20 Aralık 2010 Pazartesi

Arsene Wenger: Bir futbol filozofu


Blogda yayımlamaya karar verdiğim söyleşilerde sırayı meslektaşlarım arasında dünyadaki en meşhur isim alıyor. Football manager oyununu oynamaktan gerçek ile sanalı ayırt edememeye başladığım düşünülmesin, Arsene Wenger ile meslektaş olma onuruna kendisinin elektrik mühendisliği mezunu olmasıyla eriştim. Bu benzerliğin dışında, oynattığı futbolun arka planına bir felsefe yerleştirmeyi başarması ve bunun da ötesine geçerek hayata belirli bir siyasi ve entelektüel pencereden bakmayı bilen bir isim olması Wenger'e olan saygımı limitlerin ötesine taşıdı. Bu yazıda Champions dergisinin Nisan/Mayıs 2009 ve Bir+Bir dergisinin Mayıs 2010 sayılarından yola çıkarak, Wenger'in futbola ve hayata dair felsefesini sizlere aktarmaya çalışacağım.

Wenger, kazanmanın kutsandığı; ancak yöntemlerin pek de önemsenmediği tüketim futbolunda futbolun ahlakını ve kazanmanın anlamlı bir yolunu bulmayı kendine amaç edinen sayılı insanlardan birisi. 2000'li yılların ortasında Henry, Vieira ve Bergkamp'lı kadrosuyla son yılların en çekici futbollarından birisini oynatan ve kupaları toplayan Fransız teknik direktör, yeni stad yapımı nedeniyle kulübün borçlarının artmasının ve bu efsane kadronun dağılmasının ardından kazanmak için yeni bir yol denemeye karar verdi. Şimdi Wenger'in kendi cümlelerinde bu yeni yolun şifrelerini bulmaya çalışalım.

Abramoviç'in Chelski projesinden bu yana transfer piyasasında fiyatların yükselmesi Wenger'i başarılı olmak için yeni çözümler aramaya itti. Abramoviç ve onu takip edip kulüpleri satın almaya başlayan yeni dünyanın zenginleri karşısındaki finansal açığı "Kendi tarzı, kültürü olan bir takım yaratarak" kapatmaya çalışıyor Wenger. Modelinin geçerliliğini ise çok insani bir gerekçeye dayandırmış: "Bir oyuncu bu takıma 16-17 yaşlarında geliyor; sahaya çıktığında diğer takımlarda rastlamadığımız bir ruha, kulüp sevgisine sahip oluyor. Beraber eğitim almış, yetişmiş oluyorlar. Hayat boyu kalıcı dostluklar 16-20 yaş arası tanıdığınız kişilerden oluşur. Bu bize diğer kulüplerde olamayacak bir güç katıyor." Bu anlayışla seçtiği oyuncuların uymasına dikkat ettiği bazı kuralları da var Wenger'in. "Sumo güreşi seyrederken öğrendiğim şey şu: Güreş bittiğinde asla kimin kaybettiğini anlamanız mümkün değil; çünkü kaybedeni utandırmamak için hislerini dışa vurmuyorlar" diyor Wenger ve oyuncularına bu felsefeyi aşılamaya çalıştığını ekliyor. Latin kökenli bir insan olarak abartılı tepkiler vermeye meyyal olduğunu; ama kendini kontrol etmeyi de Japonya'da öğrendiğini belirtiyor. 1995-96 yılında yaşadığı bu Japonya macerasında öğrendikleri bununla da sınırlı değil, oyuncuların kaslarını daha iyi çalıştırmak için otobüslerdeki sıcaklığı yükseltmesinden diyet programlarına kadar pek çok ders çıkarmış. "Hafta boyu çalışıp, ondan sonra bütün o emeği oyuncular kötü beslendiği için heba etmenin salaklık olduğuna inanıyorum" açıklaması, kurallarına ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi.

Wenger kariyerinde büyük kulüplere doğrudan adım atmak yerine, kendi hedefleri doğrultusunda çalışmayı seçen bir teknik direktör. 2009 yazında Real Madrid başkanı Perez ona Kaka'lı Ronaldo'lu yeni Galacticos'un başına geçmeyi önerdiğinde, bu teklifi neden terk ettiğini şöyle açıklıyor: "Gitseydim, inançlarıma ihanet etmiş olurdum. Bu kadar basit. Real Madrid'den ziyade Arsenal ile ilgili bir şey bu. Burada bir takım yarattım ve onu başarıya ulaştırmak istiyorum. Bu takımla dört yıl önce giriştiğim bir proje ve sonuna kadar gideceğim. Bu noktada ayrılmam söz konusu olamaz." Ne olursa olsun kazanmanın peşinde koşan pek çok teknik direktörün balıklama atlayacağı bu teklifi reddetmesinin ardında yeni projesine olan inancı yatıyor. Peki bu projeyi onun için bu kadar anlamlı kılan nedir? Acaba bunun arkasında Abramoviç'in, Wenger'e kariyerinin travmatik bir dönemini hatırlatması yatıyor olabilir mi? 1993 yılında bir başka dev Bayern Münih'in teklifini reddetmesine ve bir yıl sonrasında Japonya'ya doğru yola çıkmasına neden olan Fransa futbol tarihinin en büyük skandallarından birisini ve Tapie ismini anmadan Wenger'in kariyerindeki seçimlerini değerlendirmek, bazı noktaların eksik kalmasına neden olacaktır.


1987 yılında Monaco'nun başına geçen ve 7 yılını bu kulüpte geçiren Wenger, bu kulüpte bir şampiyonluk(87-88) ve iki ikincilik kazanır.(Prekazi'nin müthiş golüyle hatırlanan Monaco maçında kulübedeki isim de Wenger'dir) Bu ikincilikleri kazanım olarak saymamın nedeni ise, Seba'nın meşhur "şerefli ikincilik"lerinin tam da bu sonuçlarda karşılığını bulmasıdır. Bu dönemde Fransa'da esen Marsilya rüzgarı 5 yıl üst üste gelen şampiyonluğun ardından Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'na da erişmeyi başaracaktır. Ancak, çok geçemeden bu rüzgarın arkasında kirli bazı dolapların döndüğü ortaya çıkar. Valenciennes forveti Robert'in bahçesinde bulunan 250 000 frank ile başlayan dava sürecinde Marsilya'nın 92/93 şampiyonluğu iptal edilir ve takım küme düşürülür; ancak önceki sezonlara dair başka bir kanıt bulunamaz ve Wenger bu şerefli ikinciliklerle yetinmek durumunda kalır.

Yaşadığı travmadan kurtulmak için büyük bir değişime ihtiyacı olduğuna inanan Wenger, Bayern ile yeni bir maceraya atılmak yerine kökten bir yeinlenme için Japonya'nın yolunu tutar. Orada yeni gözlemler ve yeni bir hayat tarzından beslenen ve oyuna karşı heyecanını tekrar kazanan Wenger'in dönüşte başlattığı Arsenal macerası bugüne kadar aralıksız olarak devam etti. Wenger o gün Tapie'nin verdiği rüşvetlere, bugün de Abramoviç ve futbolu reklam aracına dönüştüren yeni futbol oligarklarının transfer bütçelerine karşı, kazanmanın "başka" bir yolu olduğunu ispat etmek için uğraşıyor.

Wenger'in bu tercihinin arkasında politik bir duruşun izlerini görmek de mümkün. "Elli kişinin dünyanın tüm dünyanın zenginliğinin yüzde 40'ını elinde tutması hala kabul görüyor. Bir insan olarak bunu nasıl savunabilirsiniz? İki milyar kişinin günde iki dolarla yaşamasını kabul edebilir misiniz? Bunları kabul etmeye daha uzun süre devam edilebileceğini düşünemiyorum." diyor Wenger ve ekliyor: "Bireysel zenginliği sınırlamak gerekebilir; ama dünyanın ilerlemesini sağlayanların da ödüllendirilmesi lazım. Halbuki gece gündüz çalışıp yeni bir aşı keşfeden ya da uçak modeli icat eden kişiler dünyanın en zenginleri arasında değil."

Söyleşiden son bir soruyla yazıyı sonlandıralım. Sanıyorum bu son sorunun cevabına futbolla ilgilenen ilgilenmeyen herkesin kulak vermesi gerekiyor:

"Futbolun hayatınızı ona adamaya değer bir şey olup olmadığını sorguladınız mı hiç?

-Tabii ki. Hayattaki en önemli şeyin kendinize bir hedef belirleyip ona ulaşmak olduğuna karar verdim. Bir amacınızın olmaması kadar kötü bir şey yok. Diyelim sabah kalktığınızda bir dakika boyunca keyfini çıkardınız, peki sonra ne yapacaksınız? Hepimizin içinde bir işe yaramak, belli yeteneklere sahip olmak ve bunu gösterebilmek arzusu vardır."

Hiç yorum yok: