3 Ağustos 2010 Salı

Aurora - Beni Katil Etmeyin


Saraybosna Film Festivali'nin programında en çok dikkat çeken filmlerden birisi de festivalin jüri başkanı olan Cristi Puiu'nun yönetmenliğini yaptığı Aurora'ydı. Dünya sinemasında "Son Dalga" olarak görülen Romanya Yeni Dalgası'nın en dikkat çekici filmlerinden biri olan ve Sight&Sound dergisinin 2000'şerin en iyi 30 filmi arasında gösterdiği The Death of Mr. Lazarescu ile adını duyuran Puiu, bu kez Romanya Yeni Dalgası'nın genel özelliklerinin dışına çıkarak daha birey odaklı bir filme imza atmış. Bu noktada Cristi Puiu'nun bu tanıma katılmadığını ve esasen Romanya Yeni Dalgası'nın pek çok filminin birey odaklı olduğuna ve toplum ile devletin bireyi doğrudan etkileyen kurumlar olduğu için filmlerde yer aldığına inandığını eklemem gerekir.

Açıkçası Puiu'nun bu görüşüne katılmıyorum. Aurora'nın birey odaklı yapısının daha önce gördüğüm iki Yeni Dalga filminden (East of Bucharest, 4 Months 3 Weeks and 2 Days) farklı olarak Komünist dönemi eleştirmeyi bir kenara bırakıp Camus'nün Yabancı'sındaki gibi toplumla bağlarını koparmış bir adamı hikayenin odağında tuttuğunu görüyoruz. Buna karşın Yeni Dalga'nın ortak özelliklerine çok aykırı bir film değil Aurora. Örneğin, yönetmenin diğer filmlerle ortak bir özellik olarak gerçekçi bir film ortaya çıkardığını söylemeliyiz.

Aurora, Puiu'nun film sonrasındaki Q&A'inde verdiği örneği tekrarlarsak "bozulan saati çekiçle tamir etmeye çalışan bir adam". Filmin esas karakteri Viorel, boşanmasından sorumlu tuttuğu kişileri yok ederek eski hayatına dönebileceğini umuyor. Biz de 3 saatlik bu uzun hikayede Viorel'in filmin sonunda polislere verdiği yazılı ifadenin görüntülü halini izliyoruz. Katil kavramını, toplumdan soyutlanan bir suçlu olarak görmektense herkesin içinde bulunan dürtüleri harekete geçirmiş bir insan olarak gören Puiu, bu izlenimi daha da belirgin hale getirmek için başrolü kendisinin oynamasına karar vermiş. Başrolü kendisinin oynamasındaki bir başka motivasyonu da düzen bozucu olarak sanatçılarla suçlular arasında ortak bir yön bulması.


Ekranda doğası gereği uyumsuz ve aksi bir katil görmüyoruz. Tersine, banyosunda tavan aktığı için üst kat komşusuna şikayete giden, iki kişiyi öldürdükten sonra okula gidip kızını alan bir katil var karşımızda. Olaylar geliştikçe daha aksi tepkiler vermeye başlıyor elbet; ama toplumun içinde rahatlıkla görebileceğiniz herhangi bir insanla karşı karşıyayız. Katil Viorel'in en dikkat çekici özelliği ise kuşkusuz çevresini saran yalnızlığı. Örneğin bir Nuri Bilge Ceylan filminde aynı adamın cinayet işlemeyen halini görebiliriz. Filmin içinden bir örnek vermek gerekirse, komşuların evine hasara bakmak için geldiği ve aynı anda tamircilerin bulunduğu sahnede ciddi anlamda bunalan bir adam portresiyle karşı karşıyayız.

Bu yalnızlığı destekleyen klostrofobik atmosferi yaratmak için kapıların sınrılayıcılığı çok etkili biçimde kullanılmış. Yine Puiu'nun bir başka tercihi de seyirciyi alıcının kullanımıyla hikayeye dahil etmek yönünde. Direklerin ve duvarların ardından yapılan çekimlerle seyirci katili dikizlediği izlenimine kapılıyor ve hikayeye daha çok bağlanıyor. Puiu, filmin sonrasında alıcıyı bir makine yerine insan gibi gördüğünü ve olaylara tepki vermesi gerektiğini söyledi. Bunun en güzel örneklerinden birisi de, Viorel kaynanayı katletmeden önce kamera alt katta beklediği için kadını dövdüğünü görmediğimiz; ama yumruk sesi gelince alıcının aşağıya doğru hareket ettiği sahne.

Yönetmeni jüri başkanı olduğu için festivalin yarışma bölümüne alınmayan Aurora'nın yarışmaya alınan filmlerin pek çoğundan daha kaliteli olduğunu söyleyerek 3 saat boyunca seyirciyi yönlendirmekten ziyade gerçekliğe yakın duran bir filmi izlemeyi dert etmeyecek her kişiye, Aurora'yı izleme fırsatı buldukları takdirde kaçırmamalarını tavsiye ederim.

Hiç yorum yok: