21 Ağustos 2010 Cumartesi

Beşiktaş 2-0 Helsinki: Yeni Mesih Quaresma


Buca maçının sonunda da yazmıştım bu maçın benim için özel olacağını; çünkü bu maç geçen yıl 1-1 biten Galatasaray maçının ardından İnönü'yle yeniden buluşmama sebep verecekti.(Gerçi arada gittiğim Rammstein konseri var; ama İnönü denince bir Beşiktaş maçının yerini başka bir şey tutamaz) Hazır gurbet günleri de yaklaşırken, Beşiktaş'la son buluşmalardan birisi için Ayvalık'tan 9 saat süren yolu göze almak zor olmadı ve sırtta bir çanta ile Dolmabahçe'nin yolunu tuttum.

Maça kadar çok vaktim olduğu için İnönü çevresinde ve Beşiktaş Çarşısı'nda dolanma fırsatım oldu. Kazan'ın dahi Ramazan nedeniyle kapalı olduğu çarşıda bir maç günü havası hemen hiç yoktu. Kartal Yuvası'nda benim almak için tereddüt ettiğim Quaresma ve Guti formaları kapış kapış satılıyordu. Benim tereddüdümün sebebini daha önce Tello için yazdığım yazıda belirtmiştim: Yeni sezon formalarını sezon başında alsam da isim yazdırmak için sezon sonunu beklemeyi tercih ediyorum; çünkü forma arkasına isim yazdırmayı sezonun hikayesinde en fazla yer alan oyuncu ödüllendirmenin bir yolu olarak görüyorum. Bu nedenle bir saat boyunca dolandığım Kartal Yuvası'ndan bir şey almadan çıktım.

Stada girişimin ardından yaşadığım şaşkınlığı ise tarif etmem biraz zor. Yanımda beşer onar satılan Q7 formalarından stadın içinde yüzlercesini görmek sezon başında oluşan beklentilerin ve yeni sezona dair umutların habercisi oldu. Niye bu kadar şaşırdın diye sormakta haklısınız belki; ama son 5 yıldır elimden geldiği kadar Beşiktaş maçlarına gitmeye çalışan birisi olarak hiç alışmadığım bir durumla karşı karşıya kaldığımı söylemem gerekir. Beşiktaş tribünlerinde yıllardır Sergen Yalçın, İlhan Mansız ve Nouma isimleri dışında formalara toplu olarak yazdırılan bir isim görmek pek mümkün olmadı. Taraftarlar bu dönemde yapılan hiç bir transferde bu kadar büyük bir beklenti içine girmemişti, takım içinde sembol bir oyuncu çıkarmakta da zorluk çeken Beşiktaş yıllar sonra aradığı Mesih'i bulmuşa benziyor. Hikayenin sonunda takımı kurtaracak mı bilinmez; ancak Quaresma transferinin geçen yıl C. Ronaldo'nun Madrid'de yarattığı etkinin bir benzerini Türkiye hudutları içinde yarattığına şahit oldum.


Atmosferi bırakıp sahanın içine döndüğümde 4-2-3-1 dizilişinde kanatları kullanarak sonuca gitmeye çalışan bir Beşiktaş ve topun arkasında bekleyen ve hücumda ne yapmak istediğine karar verememiş olan bir Helsinki ile karşılaştım. Helsinki Beşiktaş'a rakip olabilecek seviyede bir takım olmaktan oldukça uzak olduğu için oyuncuların performansları hakkında yapılan yorumlar gerçeği yansıtmayabilir. O nedenle öne çıkan isimlerden bir iki cümleyle bahsedip geçelim. Hilbert sağ kanatta gösterdiği başarılı performansla üstü çizilmemesi gereken isimlerden birisi olduğunu gösterdi. Kendi kanadını yeterince etkili kullanamadı belki; ama ters kanat ortalarında yaptığı koşularla pozisyon bilgisinin iyi olduğunu gösterdi. Quaresma'ya ise attığı golden ötürü teşekkürü bir borç biliyorum, zira kendisi İnönü'de bugüne kadar seyrettiğim en güzel golü attı ve beni formaya isim yazdırma kuralımı bozmadığıma pişman etti. O golü izlerken sırtımda onun formasının olmasını gerçekten isterdim.

2-0'lık rahat galibiyet, iftar vaktinde performansı iyice düşen (haydi imam haydi imam haydi tezahüratı günün komik anlarından biriydi) Beşiktaş taraftarını Dale Cavese ile kendine gelmesini sağladı. "Burası Şeref Bey Medikal değil" diyerek Medical Park İnönü ismine tepkisini ortaya koymayı unutmayan taraftarın yeni sezona dair umutları hiç bu kadar fazla olmamıştı. Bakalım sezonun geri kalanında işler bu sıcak İstanbul gecesinde filizlenen umutların sönmesine neden olacak şekilde ilerlemez. Şu an içinse boğaz civarında yankılanan iki tezahürat var: "Başkan doğru söyle Robinho nerede" ve "Quareeesma Quareeesma oleeey oleeey oleeey"

Hiç yorum yok: