Belirli bir yıla dair listeler yayınlamanın en faydalı yanı hafızayı canlı tutması. Bir taraftan beğendiğiniz işleri takdir etmek için size bir fırsat sunuyor, öte yandan yakın dönemde tartışılan ortak temaları bulmak ve yeni sorular sormak için size bir imkan açıyor. Bütün bu nedenlerden dolayı, 2010'un yerli filmlerine geri dönmek keyifli olacak; ama başlamadan önce bir itirafta bulunmam gerekiyor. Bu yıl Almanya'da geçirdiğim için, Türkiye'de yeteri kadar film izleme şansına sahip olamadım. Örneğin, bu listeyi oluştururken Gölgeler ve Suretler, Press, Saç ve Atlıkarınca gibi olumlu yorumlarla karşılanan filmleri izleme şansı bulamadım. Geri kalan filmler içinden benim seçtiğim beşli şu şekilde oluştu:
- Av Mevsimi
- Bal
- Çoğunluk
- Gişe Memuru
- Kosmos
Yukarıda belirttiğim gibi, Hamburg'da geçirdiğim yıl benim Türk filmleriyle aramda bir engel oluşturduğu için 2010 yılındaki yerli filmlere dair izlenimlerimi de bu beş film üzerinden aktaracağım. Neyse ki filmler bizlere bolca malzeme sunacak cinsten.
5 filmden ortak bir tema çıkaracaksak bu ne yazık ki karamsarlık olacaktır, ki bu durum ülke gerçeğiyle de örtüşüyor. Tutuklamalar, Kürt sorunu, insan hakları ihlalleri ve genç insanların ölümlerinin kanıksanması, güvensizlik, zengin-fakir adaletsizliğinin utanç verici cinayetlere varan sonuçları, bırakın toplumsal sorunları çözmeyi, üzerine düşünmeye değer tek bir söz etmekten aciz politikacılar ve muktedirler, düşünmeyi angarya gören gençler, düşünmekten aciz tüketim toplumunun çirkin yüzünü simgeleyen AVM'lerin (ki bu kadar çok sinema salonuyla bu kadar az film göstermeyi başaran AVM'ler ayrı bir inceleme konusu olmayı hak ediyor) önlenemez yayılışı ve bu AVM'lere hapsolmuş insanlara baktığımızda, umudun kırıntısını bile bulmak zorlaşıyor. Böyle bir kırıntı varsa dahi, gün içinde 10 kez sarsıcı bir haberle değişen ülke gündemiyle hafızasız hale gelen toplum tarafından unutuluyor.
Bu kötümser örneklere daha onlarcasını ekleyebilirsiniz. Bütün bunlara karşın, sinemanın umuda hala açık bir kapı bırakması gerektiğine inanıyorum. Hafızasız topluma hafıza kazandırmak sanatın başlıca işlevlerinden birisi, bu nedenle de bütün olumsuzluklara karşın halının altına süpürülen o kırıntıları bulmak gibi zorlu bir görevi var.
Bu yazıda karamsarlıktan çıkmanın ve Türkiye'de sinemanın geleceğine dair umut veren gelişmelere bakmanın zamanıdır. Beni umutlandıran üç nokta, aslında seçtiğim beş filmde kendisini gösteren üç yönetmen kuşağı. Saygıda kusur etmemek adına Yavuz Turgul'un temsil ettiği alimler kuşağıyla başlayalım. Gece Gündüz programına konuk olduğunda "Önce Tarkovski izleyip sonra ülke sinemasına dönen ve ülke sinemasını önceden edindiği bakış açısıyla yargılayanlar"ın varlığından bahsetmişti Yavuz Turgul. Türkiye'nin köklü bir sinema birikimi olduğunun canlı kanıtı Yavuz Turgul, filmlerinde kendini tekrarlıyor gibi görünse dahi, tekrar eden duygu ve düşüncelerini, sözlerini kulağımıza küpe etmek gerekiyor.
Bu ülke sineması üzerine yerelden yola çıkan bir bakış açısı geliştirmek için geçmiş sinema birikimimizin biz izleyicilere aktarılması da büyük önem taşıyor. Ömer Lütfü Akad'ın Anadolu Üçlemesi'nin DVD'lerine, anca yönetmenin vefatından sonra ulaşabildik. Yavuz Turgul'un filmleri bir arada ne zaman göreceğiz merak ediyorum. Ömer Kavur, Erden Kıral gibi ustaların filmlerini yıllardır aramama rağmen ulaşamıyorum. Sinemanın toplumun hafızası olma sorumluluğunu üstlenmek için önce kendi hafızasına sahip çıkması gerekmiyor mu? DVD'ler olmasa bile, bu filmleri gösterebilmek için koca İstanbul'da bir adet Sinematek açılamaz mı?
Kameranın önünde umut aramaya devam edelim. Türkiye'nin sağlam sinema birikiminin üzerine 90'lı yıllar ve 2000'lerin başında ortaya çıkan bir yönetmenler kuşağı kaliteli işlere imza atmaya son sürat devam ediyorlar. 2010 listemde yer alan Semih Kaplanoğlu'nun Bal ve Reha Erdem'in Kosmos filmleri bu kuşağın kayda değer işlerinden ikisiydi. Bal filmi, Berlin'de Altın Ayı ödülünü kazanarak bizleri gururlandırmayı da başardı. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu her yıl çıtayı biraz daha yükseğe taşıyor, sinema ile duygu ve düşünce dünyamızı zenginleştiriyorlar.
2009'da olduğu gibi, 2010 listesinde de iki adet ilk film bileklerinin haklarıyla listeye girdiler. Seren Yüce'nin Çoğunluk ve Tolga Karaçelik'in Gişe Memuru filmleri, kanımca listedeki ustalarıyla yarışabilecek düzeydeydiler. Türkiye'de sinemanın geleceğine dair en büyük umudu da bu filmler yarattılar. Son yıllarda Türk Sineması'nda bir ilk filmler furyası o kadar dikkat çekiciydi ki, arada kaybolmamaları için filmleri ve yönetmenleri bir arada saymakta fayda var. Eğer bu isimler ikinci, üçüncü, dördüncü seferde de nitelikli işler ortaya koymaya devam ederlerse, 2010'lu yıllar Türk sinemasının en verimli kuşaklarından birisini doğurabilir. Bu da benim geleceğe dair umudum.
Son yılların dikkat çeken ilk filmleri:
Çoğunluk (Seren Yüce), Gişe Memuru (Tolga Karaçelik), Kara Köpekler Havlarken (Mehmet Bahadır Er), Köprüdekiler (Aslı Özge), 11' 10 Kala (Pelin Esmer), İki Dil Bir Bavul (Özgür Doğan - Orhan Eskiköy), Mommo (Atalay Taşdiken), Uzak İhtimal (Mehmet Fazıl Çoşkun), Sonbahar (Özcan Alper)
5 filmden ortak bir tema çıkaracaksak bu ne yazık ki karamsarlık olacaktır, ki bu durum ülke gerçeğiyle de örtüşüyor. Tutuklamalar, Kürt sorunu, insan hakları ihlalleri ve genç insanların ölümlerinin kanıksanması, güvensizlik, zengin-fakir adaletsizliğinin utanç verici cinayetlere varan sonuçları, bırakın toplumsal sorunları çözmeyi, üzerine düşünmeye değer tek bir söz etmekten aciz politikacılar ve muktedirler, düşünmeyi angarya gören gençler, düşünmekten aciz tüketim toplumunun çirkin yüzünü simgeleyen AVM'lerin (ki bu kadar çok sinema salonuyla bu kadar az film göstermeyi başaran AVM'ler ayrı bir inceleme konusu olmayı hak ediyor) önlenemez yayılışı ve bu AVM'lere hapsolmuş insanlara baktığımızda, umudun kırıntısını bile bulmak zorlaşıyor. Böyle bir kırıntı varsa dahi, gün içinde 10 kez sarsıcı bir haberle değişen ülke gündemiyle hafızasız hale gelen toplum tarafından unutuluyor.
Bu kötümser örneklere daha onlarcasını ekleyebilirsiniz. Bütün bunlara karşın, sinemanın umuda hala açık bir kapı bırakması gerektiğine inanıyorum. Hafızasız topluma hafıza kazandırmak sanatın başlıca işlevlerinden birisi, bu nedenle de bütün olumsuzluklara karşın halının altına süpürülen o kırıntıları bulmak gibi zorlu bir görevi var.
Bu yazıda karamsarlıktan çıkmanın ve Türkiye'de sinemanın geleceğine dair umut veren gelişmelere bakmanın zamanıdır. Beni umutlandıran üç nokta, aslında seçtiğim beş filmde kendisini gösteren üç yönetmen kuşağı. Saygıda kusur etmemek adına Yavuz Turgul'un temsil ettiği alimler kuşağıyla başlayalım. Gece Gündüz programına konuk olduğunda "Önce Tarkovski izleyip sonra ülke sinemasına dönen ve ülke sinemasını önceden edindiği bakış açısıyla yargılayanlar"ın varlığından bahsetmişti Yavuz Turgul. Türkiye'nin köklü bir sinema birikimi olduğunun canlı kanıtı Yavuz Turgul, filmlerinde kendini tekrarlıyor gibi görünse dahi, tekrar eden duygu ve düşüncelerini, sözlerini kulağımıza küpe etmek gerekiyor.
Bu ülke sineması üzerine yerelden yola çıkan bir bakış açısı geliştirmek için geçmiş sinema birikimimizin biz izleyicilere aktarılması da büyük önem taşıyor. Ömer Lütfü Akad'ın Anadolu Üçlemesi'nin DVD'lerine, anca yönetmenin vefatından sonra ulaşabildik. Yavuz Turgul'un filmleri bir arada ne zaman göreceğiz merak ediyorum. Ömer Kavur, Erden Kıral gibi ustaların filmlerini yıllardır aramama rağmen ulaşamıyorum. Sinemanın toplumun hafızası olma sorumluluğunu üstlenmek için önce kendi hafızasına sahip çıkması gerekmiyor mu? DVD'ler olmasa bile, bu filmleri gösterebilmek için koca İstanbul'da bir adet Sinematek açılamaz mı?
Kameranın önünde umut aramaya devam edelim. Türkiye'nin sağlam sinema birikiminin üzerine 90'lı yıllar ve 2000'lerin başında ortaya çıkan bir yönetmenler kuşağı kaliteli işlere imza atmaya son sürat devam ediyorlar. 2010 listemde yer alan Semih Kaplanoğlu'nun Bal ve Reha Erdem'in Kosmos filmleri bu kuşağın kayda değer işlerinden ikisiydi. Bal filmi, Berlin'de Altın Ayı ödülünü kazanarak bizleri gururlandırmayı da başardı. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu her yıl çıtayı biraz daha yükseğe taşıyor, sinema ile duygu ve düşünce dünyamızı zenginleştiriyorlar.
2009'da olduğu gibi, 2010 listesinde de iki adet ilk film bileklerinin haklarıyla listeye girdiler. Seren Yüce'nin Çoğunluk ve Tolga Karaçelik'in Gişe Memuru filmleri, kanımca listedeki ustalarıyla yarışabilecek düzeydeydiler. Türkiye'de sinemanın geleceğine dair en büyük umudu da bu filmler yarattılar. Son yıllarda Türk Sineması'nda bir ilk filmler furyası o kadar dikkat çekiciydi ki, arada kaybolmamaları için filmleri ve yönetmenleri bir arada saymakta fayda var. Eğer bu isimler ikinci, üçüncü, dördüncü seferde de nitelikli işler ortaya koymaya devam ederlerse, 2010'lu yıllar Türk sinemasının en verimli kuşaklarından birisini doğurabilir. Bu da benim geleceğe dair umudum.
Son yılların dikkat çeken ilk filmleri:
Çoğunluk (Seren Yüce), Gişe Memuru (Tolga Karaçelik), Kara Köpekler Havlarken (Mehmet Bahadır Er), Köprüdekiler (Aslı Özge), 11' 10 Kala (Pelin Esmer), İki Dil Bir Bavul (Özgür Doğan - Orhan Eskiköy), Mommo (Atalay Taşdiken), Uzak İhtimal (Mehmet Fazıl Çoşkun), Sonbahar (Özcan Alper)