26 Aralık 2010 Pazar

2009 Yılının İzlemeye Değer Beş Yabancı Filmi


Bu listeleri nasıl oluşturduğuma dair açıklamayı bir önceki listeye dair yazıda anlattığım için bu sefer kısa yoldan listeyi açıklıyorum. Listenin alfabetik sırayla dizildiğini bir kez daha ekleyeyim. Daha önce blogda incelemesini yaptığım filmlere verdiğim linkten ulaşabilirsiniz.

- Bright Star
- Das Weisse Band (The White Ribbon)
- Fish Tank
- Inglourious Basterds
- Un prophète (A prophet)

Filmlerle ilgili kısa analizlere geçmeden önce 2009'un genel bir değerlendirmesini yapalım. Yukarıdaki filmlere baktığımızda 2009'a auteur'lerin damga vurduğunu görmek mümkün. Tarantino, Haneke, Jane Campion gibi 15-20 yıllık bir döneme damgasını vuran yönetmenler seçkin işlerinden yeni birine 2009'da imza atarken, Andrea Arnold ve Jacques Audiard gibi 2000'li yılların umut vaadeden isimleri de yeni işlerinin heyecanla beklenmesini sağlayacak büyük birer adım attılar. İngiltere, Avustralya, ABD, Fransa ve Avusturya'dan birer filmin varlığı son yıllarda Uzak Doğu ve Doğu Avrupa'ya kayan sinemanın ilgi merkezini yeniden kültür ve sanatın klasik merkezlerine dönüş yaptığını gösterir nitelikte. 3 erkek 2 kadın yönetmenin katkısıyla cinisyet yönünden dengeli bir listenin oluşması da beni ayrıca memnun etti. Listedeki kadınların yalnızca kadın olmalarının ötesinde kadınların sorunlarını ve kadın gözünü perdeye taşımaktaki ısrarları da listedeki çeşitliliği arıtıyor. Şimdi gelin filmlere kısa bir bakış atalım.

Bright Star


18. yüzyıldan miras kalan romantizm bugünlerde gerek bireysel bazda gerekse toplum katında rağbet görmüyor olabilir; ancak romantizm döneminde oluşturulan pek çok sanat eseri ve dönemin sanatçıları üzerlerine tekrar tekrar düşünülmeyi hak ediyorlar. Jane Campion da benimle aynı görüşte olmalı ki, dönemin önemli İngiliz şairlerinden John Keats'in hayatına ve aşkına sinemada yeniden hayat vermeyi başardı. Hem de John Keats'e sevgilisinin gözünden bakarak yine ve yeniden kadının bakış açısını yansıtmayı başarıyor. Filmin daha detaylı bir analizi için yukarıda verdiğim link'i kullanabilirsiniz.

Das Weisse Band


2000'lerin kapanış yılı, unutulmayacak klasiklerin yılı oldu. Tarihin çeşitli kesitlerine yönetmenlerin kendi üsluplarıyla attıkları bakışlar bu klasikleri oluşumunu sağladı. Das Weisse Band, bireylerin şiddete meyyal yapılarını incelemeye meraklı olan Haneke'nin, 1910'lu yılların Almanya'sının nasıl toplumsal değişimlere gebe olduğunu gösterdiği bir film. Çocukların çevreden gördükleri şiddetle birlikte şiddet üretimine başlamaları, içlerinden bir kaçının ilerideki yıllarda Nazi subayları olduklarını düşündüğümüzde etkisini artırıyor. Bu filmle ilgili olarak blogda yaptığım analize de yukarıdan ulaşabilirsiniz.

Fish Tank


İngiliz sineması denince ilk akla gelen kavramlardan birisi de sosyal gerçekçilik. Son dönemde Ken Loach ve Mike Leigh'nin önderliğini yaptığı gerçekçiliği ön plana alan filmlerin bir benzerine de yeni ve yetenekli yönetmen Andrea Arnold imza atmış. Yalnızca üç ana karakter üzerinden sınıfsal farklılıkların bu kadar iyi incelendiği bir film zor bulunur. Hip - hop dansları ve annesinin sevgilisinin onu içine düştüğü çıkmazdan kurtarabileceğine inanan Mia'nın, toplumun işçi sınıfına ait bir kadından (ve kızdan) neler beklediğini fark etmesiyle yaşadığı travmaya tanıklık ediyoruz. Toplumsal sinemayı ve İngiliz aksanını özleyenlerin bu filme bir göz atmalarında fayda var.

Inglourious Basterds


Inglourious Basterds'ın üzerine "Rated R, +18" gibi ibareler yerine "Dikkat, bu bir Tarantino filmidir!" yazılmasında fayda var. Süper yıldız yönetmen gibi bir kavramın ortaya çıkmasını sağlayan (ve hala türünün tek örneği olan) QT, tartışmalı anti-kahramanlar yaratma ve estetize(!) şiddet gibi hazmedilmesi zor karakteristiklerinin üstüne bir de tarihi değiştirme münasebetsizliğine yer verdiği son filmiyle sınırları zorlamaya devam ediyor. Bütün bunları sinemanın varlığıının içinde tartışabilen ve filmde alt metinler arayanların, Christopher Waltz'ın unutulmazlar arasına soktuğu Albay Hans Landa'nın dört dil bilen saf burjuva kimliğine bir kez daha bakıp Naziler üzerine yeniden düşünmeyi denemelerinde fayda var.

Un prophète

Un prophète'in, yılın en stilize filmi alt başlığında Inglourious Basterds ile yarışacak seviyede olmasına Fransız filmine ön yargıyla bakanlar belki şaşırabilirler; ancak kendi adıma Malik el-Cebena gibi unutulmaz bir karakteri yaratan, tempoyu hemen hiç düşürmeden iki buçuk saat boyunca seyirciyi ayakta tutabilen başka bir filme uzun zamandır rastlamadığımı itiraf etmem gerekiyor. Son yıllarda gerçekliği harketli kameraların kullanımıyla seyirciye yanıstmayı amaçlayan filmlerin vardığı doruk noktası bu film olsa gerek. Hapishaneyi Fransa'nın karşılaştığı toplumsal sorunların yansıdığı bir mekan olarak çizen Audiard'ın, İslam dininin şiddeti olumlayan bir yapıya izin verdiğini ima etmesi (peygamber, çete lideri el-Cebena'nın lakabı) özellikle Avrupa'nın mevcut ön yargılı hükümetlerine yardımcı olması sebebiyle tartışmalı duruyor. Yine de yönetmenin düşünce serbestliğine saygı duyarak neden hapse düştüğünü bilmediğimiz el-Cebena'nın sıfırdan zireveye çıkış hikayesini oldukça beğendiğimi söylemeliyim.

2 yorum:

İnsan olun biraz... dedi ki...

Çok iyi seçimler özellikle , un prophete.

Yaz Helvası dedi ki...

Yıl bereketli olunca iyi seçimler yapmak da kolay oluyor. Daha bu listeye alamadığım Let the Right One In, Lourdes, Alle Anderen, Fantastic Mr. Fox vs. vs. var, o nedenle 2009'un kıymetini bilmek lazım.