20 Eylül 2011 Salı

FC United vs Türk Futbolu

FC United of Manchester kulübünün hikayesi malum… Futbol denen oyunu seven, bu oyunun içine her geçen gün yeni kirli paraların ve ilişkilerin girmesinden rahatsız olan ve ruhu birçok yerde kaybettirilen ya da kaybedilmek üzere olan bu futbol çarkının içinde, ruhlarını ve benliklerini korumaya çalışan, bu oyunun asıl sahiplerinin, taraftarların kurduğu bir takım… Neden yıllardır gönülden destekledikleri dünyanın en büyük ve zengin takımı Manchester United’a küsüp 2005 yılında FC United’ı kurduklarının hikayesini kendilerinden okuyabilirsiniz: http://www.fc-utd.co.uk/history.php
Konuyla ilgili onlarca yazıyı birçok Türk futbolseverin blogunda ya da bazı köşe yazılarında bulmak da mümkün, o yüzden bilinen benzer hikayelere az değinmeye çalışarak geçtiğimiz cumartesi günü FA Cup 1. ön eleme turunda (bildiğimiz 1. tura gelebilmek için 4 tane ön eleme turu oynanıyor) Woodley Sports ile oynadıkları maçtaki 1109 biletli seyircinin (seyirciden kastım “çekirdekçi tayfa” değil, 1 dakika bile yerlerine oturmayan ve susmayan bir topluluk) arasındaki biri olarak gözlemlerimi ve naçizane fikirlerimi paylaşmak istedim. Uzun zamandır yazamadığım bu blogun sahibi St. Pauli hayranı dostumun da, Mayıs 2010’da Almanya’da St. Pauli’nin 100. kuruluş yılı etkinliklerinde St. Pauli All Stars takımıyla maç yapan bu isyankar Manchesterlılara sempati duyduğunu tahmin ediyorum.

Her şeyden önce, bu adamların tek derdinin ve FC United’ı kurmalarının tek nedeninin Glazer olmadığını söylemek gerek. Yukarıda verdiğim linkten özetlemem gerekirse, kendilerini böyle bir devrim yapmaya iten sebep tabii ki Glazer’ın Manchester United’ı satın alması ve devamındaki uygulamaları. Ama yan sebepler göz ardı edilirse, bu adamların ne yapmaya çalıştığı doğru yorumlanamaz ve yaptıklarına hayranlık duymak yerine tepkilerini neden daha az radikal yollarla göstermedikleri sorgulanmaya başlanır diye düşünüyorum. Gerçi her zaman bunu sorgulayanlar ve anlamayanlar olacaktır ve bu da gayet doğaldır. Konumuzla oldukça yakından alakalı ‘Looking For Eric’ filmindeki bir sahnede Manchester Unitedlı bir taraftarın FC Unitedlıya söylediği gibi;Karını değiştirebilirsin, politik görüşünü değiştirebilirsin, dinini değiştirebilirsin ama asla ve asla tuttuğun takımı değiştiremezsin.” FC’lilerin mabetleri Old Trafford’dan ayrılıp, trenle yarım saat mesafedeki Bury’deki bir stadı yeni mabet belledikleri (şimdilik demek gerekiyor; çünkü yeni stad inşa etme planları var) bu devrim hareketinin nedenleri arasında bilet fiyatlarının aşırı pahalılığı, stada gelen ‘seyirci’lerdeki destek ve ‘ruh’ eksikliği, maç saatlerinin yayıncı kuruluşun çıkarlarına göre değiştirilmesi, takımla ve futbolcularla olan iletişim kopukluğu gibi endüstriyel futbol ögeleri ve bunların ana kaynağı olan para ve rant var. Bu nedenle, tamamen demokratik bir düzende ilerleyen, üyeliğin çok ucuz olduğu, her üyenin kulübün doğrudan bir parçası ve alınacak kararlarda eşit oy vermeye hak sahibi olduğu, futbol dışı bir sürü gönüllü projelerde çalışan, bağışlarla desteklenen, futbolcuları gerçekten komik maaşlara oynayan ve sahada ayaklı reklam panoları gibi dolaşmayan, tribünlerinde ayakta maç seyredilebilen, futbolun ruhunu kaybetmemiş adamların desteklediği, kar amacı gütmeyen bu modern futbol karşıtı kulüp kurulmuş ve yaşatılıyor. Sanırım hiçbir zaman bu seçilen yöntemin doğru olup olmadığı tartışması bitmeyecek; fakat bu tartışmalar olurken de tek dileğim şu an İngiltere’de 7. küme denebilecek bir ligde oynayan ve geçen sezon FA Cup’ta 3. tura kadar yükselme başarısı göstermiş bu takımı Premier Ligde izlemek. Şimdi gelelim cumartesi günü oynanan 1. ön eleme turundaki Woodley Sports maçına…

Manchester’daki bir arkadaşımla beraber Fenerbahçe ve Galatasaray formalarımızı giyip, maç sabahı trene atlayıp Bury’nin yolunu tuttuk. Premier Lig’in (TV’de izlediğimiz maçlardan aşina olduğumuz) klasik güneşli ama sağanak yağmurlu bir öğlen maçı atmosferini yakaladığımız Gigg Lane stadında şaşırtıcı derecede yüksek genç ve çocuk nüfusu ile 1000 civarında FC United taraftarı mevcuttu. 90 dakika boyunca bir kere susmadılar, hakemleri baskı altına aldılar, genç-yaşlı FC’lilerin büyük bir bölümü yerlerine bile oturmadı… 90+’da yediğimiz golle maçın 1-1 bitmesi ve turun bugün oynanacak rövanş maçına kalması biraz can sıkıcı olduysa da, bir futbolsever için yaşanabilecek en güzel tecrübelerden ve en keyifli 90 dakikalardan birinde bulunduğumuz için mutluyduk. FC United atkılarımızı sardık, yağmur altında 15 dakikalık bir yürüyüşün ardından istasyona vardık ve ardından da metroda tanıştığımız genç bir FC taraftarıyla futbol sohbeti yapa yapa Manchester’a döndük.

Kısaca söylemek gerekirse, bu insanların neden taraftar olarak ruhlarının kaybettirilmeye çalışıldığını hissettiklerini ve taraftar profilleri ile benliklerinin değişiyor olmasına neden sinirlendiklerini anlamak zor olmadı. Daha önceden bildiğim hikayelerinin yanı sıra, o gün stadda gördüğüm tutkulu taraftarlar ve bu oyunda yanlış giden şeylerin farkında olup bunu değiştirmeye ve en azından kendi dünyalarını bu düzenden temizlemeye çalışan insanlar; kendilerine olan sempatimi ve hayranlığımı da katlanarak arttırdı. Çünkü Manchester United’dan kopmalarına sebep olarak gösterdikleri her ne sorun varsa, hepsinin çözümünü kendi aralarında tartışıp, demokratik bir şekilde kararlaştırıp bunu hayata dökmek ve bütün bu mücadeleyi de dünyadaki en popüler, büyük ve nereden geldiği belirsiz paralarının dönmeye başladığı kirli bir sektörün 1 numaralı kulübü özelinde, bu sistemin en güçlü karnına karşı vermek; yürek, sabır, gerçek bağlılık ve tutku isteyen ve hayranlık duyulası bir iş.

Ülkemizde son 2.5 ayda yaşanan olayları göz önüne alalım… FC’nin karşı durduğu ve kendilerini bu kirli ve açgözlü sistemden dışarı atmayı göze alacak noktaya getiren şeyler, farklı bir yüzle ve sistemle ülkemizde işliyor ve kimse sesini çıkarmıyor. Yayıncı kuruluşun gelirlerini (dolayısıyla kendi gelirlerini) korumak ve birkaç dekoder fazla satılması için nereden çıktığı belli olmayan bir play-off uygulaması getiriliyor ‘süper’ ligimize. Yıllardır adı türlü kabadayılıklarla özdeşleştirilen ve her zaman eleştirilen bir kulüp başkanı şike soruşturması kapsamında içeri alınıyor, kulübü kamuoyunda şikeci ve suçlu ilan ediliyor, Şampiyonlar Ligine katılma hakkı elinden alınıyor, kulübün asbaşkanı “Madem bizi yargıladınız ve suçlu buldunuz, bizi küme düşürün, aklanıp gelelim.” diye açıklama yapıyor ve bunlara rağmen bu kulübü yıllardır türlü zorbalıklarla, şikeyle şaibeyle özdeşleştiren diğer kulüplerin neredeyse tamamı gelir kaybı yaşayacakları korkusuyla bu kulübün ligden düşürülmesine karşı çıkıyor. Buna yayıncı kuruluşun doğal tutumu da eklenince, yıllardır “temiz lig” isteyenler şimdi kirlendiği iddia edilen ligi meşru buluyor ve takımlarını bu ligde yüzleri kızarmadan maçlara çıkarıyorlar. İşin sosyal ve taraftar boyutu başlı başlına bir yazı konusu olduğundan bu konuya daha fazla bulaşmadan, sadece FC United’ın hikayesiyle Türk futbolundaki benzerliklere değinmek ve FC’nin yaptığı işin ne kadar onurlu ve saygı duyulası bir iş olduğunu hatırlatmak istedim. İşin içine paranın, çok paranın, daha çok paranın ve çıkarların girdiği her alanda olduğu gibi, dünyanın bu en sevilen ve insanları bütünleştiren oyununu ve sporunu da yavaş yavaş mahvetmeye, insanları çok değil birkaç senelik hatıralarına ve nostaljilere mahkum etmeye ve çok sevdikleri bu oyundan ve hatta hiçbir zaman vazgeçilemez denilen takımlarından soğutmaya başladılar bile. Kimisi FC Unitedlılar gibi, kendilerini bu sistemden çıkartıp kendi küçük dünyalarında hatıralarını yaşatıyor ve sahip oldukları ruhu ve tutkuyu o tribüne beraber gittikleri çocuklarına da aktarmaya çalışıyor; kimi ise sistemi kabullenmiş, birbirleriyle yalandan kavga eder gibi görünüp ortak çıkarları için beraber hareket ediyor, olan da bu oyunu gerçekten seven tutkulu insanlara oluyor. FC United’a bu akşam Woodley maçının rövanşında başarılar dilerken, asıl tutkunu olduğum renkleri birazdan Manisaspor karşısında binlerce kilometre uzaktan desteklemeye devam…


Hiç yorum yok: