23 Kasım 2010 Salı

St. Pauli 1-1 Wolfsburg: Forza St. Pauli, Saldır Beşiktaş


Gördüğünüz üzere daha önce mabedimiz İnönü Stadı'na defalarca götürüp hacı yaptığım 100. yıl Beşiktaş atkımı, bu kez dünyanın sayılı futbol mabetlerinden biri olan St. Pauli'nin Milerntor stadyumuna umreye götürdüm. Fotoğrafın yanına bilet kuyruğunda geçirdiğim donma tehlikesi ve Avrupa'da git gide azalan ayakta maç izleme zevkini(?) de katınca benim bu maça dair olan hikayem tamamlanmış oluyor. Yazının bundan sonrasında maça gelen diğer insanlar için de bu maçın hikayesine katılan unsurlara göz atalım.

Ev sahibi olan St. Pauli ile başlayalım. Che resimli bayrakların sallandığı, siyahların, Türklerin ve diğer göçmenlerin, eşcinsellerin rahatça girip beraberce tezahürat yaptıkları bu tribünlerde oluşturulan ufak yaşam alanı, çok kültürlü toplumların da var olabileceğine dair bir umudu içinizde yaşatmanızı sağlıyor. Buradan St. Pauli tribünlerinin ideal bir dünya olduğu sonucu da çıkmasın; ama çok kültürcülüğün ölümünü ilan eden Angela Merkel beş dakikalığına gelip bu tribünlerde otursa belki işler daha iyiye gider.(oturmayı lafın gelişi yazdım, yoksa kale arkasında herkes ayakta, zaten kale arkasında koltuk da yok)


Gelelim sahada Bundesliga'da kalma mücadelesi veren St. Pauli takımına. İki maçını izlediğim takım, kısıtlı potansiyeline karşın varını yoğunu ortaya koymaya çalışıyor. Skorda geriye düşmedikleri takdirde de gittikçe daha dirençli bir takım haline geliyorlar. Bu deplasmana gelen takımların sahaya ağırlıklarını ilk 30 dakikada koymaları gerekiyor. Aksi takdirde bu hafta sonu Wolfsburg'a yaşattıkları puan kaybını diğer takımlar da yaşayabilir. Pazar günü oynanan maç Wolfsburg'un isteksiz oyunu sayesinde St. Pauli'nin kazanabileceği az sayıdaki maçtan biri konumuna gelmişti; ama son dakikalardaki baskı golü getirmedi.

Açıkçası bu kadro kalitesiyle St. Pauli'nin ligde kalması çok zor. Oyun kurmak için bütün yük Gerald Asamoah'a biniyor; ancak o da bu yükü kaldıracak fizik kalitede değil. İşi Türkiye Ligi'ne bağlayıp St. Pauli'nin eksiğinin Ceyhun Eriş, Murat Erdoğan, Yusuf Şimşek gibi yıllarca küme düşmemeye oynayan takımları golleri ve asistleriyle ligde tutan, yüksek oyun zekası düşük fizik kalite denklemli oyuncular olduğunu söyleyeyim. Aslında bizim Kara Şimşek Yusuf'u devre arası St. Pauli'ye transfer etsek fena olmaz, belki 2008-09'daki yarım sezonluk mucizesi gibi bir mucize de burada yaratır.


Deplasmana gelen Wolfsburg ise motivasyonunu tamamen yitirmiş bir takım görüntüsü veriyor. Ligin 11. sırasındalar ve bu mental durumdan çıkamazlarsa sezonu buralarda tamamlama ihtimalleri yüksek. Diego'nun gelmesinin ardından Misimovic'li 4-1-2-1-2'yi bırakıp 4-2-3-1'e dönmüşler ve tek forvet olarak Dzeko'yu oynatıyorlar. Zaten Dzeko'yu sahada görür görmez "Bu adam santrafor olmak için doğmuş" diye düşünüyorsunuz. Kötü oynadığı bir maçta bile golü bulması da yalnızca iyi golcülerin sahip olabileceği bir özellik. Kafayla indirdiği toplar ve girdiği 2'ye 1 denemeleri ilk yarıda sonuç vermeyince ikinci yarı iyice oyundan düştüğünü de ekleyelim.

Diego ise pahalı transferinin baskısını atlamamış görünüyor. Maç boyunca oldukça agresifti, bir sarı kart gördü ikinciyi de her an görebilirdi. Dikkatimi çeken bir başka isim de özellikle havadan etkili olan Danimarkalı stoper Simon Kjaer(zaten geçtiğimiz yıl adı büyük kulüplerle anılmaya başlamıştı). Grafite'ye ise mevcut şablonda yer yok, devre arasında kendisini yeni bir takıma transfer olurken görürsek şaşırmam.

Hiç yorum yok: