenmek istediklerini görebiliyorsunuz.
11 Freunde: Bunun bir kanıtı da, kulüplerde her geçen gün daha fazla Alman-Türk yeteneğinin yer alması. Bu durum neden son yıllarda değişti?
İlkay: Alman-Türk kökenli oyuncuların mantalitelerinde son yıllarda bir değişim yaşandığına inanıyorum. Bizim topu çok seven sokak topçuları olduğumuza dair bir klişe vardı. Bunu bizim yapımızdan kolay kolay çıkaramazsınız; ancak son yıllarda zihinlerimiz daha berraklaştı. Bunu da anne-babalarımızdan öğrendik.
11 Freunde: Bununla neyi kastediyorsun?
İlkay: Ayaklarımız daha çok yere basıyor ve konulara farklı yaklaşmaya başladık. Eskiden Türk futbolcular en küçük başarıda kendilerini en büyük görüyor ve ne isterlerse yapabileceklerini düşünüyorlardı. Bizler, kitleler arasından sıyrılmak için sıkı çalışmamız gerektiğini öğrendik.
11 Freunde: Alman futbolunu oynamak için öğrendiğin özel bir noktadan bahseder misin?
İlkay: Teknik yeteneklerimle her zaman futbol oynayabilirdim; ama bunun her zaman yeterli olmadığını gördüm. Futbolda yalnız savaşçı olarak çok ileri gidilemeyeceğini görmek benim için önemli bir kazanımdı.
Mehmet: Eskiden hepimiz o büyük yıldız olmayı hayal ederdik. Benim için artık bu geçerli değil. Çok daha önemli olan ise, özel niteliklerinizi bir takım olarak doğru şekilde sergilemektir. Bu birleşim sonunda on yalnız hareket eden adamdan çok daha büyük bir silah olabiliyor.
11 Freunde: Alman-Türk futbol yeteneklerinin fark edilmesi için Mesut Özil’in Real Madrid’e transfer olması ne kadar önemliydi?
İlkay: Bu çoğumuz için önemli bir işaretti. Belirli bir şekilde Mehmet ve benim de faydalanabileceğimiz bir akım yarattı. Alman-Türk futbolcular bugünlerde güvenilen bir marka haline geldi.
Mehmet: Bunu kolayca görebilirsiniz. Nuri Şahin Almanya şampiyonunda hayati bir rolü boşuna oynamadı. Şimdi Real Madrid’e gidiyor. Mesut Özil şimdiden dünyanın en önemli kulüplerinden birinin ana karakterlerinden birisi. İlkay ile ben de on yıl önce hayal bile edemeyeceğiniz bir takdir ile karşılandık.
11 Freunde: Nürnberg, Dortmund, Mainz ve Leverkusen bu sezon oldukça fazla genç oyuncuya şans verdi. Bir başka akım mı?
İlkay: Biz genç futbolcuların futbolu çok inatçı bir oyun olarak görmediğine, aksine keyif almayı ilk sıraya koyduğuna inanıyorum. Futbolda her gün mutluluğu buluyorum. Her Bundesliga oyuncusunun otomatik olarak yüklendiği sorumluluğu bu sayede hissetmiyorsunuz.
11 Freunde: Bunu başarılı olduğunuz zaman söylemek kolay, ama bir önceki yıl 19 yaşındayken küme düşme savaşının içindeydin. O durumda her halde pek de eğlenmiyordun.
İlkay: Ama birinin sana gelip: “Haydi şimdi sorumluluk alma vakti” dediği bir durum ortada yok. Buna her oyuncu kendisi karar verir ve her oyuncu da bunun için yaratılmamıştır. Bir önceki yıl durumumuz inanılmaz derecede sertti, bazen tek başına antrenmana giden yol dahi zordu. Bir anda hem medyanın baskısını hem de taraftarların beklentilerini hissetmeye başlıyorsunuz. Bu durumda kendi beklentileriniz de artıyor. Bir teknik direktör oyuncularından ne bekleyeceğini bilmeli ve ona göre hazırlanmalı. Şanslıyız ki biz bunu yapabilen bir teknik direktöre sahiptik: Dieter Hecking.
11 Freunde: O dönemden ne gibi dersler çıkardın?
Mehmet: Başlarda İlkay bana o haftalar hakkında pek çok şey anlattı. Ben Bayern Münih’te böyle bir şeyi bilmiyordum, orada sadece şampiyonluk için yarışılır. Buraya geldiğimde ise ilk duyuru şuydu: “Küme düşmek istemiyoruz.” Önce bu sınıflandırmayı yapmayı öğrenmem gerekiyordu. Şansımıza sezon çok başka yönde gelişti.
İlkay: Ben ufak sinyallere dahi dikkat ederim. O negatif sarmala tekrar düşmemek için her şeyi yaparım. Kazandıktan sonra dahi takım içinde sürekli olarak hatalarımız hakkında konuşuruz; çünkü futbolda bir hafta içinde her şey yeniden değişebilir.
11 Freunde: Dortmund’da birbiriyle iyi kaynaşmış bir ekibe yeni bir isim olarak katılacaksın. Mehmet Ekici’den yeni bir çevreye en hızlı şekilde uyum sağlamak konusunda tavsiyeler almaya başladın mı?
İlkay: Bu yıl bize yeni katılan isimlerden açık davranmanın pek çok kapıyı açabileceğini öğrendim. Yeni kariyer adımımı Borussia Dortmund’da atacak olmaktan dolayı çok mutluyum ve hiç sorun yaşamayacağımı düşünüyorum. Ve bir Gelsenkirchenli olarak ilk defa kendi yolumu bulmak zorundayım.
Mehmet: Kevin Grosskreutz seni kesinlikle evine almaz. Belki ilk hafta Mario Götze’ye taşınırsın.
11 Freunde: Sence o sezonun en iyi oyuncusu mu?
İlkay: Bu yaşta nasıl oynadığına ve insanlara nasıl bir mutluluk yaşattığına bakarsanız, kesinlikle bu yılın en zirve adaylarından birisi.
Mehmet: Onu bu kadar çok övme, sonuçta bu yıl orta sahada forma giymek için senin rakibin olacak.
İlkay: Bunu dört gözle bekliyorum. Sen dikkat et de arkadaş sıralamamda seni arka plana atmasın!
11 Freunde: Önümüzdeki sezon birbirinizi unutmamak için ne yapacaksınız?
Mehmet: Gelecekte boş günlerimiz olacak ve o zaman karşılıklı olarak birbirimizi ziyaret edeceğiz. Ve eğer bir şeyler ters giderse, hafta içi Şampiyonlar Ligi maçlarını izleyeceğim. Orada İlkay’ı Dortmund formasıyla göreceğime eminim.
İlkay: Ama öncelikle beraber tatil yapmaya gidiyoruz. Sahildeyken bir şeyler üzerine düşünmek için yeterince vaktimiz olacak. Ve kesin olan bir şey var: Nürnberg’deki zamanımızı asla unutmayacağım.
Kaynak: 11 Freunde Haziran 2011 Sayısı
Map of the Problematique - Muse - Wembley
Fear and panic in the air
I want to be free
From desolation and despair
And I feel like everything I sow
Is being swept away
Well I refuse to let you go
I can't get it right
Get it right
Since I met you
Loneliness be over
When will this loneliness be over
Life will flash before my eyes
So scattered and lost
I want to touch the other side
And no one thinks they are to blame
Why can't we see
That when we bleed we bleed the same
I can't get it right
Get it right
Since I met you
Loneliness be over
When will this loneliness be over
Loneliness be over
When will this loneliness be over
1 Temmuz 2011 Cuma
Alman-Türkler Bir Marka: İlkay&Mehmet 11 Freunde Röportajı 1. Bölüm
Gün geçmiyor ki 11 Freunde futbol dünyasındaki güzel hikayelerin bir yenisini okurlarıyla paylaşmasın. Bu güzel derginin geçtiğimiz ay çıkan sayısında, iki Alman-Türk genci Mehmet Ekici ve İlkay Gündoğan, Nürnberg'i altıncılığa taşıdıkları sezon boyunca güçlenen dostluklarından bahsetmişler. Önümüzdeki sezon biri Werder Bremen'de Mesut Özil'in, diğeri de Dortmund'da Nuri Şahin'in yerini doldurmaya çalışacak ve baskı da ikisinin üzerinde olacak. Ancak, onlar şu an hallerinden oldukça memnun görünüyorlar. İşte bu uzun röportajın ilk kısmı:
Nürnberg’den büyük futbol dünyasına: İlkay Gündoğan ve Mehmet Ekici; dostlukları, gizli dans dersleri ve Alman-Türk futbol yeteneklerindeki değişim üzerine konuştular.
11 Freunde: İlkay Gündoğan ve Mehmet Ekici, 2010/11 Bundesliga sezonu sona erdi. Ne kadar üzgünsünüz?
İlkay: Neden üzgün olmamız gerekiyor ki, harika bir sezon geçirdik. FC Nürnberg’in bitime az kala beşincilik için mücadele edeceğini kim düşünürdü? Bir önceki yıl neredeyse küme düşüyorduk, bu nedenle sezon başında pek çok yeni oyuncu aramıza katıldı.
11 Freunde: Ancak yenilerden biri de arkadaşın Mehmet Ekici’ydi. Sen Dortmund’a doğru giderken, birbirinizden ayrılacaksınız. Bu seni üzmüyor mu?
İlkay: Mehmet ile benim gelecek sezon ayrılacak olmamız, profesyonelliğin bir parçası. Dortmund’da kariyerimin yeni adımını atmak istiyorum. Bu durumun üstesinden geleceğiz.
Mehmet: Yakın zamanda aynı şehirde yaşamaya devam etmeyeceğimizi zaten biliyorduk. Bu nedenle şu aralar her dakikayı beraber geçiriyoruz.
11 Freunde: Kiralık oyuncular genellikle takım kimliğine sahip olmamakla suçlanır. Serzenişte bulunanlara nasıl karşılık verdin?
Mehmet: Hangi takımda oynuyorsanız, o takım için her şeyinizi verirsiniz. Ben başarılı olmak istiyorum, yoksa kendime yanlış bir iş seçmişim demektir. Ayrıca insan kiralık oynadığımı dönemde daha fazla motive oluyor; çünkü esas kulübünüze bir kazanç olabileceğinizi göstermek istiyorsunuz. Nürnberg’de bu sezon bu durumdan karlı çıktı.
11 Freunde: Yeni bir çevreye uyum sağlamak senin için ne kadar zordu?
Mehmet: Ailemden ilk defa ayrılmıştım. İlk gün bir otele yerleştim ve orada kendimi hiç iyi hissetmedim. Çatı başıma yıkılmadan önce bir şeyleri değiştirmem gerektiğini düşündüm.
11 Freunde: Ve bunun üzerine takım arkadaşın ve dostun İlkay Gündoğan’ın yanına gittin. Bu birlikte yaşam işi nasıl gözüktü?
Mehmet: İlkay bana evine taşınmayı teklif etti.
İlkay: Öyle bir şey olmadı, sen bana sordun.
11 Freunde: Ve sen de hayır diyemedin?
İlkay: Şu masum ifadeye bir bakın. Kim ona hayır diyebilir ki?
Mehmet: Aha, durum şimdi anlaşılıyor.
İlkay: Yok, benim için hiç sorun değildi. Birbirimizi alt yaş milli takımlarından tanıyoruz ve dostça bir ilişkimiz var.
11 Freunde: İnsanlar beraber yaşadıklarında birbirleri hakkında işte olduğundan daha fazlasını öğrenirler. Birbirinizin hangi gizli tuhaflıklarına şahit oldunuz?
İlkay: Mehmet ev arkadaşı olarak iyi bir iş çıkardı. Bazen bulaşık makinesindekileri yerine kaldırdığı bile oldu. Ortada dırdır edilecek bir durum yoktu.
Mehmet: Eğer ev sahibimi tavanın içine doğrasaydım, işte o zaman kötü bir misafir olurdum. Biz dört eğlenceli hafta geçirdik.
11 Freunde: Hiç açık bırakılmış diş macunu tüpleri, küflenmiş tencereler veya temizlik planı üzerine çıkan kavgalar yok muydu?
İlkay: Şansımıza bir temizlikçi kadın vardı, bu işleri oldukça kolaylaştırdı.
Mehmet: İkimiz de ev işlerinde iyi erkekler değiliz. Bir keresinde ikimize makarna pişirmeye kalktım…
İlkay: …sonra da tencereyi ocakta unuttun. Her şey duman içinde kaldı ve biz de yemek için dışarıya gittik. İkimizin de yeteneklerinin ev işlerini kesinlikle kapsamadığı söylenebilir.
11 Freunde: Bir aylık ev arkadaşlığının ardından sonuçlar nasıldı?
İlkay: İnsan birisini bir ay boyunca her an görüyorsa ve buna rağmen ona kızmıyorsa, bu iyi bir işarettir. Daha öncesinde iyi arkadaştık; ancak bir aylık ev arkadaşlığının ardından gerçek dostlar haline geldik.
Mehmet: Gerçekten kardeş gibiyiz. Eğer ailemiz yanımızda değilse, bütün günü birlikte geçiriyoruz. Akşamları Şampiyonlar Ligi maçlarını birlikte izlediğimiz ve saat geç olduğu için İlkay’da kaldığım zamanlar oldu.
11 Freunde: Profesyonel futbolun içinde gerçek dostluklar var mı?
İlkay: Bazen futbolda dostluklar kurmak zorunludur; çünkü takım arkadaşlarını daha iyi anlamak başarıya ulaşmayı kolaylaştırır. Bu sezon bunu gösterdi. Ama futbol gerçek dostluklara giden yolu kolaylaştırır da. Sizinle aynı yaşlarda olan ve şeylerle ilgilenen pek çok insanla karşılaşırsınız.
11 Freunde: Futbol, futbol, futbol.
İlkay: Açıkçası boş zamanımızda futbol üzerine hiç konuşmayız. Birbirimizle paylaşacağımız başka ilgilerimiz de var: Müzik, filmler, kızlar.
Mehmet: Birlikte önemli şeyleri kendi lehimize çevirebiliriz. Ve çoğu sıklıkla ne olduğunu anlamak için bir bakış bile yeterlidir. Bu önemli; çünkü futbol hakkında o kadar çok düşünmemeniz gerekir. Ve kesinlikle her şey onun etrafında gerçekleşmiyor.
11 Freunde: Bu yıl İlkay Gündoğan için özellikle zordu; çünkü profesyonel kariyerinin yanında lise bitirme sınavına girmesi girdi. Sonuçlar belli oldu mu?
İlkay: Geçtim; ama ortalama bir sonuçla. Ama daha fazlası mümkün değildi; çünkü futbol çok fazla zamanımı alıyor. Bu nedenle geçtiğim için gururluyum. Eğer kulübümün ve okulumun desteği olmasaydı bu mümkün olmazdı.
11 Freunde: Mehmet Ekici deplasman yolculuklarında sana derslerin hakkında sorular soruyor muydu?
İlkay: Kesinlikle hayır. Bu her şeyi daha kötü yapardı.
Mehmet: Bir keresinde İlkay’ın matematik kâğıtlarına baktım ve hemen hiçbir şey anlamadım. İnanıyorum ki, ona pek yardımım dokunmazdı.
İlkay: Haftada iki kez sabah sekizde okula giderdim, sonra da oradan antrenmana koştururdum. Öğleden sonra genellikle beni Matematik sınavlarına hazırlayan bir öğretmen ile buluşurdum. Ve ikinci antrenmanın arkasından da akşamları hep bir şeyler daha öğrenirdim.
11 Freunde: Bu ikili yükün altında nasıl konsantre olabildin?
İlkay: Bazen ara vermeniz gerekir. O anlarda bana Mehmet yardımcı oldu. Ayrıca, takımın durumuma anlayış göstermesi de beni memnun etti. Beni yüzde yüz destekleyen teknik direktörlerim Dieter Hecking ve geçen sezon Michael Oenning gibi. İşler daha farklı da yürüyebilirdi.
11 Freunde: Felix Magath Schalke 04’ün başındayken, genç oyuncusu Julian Drexler’e profesyonel kariyerine konsantre olabilmesi için lise bitirme sınavına girmemesini tavsiye etmişti.
İlkay: Ben Gelsenkirchen doğumluyum ve oradaki durumu biraz biliyorum. Kulüp bir okulla yakın temas halinde. Sanıyorum bu yanlış bir sinyaldi. Belki bazı genç oyuncular beni örnek alırlar ve her iki işin eş zamanlı olarak yapılabileceğini anlarlar.
11 Freunde: Okul balosundaki kavalyenin ismi Mehmet Ekici miydi?
İlkay: Ona teklifimi şöyle yaptım: “Eğer tıraş olur ve güzel bir kıyafet giyersen benimle gelebilirsin.”
Mehmet: Ne yazık ki bu teklifi reddetmek zorunda kaldım; çünkü sezonun son maçı için antrenman kampındaydık. İlkay ekstra izin almıştı.
İlkay: Ama ben de orada çok uzun kalmadım. Belki de iyi bir dans partnerim eksikti. Onun yeteneğini sezon başlamadan önceki kampta gördük.
11 Freunde: Büyük güne çalışmak için kendini diskoya mı attın?
Mehmet: Hayır, hayır. Kaprun’da (Avusturya) her yeni gelen oyuncu bir gösteri yapmak zorundaydı. Kıyafetler ve gösteri için gereken her şey ile birlikte. Birkaç başka kişiyle birlikte koreografiyi çalıştık ve dans ettik.
İlkay: O kadar profesyonel göründü ki, seni “Almanya süper starını arıyor” (Deutschland sucht den Superstar) yarışmasına kaydettirmek istedik.
Mehmet: Sen nereden bileceksin ki, o ara gülmek için masanın altındaydın.
İlkay: Böyle organizasyonlar bilmeden takımı güçlendiriyor. İnsanlarla konuşup gülebileceğiniz bir şeylere sahip oluyorsunuz. Ve Mehmet, inan bana senin o performansına bugün bile hala gülüyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)