Avusturyalı yönetmen Barbara Eder'in ilk uzun metrajlı filminin merkezinde hispanik gettosunda hispaniklerin birbirine uyguladığı şiddet var. 1994 yılında değişim öğrencisi(exchange student) olarak Bromsville, Texas'a giden Barbara Eder, Amerikan rüyasının son hali üzerine yaptığı gözlemler üzerine bir film çekmeye karar vermiş. Filmde Mekiska sınırından gelen göçmenlerin yaşadıkları sıkıntılar üzerinden Amerikan Rüyası'nın 90'lı yıllarda kazandığı olumlu ivemyi alt üst etme çabası var.
Inside America'ya bakmadan önce Amerikan rüyasının gelişimine kısaca göz atmakta fayda var. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ABD'nin süper güç olarak dünya politikasında söz sahibi olması, özgürlük vaadinin üzerine kurulan bir Amerikan Rüyası yarattı. Bu rüyaya en büyük darbe ise 60'ların sonlarında siyahların ve feministlerin özgürlük hareketleri ile Vietnam Savaşı'nın yarattığı bunalım sayesinde ortaya çıktı. 80'lerin sonunda Soğuk Savaş'ın sona ermesi ise Amerikan Rüyası'nın küresel ölçekte yeniden pazarlanmasını sağladı. Bu rüyaya kanıp Meksika sınırını aşanlardan sistemin beklentisi top model, kapitalist girişimci (cookie satmaya çalışlan çocuk), taco paketleyicisi, rap şarkıcısı, polis - kolluk kuvveti vb. olmaları. Bunları basaramayan isimler, problem cikaranlar elimine ediliyor ve dünyaya(dışarıya) başarılı olanlar sunuluyor, iceride(inside america) ise bambaşka bir gerçeklik var.
Barbara Eder Meksika sınırındaki bir Lise üzerinden Amerikan Rüyası'nın içine girmeye çalışan Hispanik çocukları inceliyor. İnceleme sırasında irkçilik vb. konuları dışarıda bırakılmış ve sistemin bu ögrencilere karşı takındığı tutum ile ögrencilerden beklentileri ele alınmış. Polislerin her gün kokain aradığı okulun yanındaki askeri lisede her sabah yapılan bayrak töreni ile devletin sıkı baskısı seyirciye iyi yansıtılıyor. Silahların ve şiddetin varlığını pek çok sahnede hissettiğimiz filmde olayların gerçek olduğu izlenimi uyandırılmaya çalışılmış. Yine de filmin kurmaca olduğunu akılda tutarak izlemekte fayda var. Zaten Inside America, örneğin Fransa'daki göçmen sorununu okul üzerinden anlatan Sınıf filmi kadar belgesele yakın değil. Inside America filminin daha dramatik bir kurgusu var, özellikle ses kurgusu seyirciyi taraf tutmaya zorlayan cinsten.
Filmin bütün ana karakterlerinin elde etmek istediklerini kaybettikleri bu karamsar filmin yaptığı eleştirilerin ne kadar etkileyici olduğu ise tartışmalı. Benim görüşüm, Amerikan sistemini kaybedenler üzerinden eleştirmenin sistemde ciddi bir rahatsızlık yaratmayacağı yönünde; zira güçlü olanın güçsüz olanı ezmesine izin veren kapitalizm, zaten beklentileri karşılayamayanların büyük balıklara yem olmasını meşru gören bir sistem. Bu sistemi değişime itmek için sistemi kazanan olarak gösterilen figürler üzerinden eleştirmek gerekiyor. Örneğin bu filmi izleyen muhafazakar Amerikalı gönlünü ferah tutup: "Ot çekmekten başka bir halt bilmeyen hispanikler birbirini yesin. Sınırlara daha çok nöbetçi koyup hispanikleri ülkeden temizlersek her şey yoluna girer" diyebilir ve Inside America filminin bu kişiyi haksız çıkartacak bir argümanı yok. Yine de Avusturyalı yönetmenden böyle ciddi bir sorumluluğu üstlenmesini beklemek biraz fazla olur. Son olarak filme geçer not verdiğimi; ama çok da özel bir film olmadığını düşündüğümü ekleyeyim.
Inside America'ya bakmadan önce Amerikan rüyasının gelişimine kısaca göz atmakta fayda var. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ABD'nin süper güç olarak dünya politikasında söz sahibi olması, özgürlük vaadinin üzerine kurulan bir Amerikan Rüyası yarattı. Bu rüyaya en büyük darbe ise 60'ların sonlarında siyahların ve feministlerin özgürlük hareketleri ile Vietnam Savaşı'nın yarattığı bunalım sayesinde ortaya çıktı. 80'lerin sonunda Soğuk Savaş'ın sona ermesi ise Amerikan Rüyası'nın küresel ölçekte yeniden pazarlanmasını sağladı. Bu rüyaya kanıp Meksika sınırını aşanlardan sistemin beklentisi top model, kapitalist girişimci (cookie satmaya çalışlan çocuk), taco paketleyicisi, rap şarkıcısı, polis - kolluk kuvveti vb. olmaları. Bunları basaramayan isimler, problem cikaranlar elimine ediliyor ve dünyaya(dışarıya) başarılı olanlar sunuluyor, iceride(inside america) ise bambaşka bir gerçeklik var.
Barbara Eder Meksika sınırındaki bir Lise üzerinden Amerikan Rüyası'nın içine girmeye çalışan Hispanik çocukları inceliyor. İnceleme sırasında irkçilik vb. konuları dışarıda bırakılmış ve sistemin bu ögrencilere karşı takındığı tutum ile ögrencilerden beklentileri ele alınmış. Polislerin her gün kokain aradığı okulun yanındaki askeri lisede her sabah yapılan bayrak töreni ile devletin sıkı baskısı seyirciye iyi yansıtılıyor. Silahların ve şiddetin varlığını pek çok sahnede hissettiğimiz filmde olayların gerçek olduğu izlenimi uyandırılmaya çalışılmış. Yine de filmin kurmaca olduğunu akılda tutarak izlemekte fayda var. Zaten Inside America, örneğin Fransa'daki göçmen sorununu okul üzerinden anlatan Sınıf filmi kadar belgesele yakın değil. Inside America filminin daha dramatik bir kurgusu var, özellikle ses kurgusu seyirciyi taraf tutmaya zorlayan cinsten.
Filmin bütün ana karakterlerinin elde etmek istediklerini kaybettikleri bu karamsar filmin yaptığı eleştirilerin ne kadar etkileyici olduğu ise tartışmalı. Benim görüşüm, Amerikan sistemini kaybedenler üzerinden eleştirmenin sistemde ciddi bir rahatsızlık yaratmayacağı yönünde; zira güçlü olanın güçsüz olanı ezmesine izin veren kapitalizm, zaten beklentileri karşılayamayanların büyük balıklara yem olmasını meşru gören bir sistem. Bu sistemi değişime itmek için sistemi kazanan olarak gösterilen figürler üzerinden eleştirmek gerekiyor. Örneğin bu filmi izleyen muhafazakar Amerikalı gönlünü ferah tutup: "Ot çekmekten başka bir halt bilmeyen hispanikler birbirini yesin. Sınırlara daha çok nöbetçi koyup hispanikleri ülkeden temizlersek her şey yoluna girer" diyebilir ve Inside America filminin bu kişiyi haksız çıkartacak bir argümanı yok. Yine de Avusturyalı yönetmenden böyle ciddi bir sorumluluğu üstlenmesini beklemek biraz fazla olur. Son olarak filme geçer not verdiğimi; ama çok da özel bir film olmadığını düşündüğümü ekleyeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder