Üç haftadır golsüzlük nedeniyle geliyorum diyen son nokta bu hafta kondu ve Beşiktaş bu sezonun zirve yarışından koptu. Bobo'nun, Bilica tarafından eşelenen penaltı noktasından ağlara gönderemediği top, sezon başından beri çözemediğimiz gol ve pozisyon üretememe sorununu manidarca sembolize ederek hafızalarda kalacak. Hücum oyuncularının düşük performansı nedeniyle bütün sezon boyunca ayağına baktığımız Bobo'nun penaltı noktasındaki zorunlu yalnızlığı bütün maç boyu devam etmeseydi, ikinci yarıda orta saha üstünlüğünü ele geçiren Beşiktaş maçı kaçan penaltıya karşın kazanabilirdi.
Hakeme ve Fenerbahçeli futbolcuların(hepsini itham altında bırakmayalım, kastettiğim isimler Emre, Bilica, Lugano ve bu maç özelinde Mehmet Topuz) ahlak sınırlarının dışında gezinen tavırlarına karşın öncelikle iğneyi kendimize batırmak gerekiyor. Maça başlayan 11'e baktığımızda, Mustafa Denizli'nin bizim nasıl pozisyon üreteceğimizi düşünmekten ziyade rakibi nasıl durduracağını düşündüğünü gördük. Sol açıkta İsmail Köybaşı, Gökhan Gönül'ün çıkışlarında geri gelmekle, İbrahim Toraman da orta sahada Alex'i durdurmakla görevliydi; ancak Alex'in henüz kaleyi gördüğü ilk fırsatta topu ağlarla buluşturması hesapları boşa çıkardı. Bu özel görevler ve Tello'nun formsuzluğu yüzünden sınırlı oyun kurma kapasitesi iyice düşen Beşiktaş, ikinci yarı başlayana kadar geçen sürede oyun anlayışını değiştirmeyerek ilk yarıyı heba etti.
İkinci yarıda yapılan Uğur İnceman - İbrahim Kaş değişikliği ile Beşiktaş orta sahayı güçlendirdi ve zaten oynamaya pek de niyeti olmayan Fenerbahçe orta sahasına üstünlüğünü kabul ettirdi. Kalan dakikalar Fenerbahçe yarı sahasında geçti; ancak pozisyon fakiri Beşiktaş duran toplar dışında herhangi bir üretkenlikte bulunamadı. Beşiktaşlıların paslaşarak kendi sahasından hızla çıkıp Uğur İnceman'ı topla buluşturduğu, Bilica'nın kalçasının da Uğur İnceman'la buluştuğu penaltı pozisyonu maçın kırılma anını oluşturdu. Bu pozisyonda yaptığı hareket nedeniyle sarı kart gören Bilica, bir anda penaltı noktasını eşelemeye başladı. Herkesin gözü önünde bu hareketi yapan Bilica'ya ikinci sarı kartı göstermeye hakemin yüreği yetmedi. Hakem penaltıyı görür görmez bu ayrı bir konu, burada Lugano'nun elle oynadığı pozisyonu Bilica'nın kartıyla birleştirip, o öyle bu böyle olacaktı maçı da Beşiktaş 5-1 kazanırdı gibi mantık dışı yorumlarla kendimi tatmin edecek değilim. Açıkçası böyle pozisyonları, futbolu televizyon sporu haline getirmeye çalışanların gereksiz yere büyüttüğüne inanıyorum; ama Bilica'nın yaptığı bu hareket hakem kararlarından ziyade sporcu ahlakının, hem de bizzat Fenerbahçeliler tarafından tartışılmasını gerektiren bir pozisyon.
Burada maçın kahramanı Alex'e ayrı bir paragraf açalım. Fenerbahçe'nin son yıllarda derbilerde kurduğu ciddi üstünlüğün arkasında şüphesiz Alex'in imzası var. Tansiyonu yüksek maçlarda sorumluluk almaktan çekinmeyen yapısıyla sembol oyuncu sıfatını sonuna kadar hak ediyor. Maçın bütün tartışmalarının ardından kayıtlara geçecek olan da Alex'in golüyle Fenerbahçe'nin maçı 1-0 kazandığıdır. 5 yıl önce Beşiktaş'ın Fenerbahçe'ye ciddi üstünlük kurduğu dönemde biz Sergen'e, Tümer'e nasıl güveniyorsak, bugün Fenerbahçeliler'de Alex'e aynı şekilde güveniyorlar. Bobo bugün baskıyı kaldırmayarak penaltıyı kaçırdı, topun başına geçen isim Alex, Sergen, Tümer vb. olsaydı skor tabelası değişirdi. Maçın futbola dair olan hikayesi budur. Derbilerde üsütnlük kurmak için baskıyı kaldırabilen, hatta özelikle bu maçları bekleyen sembol oyunculara ihtiyacınız vardır, bugün sahada bu tanıma uyan tek bir oyuncu vardı ve maçın kaderini belirledi.
Maçı kazanan Fenerbahçe'ydi; ancak kazanan Fenerbahçeliler miydi o konuda pek emin değilim. Burada kasttetiğim Fenerbahçeliler, skorseverlerden ziyade takımının bir kimlik sahibi olmasını bekleyen gerçek taraftarlar. Açıkçası ben bir futbolsever ve de Beşiktaşlı olarak, bir derbi maçını 1-0 kaybetmeyi, Emre ve Bilica gibi futbola, rakibe ve kendine de saygı duymayan emek hırsızlarının takımımın formasını taşımasına tercih ederim. Rakibe ve oyuna saygı duyan, formasını terinin son damlasına kadar ıslatan Beşiktaşlı oyuncuların hepsine teşekkür ediyorum.
Özellikle de İbrahim Toraman'a. Maç içinde Emre'nin tekme attığı, Bilica'nın saçını çektiği, Güiza'nın formasına yapışıp tekme salladığı (ve ne hikmetse hakem bu hareketlerin hiç birini görmedi!)İbrahim Toraman, kolunda kaptanlık bandıyla kırmızı kart görerek oyundan çıkarken benim ve de pek çok Beşiktaşlının gözünde Carragher, Puyol gibi bir bandieraya dönüştü. Fenerbahçeliler de, takımlarının formasını ıslatan bazı ahlaksız adamların arasında bu delikanlıyı gördükçe hasetlerinden çatlayıp çareyi Toraman'ın annesine sövmekte buldular. Bir takımı büyük kılan, kazandığı kupalardan ziyade bünyesinde barındırdığı efsaneleridir. Bugün bir kupa kazanma şansını kaybettik belki; ama kendine yapılan haksızlıklara karşı sahada dimdik duran 20 numaralı yeni bir sembol kazandık. Fenerbahçe kulübünü yönetenler, bu gerçeği görmezden gelip, kazanmak için her yolu mübah gören bu anlayışı devam ettirir ve bu oyunculara prim tanırlarsa, kazanacakları kupalara karşın küçülmekten kurtulamazlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder