28 Kasım 2010 Pazar

Exit Through The Gift Shop: Kamera Spray ile Buluşunca


2010 yılı, zamanın ruhunu (zeitgeist) anlamaya çalışan filmler açısından oldukça verimli geçmişe benziyor. Bu yıl Sundance ve Berlin film festivallerinde gösterilen Exit Through the Gift Shop ise zamanın ruhunu sadece anlamaya çalışmakla kalmayıp, zekalarıyla ona yön de veren bir grubu anlatıyor. Exit Through the Gift Shop, graffiticiler veya sokak sanatçıları olarak tanımlayabileceğiniz yeni nesil yaratıcı zekalar üzerine bir belgesel, hem de bu yaratıcı zekaların en parlağı olarak bilinen Banksy'nin elinden çıkma. Filmin gerçek mi yoksa kurmaca mı olduğuna dair tartışmalar da var; ancak bu yazıda onlara değinme niyetinde olmadığımı baştan söyleyeyim.

Filmin Berlinale'deki tanıtım yazısından alıntılarsak, Banksy bu filmi "benim hakkımda film yapmaya çalışan bir adam hakkında bir film" olarak özetliyor. Thierry Guetta, nam-ı diğer Mr. Brainwash'ın bir sokak sanatçısına dönüşme serüvenini anlatan filmde, bazen amaçsızlığın da hayatta kendini ifade edebilecek bir noktaya varmak için önemli bir araç olarak kullanılabileceğini görüyoruz. Mr. Brainwash'ın oluşum sürecinin ardında, Thierry Guetta'nın hayatının hemen her anını filme alma saplantısı yatıyor. Bu saplantısı nedeniyle doldurduğu onca kaset sayesinde seyirciler olarak, Thierry'nin kuzeni "space invader" ile başlayarak önemli işlere imza atan pek çok sokak sanatçısını tanıma fırsatı buluyoruz.


Thierry'nin hayatının (ve de belgeselin) dönüm noktasını ise bu sokak sanatçılarının en kıdemlisi olan Banksy ile tanıştığı gün oluşturuyor. Yüzünü film boyunca göremediğimiz Banksy, bu şekilde bir modern zaman mitine dönüşmeyi başarıyor. Sokakların görüntüsündeki değişimi, bu üslup sahibi sanatçının kendi iradesinin ötesinde Zeitgeist ile açıklamamıza yardımcı olan bir mit. Thierry'den Banksy'i tarif etmesi istendiğinde "he's like, um like, eee like, like, I like him" dediği ve izleyenleri gülmekten yerlere yatıran sahne, Thierry a.k.a Mr. Brainwash'ın Los Angeles'da kendi galerisini açmayı ve kitleleri kendine çekmeyi başarmasına karşın hala Banksy'i ne kadar yukarıda gördüğünün güzel bir örneği.

Bu noktada Banksy efsanesini daha iyi anlamak için film incelemesine bir virgül koyup graffitiyi sanat kategorisine sokan arka plan üzerine kafa yoralım. Graffitiyi oluşturan sanatsal arka plan, Andy Warhol'un imgelerin sürekli tekrarlanarak iletişim ağlarını ele geçireceğini keşfetmesiyle doğan pop-art'dan beslenirken, graffitinin yasa dışı olması ona dinamizmin yanında belirli bir politik duruş katıyor. Banksy'nin popüler kılan ise onun, arka plandaki bu unsurları iyi kavraması ve bu arka planı eserlerine başarılı bir şekilde aktarması. Stilize çizimlerini, farelerine ve ilk bakışta fark edilen insan tiplemelerine aktaran Banksy, bu şekilde Andy Warhol'un imgeleri tekrarlama kuralını uyguluyor. Graffiti zaten sokak sanatı olduğu için, iletişim ağlarına yani temel olarak insanlara ulaşmak da oldukça kolaylaşıyor.


Yine de bu kadar açıklama Banksy'nin neden özel bir sanatçı olduğunu anlatmak için yeterli değil. Andy Warhol'un sanatta yarattığı bu değişim, kapitalist sistem içinde 50 yıldır büyük markalar tarafından şehvetle tüketilirken, pop kültürü kitleleri aptallaştırmak için paha biçilmez bir yöntem olarak kullanılmaya başlandı. Bunun nedeni ise yine Warhol'un belirttiği gibi, imgenin içeriğin dışına çıkarılıp sürekli olarak tekrarlanmasının bir süre sonra imgeyi anlamsız kılmaya başlamasıydı. Banksy'nin eserlerinde ise durum tersine dönmüş görünüyor. Banksy, haber kanalları üzerinden zihinlerimize kazınan Guantanamo'daki tutukluların fotoğrafını, içeriğin tamamen dışında olduğumuz sıradan bir sokakta yineleyerek insanlara politik gerçekleri yeniden hatırlatmayı başarıyor. Bizler için hatırlamayı kolaylaştıran ise şüphesiz graffiti çizerlerinin polisle çatışma halinde olması nedeniyle sergilemek zorunda oldukları karşı duruş.

Başta filmin Thierry hakkında olduğunu söylememe karşın Banksy üzerine bu kadar uzun bir açıklama yapmamın nedeni ise filmde Thierry'e Banksy'nin gözlüklerinden bakıyor olmamız. Filmin kahramanı Thierry'nin Los Angeles'taki galeriyle elde ettiği ticari başarı ve eser üretimindeki hızı görünen o ki diğer sokak sanatçılarını tatmin etmeye yetmemiş. Kamaerasıyla yaptığı çekimleri sempatik bularak (belki de işlerinin geleceğe kalmasını isteyen tüm sanatçılarda var olan kaygıdan dolayı) aralarına aldıkları Thierry'nin Mr. Brainshaw'a dönüşmesi onlara şaşkınlık veriyor.


Yazının sonunda ise, girişte kurduğum, filmin zamanın ruhunu yakaladığına dair cümlenin altını doldurmam gerekiyor. Graffitilerin oluşum süreçlerini ayrıntılı olarak görme şansı bulduğumuz bu film zamanın ruhunu iki açıdan yakalamayı başarıyor. Öncelikle, merceğe taşınan graffiticilerin kentleri nasıl dönüştürdüğünü ve hala dönüştürmekte olduğuna tanıklık ederek, sinemanın (ve sanatçının) çağına tanıklık etme sorumluluğunu harfiyen yerine getiriyor. Filmin zamanın ruhunu yakalamayı başardığı ikinci nokta ise sinema dünyasının özelinde. Exit Through the Gift Shop, son yıllarda sıkça gördüğümüz belgesel - kurmaca arasında gidip gelen filmlerin takipçisi konumunda. Sıradan bir video kamerayla yapılmış olan çekimleri; seyircilerde, graffiticilerle birlikte sokağa çıkmış hissini uyandırıyor. Sanki birazdan polis gelip bizim kameramıza el koyacakmış gibi tedirgin oluyoruz.

Yukarıda bir kısmına değindiğim, seyircilere üzerine düşünmek için pek çok konu bırakan ve bunun yanında hayli eğlenceli olan Exit Through the Gift Shop filmini bir yerlerden edinip izlemeniz tarafımdan şiddetle tavsiye olunur.

Hiç yorum yok: