21 Nisan 2011 Perşembe

Barselona Kurgusu


Fotoğraftaki kalabalıktan da anlayabileceğiniz gibi Barselona bir turist şehri. O kadar ki, kentte hemşehrilerle beraber bir turist kitlesinin de kalıcı olarak yaşadığını düşündürüyor insana. Gelen turistlerin; otellerde, üstü açık otobüslerde, oyuncu değişikliği yaparcasına birbirlerinin yerlerini doldurdukları izlenimine kapılıyorsunuz.

Bu kalıcı turist kitlesini yaratmak için bütün Barselona kenti el ele vermiş, turistleri gerçeklik algısının dışına çıkarmaya çalışıyor. Park Güell'i dolduran Jonglörler, Uzak Doğu dövüş sanatları ustası kılığındaki adamlar, kastanyetli dansçılar ve La Rambla'nın canlı heykelleri... Yetmiş milletten insana, dünlerini ve yarınlarını unutturmak için bir araya gelmişler. Bugün ise, arkalarında güneşin battığı tepeler kadar uzakta kalmaya mahkum. Bu yazıyı yazarak ve dolayısıyla Barselona üzerine yeniden düşünerek, bir anlamda turistler arasında, gerçeklikten kaçmak amacıyla yapılmış yazılı olmayan antlaşmayı bozuyorum.


Barselona'nın iki katlı turist otobüsünde gezerken Barselona Turizm Merkezi'nin kurguladığı bir filmin içinde olduğum duygusundan bir türlü kurtulamadım. İki günlük seyahatimde Barselona'nın gerçeğine ulaşma şansım olmadığı için, bana sunulan "Barselona kurgusu"nu aktarmakla yetineceğim. Ama öncelikle, bu kurgu fikrinin nasıl kafama takıldığını daha iyi açıklayabilmek için sözü sinema yazarı Andre Bazin'e bırakmak istiyorum.

Andre Bazin (Sinema Nedir?):

"Kurgunun (montajın) kullanılma amacı, duyuların veya anlamların yaratımıdır. Bu sonuç öncellerin hiç birinde bulunmaz. Genç kızlar artı çiçek açan elma ağaçları eşittir umut. Anlam görüntüde değil, izleyicinin zihnine ilişkin olarak kurgulanmış görüntü gölgesindedir."

Turistlerin gerçeklikten kurtulma hayaline Barselona'nın neden bu kadar iyi örtüşüyor? Sıcak havayı bir kenara bırakıp Andre Bazin'in sözlerine dönelim ve kurguyu oluşturanların nasıl bir Barselona imajı sunmak istediklerine bakalım.

La Placa Catalunya'da başlayan otobüs yolculuğunda ilk gözümüze çarpanlar Gaudi'nin eserleri. 19. y.y. sonu ve 20. y.y.'ın başında yaşamış bu mimarın geometrinin, simetrinin katılığına isyan eden tavrı Barselona'nın özel bir kimliğe bürünmesini sağlamış. Başlıca ilham kaynakları doğa ve deniz olan mimar, dalgalar ve kıvrımlarla aydınlık, yeni bir dünyayı müjdeliyor. Mimariden anladığımı iddia edersem haddimi aşarım; ancak evimdeki diplomada yazan "hendese bilen" tabirine güvenerek sözü bırakmıyor ve Gaudi'nin basit geometrinin ötesini bilen gerçek bir matematik deha olduğunu ifade etmek istiyorum.


Gaudi, Barselona ve kurgu üçgenini açıklamak için doğru mekan ise La Sagrada Familia. Gaudi'nin sıradan bir kilise projesini devralarak, dünyanın en meşhur kilisesine dönüştürmeyi amaçladığı; ancak aradan geçen yüzyıla yakın süreye karşı henüz tamamlanmamış olan bu kilise, hem Barselona şehri hem de turistlerin tavrı için açıklayıcı veriler sunuyor. Kurgu içinde bize sunulan Barselona'nın eksiksiz olmasını isteyen biz turistler, La Sagrada Familia'yı görünce çelişkili duygulara kapılıyoruz. Öncelikle bu meşhur bina sayesinde herkese Barselona'da olduğumuzu ispatlayabileceğimiz için, fotoğraf makinelerimize heyecanla sarılıyor ve gerçeklikten ayrılmak için bir adım daha atıyoruz.

Ne yazık ki, henüz inşaat halindeki binadan sarkan demirler, tuğlalar ve yerdeki çimento torbaları canımızı sıkıyor. Çekim hatalarının olduğu sahneleri gördüğümüz filmlerde olduğu gibi, Barselona kurgusundan da çıkmak zorunda kalıyoruz. Chill-out müzikler ve İngilizce dublajlı otobüs de uzakta kalınca, kaçmaya çalıştığımız gerçeklik bizi kıskıvrak yakalıyor. Buraya kadar bize yaşadığımız yeri unutturan sıcak havanın, aslında güneş çarpmasına yol açabileceğine veya Barselona'da bu binaları inşa etmek için para döken zenginlerin, kaç insanı emeğin onuruyla yaşamaktan mahkum bıraktığına aklımız kayıyor birdenbire.

Birazdan La Sagrada Familia'daki Gaudi müzesinde, sömürü düzenine ve General Franco'ya karşı isyan eden anarşistler, Gaudi'nin projelerini yaktıkları için hain ilan edilecek ve bizler de İspanya İç Savaşı üzerine hiç düşünmeden, bağımlısı olduğumuz kurgu şehrimize geri dönüş yapacak ve içimizden "pis anarşistler" diyeceğiz. En azından kurgunun bizde yaratmak istediği hissiyat bu.

Binaya girmek için sırada beklerken, tepeden vinçlerle indirilen bir heykel (sanıyorum bir melek), La Dolce Vita filminin açılışında helikoptere bağlı şekilde dolaşan İsa heykelini hatırlatıyor ve kurguda yaşadığımız hissiyatını pekiştiriyor.

Not: Bu linke tıklayarak La Dolce Vita'nın açılış sahnesini izleyebilirsiniz.

Christ Over Rome - La Dolce Vita


Kurgunun görkemli finalinde yer alan La Rambla'da, gerçeğe dönüş için son bir kez şansımı deneyip, Katalunya'nın bağımsızlığını referanduma götürmek için oy toplamakta olan gruba yöneliyorum. Grubun içinde İngilizce bilen birini bulamayınca, kusursuz dublajlı otobüs kurgusunun sona erdiğini anlıyorum. Sonrasında yanıma gelen ve çok iyi olmasa da İngilizce bilen bir ekip üyesinden, yalnızca oylamanın gayrı resmi olduğunu öğrenebiliyorum. Bugüne kadar İspanya İç Savaşı'na dair gördüğüm en ilgi çekici hikaye olarak ise, bir İngiliz yönetmenin (Ken Loach) kurguladığı Ülke ve Özgürlük'ün (Land and Freedom) adını vermek zorundayım; çünkü Barselona'nın turistlere sunulan unutturmak amaçlı kurgusunda bu tarz hikayelere yer yok.

Hiç yorum yok: