23 Nisan 2010 Cuma
Ve Reha Erdem Kosmos’u Yarattı…
Bir gaz ve toz bulutundan. Ve ben gördüğüm ilk seferde ona aşık oldum.
İşte ben tam da bunun için film izliyorum sanırım, o izlediğim şeyin yaratıcısının gözlerinin içine bakabildiğimi, filmle konuşabildiğimi (gülüşmeler), onu anladığımı, ve dahi onun da beni anladığını, ve böyle naif, romantik, komik şeyleri hissetmek için.
Bu topraklarda böyle bir filmin çekilmesi, diye başlamak istemiyorum cümleye; ama bu kadar güzel bir şeyin bu kadar yakınımda yaratılmış olması, elden ne gelir, beni inanılmaz mutlu ediyor.
Yazımın geri kalanında, doğrudan Kosmos’la konuşacağım, çünkü insanın aşık olduğu bir şey hakkında konuşması çok zorken, o şeyin kendisiyle konuşması çok güzel.
Seni sevdiğimi ilk, Kosmos (baş kahraman olan Kosmos’dan bahsediyorum burada, filmin kendisinden değil) kahvede konuştuğunda anladım. Konuşmanın orta yerinde, ses hiçbir şey olmamış gibi devam ederken konuşan ağzın yorulup durması, ama bizim duymamız için ağzın konuşmasına gerek olmaması anında, o acayip ses ve görüntü uyuşmazlığı sırasında ‘Seviyorum!’ dedim.
Sonra koşuşan kazların, kesilen öküzlerin ‘Hiçbir farkımız yok aslında!’ demek için araya girişinde, dalaşan köpeklerin görüntüleri, marş eden orduların ayak seslerine karışır, tuhaf elektrikli çınlamalarla görüntü bulanır, şehrin ışıkları neonlar gibi birbirine geçerken, dünyayı bu kadar birbirine katabilmene hayran kaldım.
Saat bazen tekleyip, bazen yürüdüğünde, kocaman bir beyazlığın ortasında bir adam çığlıklarla, ağlayarak koştururken bütün bunların zamanın ötesinde, mekanın dışında olduğunu fark ettim. Yine de Kars’ta olmayı, sırf senin doğduğun yeri görmek için bile olsa çok istedim.
(Bir şeyler daha diyeceğim ama spoiler olacak ona göre.)
Gökyüzünden ateşler içinde düşen işarete heyecanla bakmaya gitti Kosmos; ama onun Tanrı olmadığını gördü, öyleyse kendisi de onun peygamberi değildi; o, insan olmasına rağmen, insan olduğu için böyleydi ve tam da bu sebeple olağanüstüydü. Ama peygamberlere acıkan insanların Kosmos’u çiğneyip tükürmelerini seyrettim; insan tadı aldılar ve hoşlarına gitmedi bu.
Ve ‘Tanrı’nın yere düşmesinden sonra herkesin, Kosmos’un kendinin dahi Kosmos’a inancı kayboldu; oysa yerdekiler aynı insanlardı ve gök aynı göktü. Bir film olarak sen, alışmış seyircinin kafasında bu anda parçalarına ayrılmaya başladın. Ve bu andan sonra Kosmos’un büyüsü bozuldu ve şifalı eliyle dokunduğunu sandığımız insanlar öldüler; ama insanlar ölür zaten.
İnsanın, insan yaratığının farkını ve muhteşemliğini, bir yandan diğer tüm yaratıklarla aynı ve bir oluşunu, sıradanlığını, geçiciliğini, uçuculuğunu gördüm sende. ‘Çay değil, aşk istiyorum’ diyen küçük bir çocuğu, bir hırsızı, bir dervişi aynı bedende gösterdin, ben gerçekte farklı bedende gördüklerimin de aynı büyük bedende bir olduklarını hatırladım.
Sinema perdesinde, belki de hiç kuramayacağım kendi rüyamı izlemiş gibiyim. Reha Erdem’e diyecek olsam derdim ki, amiyane tabirle, seninle aynı havayı solumak bile güzel.
İşte benim Kosmos’um böyleydi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Yorum Gönder