Bir hafta boyunca Saraybosna Film Festivali'ni bahane ederek gerçekleştirdiğim Saraybosna gezisi ile ilgili aldığım notları sizlerle paylaşmak istiyorum. Festivalde izlediğim filmlerle ilgili notları sonraki yazılarda bulabilirsiniz, bu ilk yazı daha çok Saraybosna'da edindiğim izlenimler üzerine olacak. 5 günlük bir sürenin adamakıllı değerlendirmeler yapmak için kısa olduğu aşikar; o nedenle bu yazının Saraybosna'da göze çarpanların yarattığı izlenim üzerine olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Havalimanına indikten sonra ilk göze çarpan kutu şeklindeki komünist dönemden kalma yapılar. Bu yapılar insanın göz zevkini ciddi anlamda rahatsız ediyor ve estetiğin bir lüksten ziyade insani bir ihtiyaç olduğunu gozler önüne seriyor. Geri dönüş yolunda tanıştığım bir arkadaşın "Binaları gördükçe komünizmden soğudum" demesi durumu gayet iyi özetliyor. Tabii bu noktada estetik yoksunluğunun Marksist - Komünist ideolojiyle doğrudan ilgisi olmadığını, daha çok rejimin bürokratik kadrolarının tercihleri nedeniyle bu görüntünün oluştuğunu söylemeliyim.
Şehrin tarihini daha iyi anlamak için katıldığım turdaki rehberin verdiği örneği kullnamak istiyorum. Şehrin merkezini Başçarşı olarak aldığımız vakit, Ferhadiye caddesinde yapılan yolculuk şehrin tarihini anlamak için birebir. Türkler tarafından 1530 yılında kurulan bu şehirde (ki Sarajevo ismi Saray - Ovası anlamına geliyor)sebil, kervansaray, camii ve medreseyle başlayan yolculuk, 1861 yılında inşa edlien Ortodoks ve 1889 yılında kurulan Katolik kiliseleriyle devam edip, komünist rejimin sembolleri olan üniversite ve heykellerle son buluyor. Turda anlatılana ek olarak, bu meydanın sonundaki Adidas ve Nike mağazalarını da ülkenin yeni giriş yaptığı kapitalist düzenin simgeleri olarak okuyabliriz. Ortodoks kilisesi Rusya'nın 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı'nın Ortodoks nüfusu üzerindeki etkisini, Katolik Katedrali de 1878 Berlin antlaşmasıyla şehrin hakimiyetinin Avusturya - Macaristan imparatorluğuna devredildiğini belgeliyor.
İncelemenin bundan sonraki bölümü Saraybosna'daki Türk etkisi ve bunun getirdiklerine dair olacak; çünkü Saraybosna'ya eski - yeni Türkiye'den yansıyanlar bize Türkiye üzerine yeniden düşünmek için de fırsat sunuyor. Bosna Hersek'teki ciddi Türk etkisi kapitalist dünyanın vazgeçilmez kuralı olarak reklamlar, bankalar ve şirketlerle fark ediliyor. Altınbaş, THY, Ziraat Bankası ve billboard'lardaki Türkiye reklamları Bosna'daki Türk varlığını gösterse de, ilişkilere dair esas ipuçlarını almak için Başçarşı'ya inmek gerek. Burada Cami, Kervansaray, Medrese üçgeninde satılan Türkiye - Bosna Hersek atkıları, orada Türklere duyulan sempatiyi anlamamızı sağlıyor. Bu durumun Türklerde, bilinç altındaki tehlikeli milliyetçilik duygularını tetiklemesi ve Bosnalıları aşağılamaya yöneltmesi işten bile değil. Bu gerginlik de ilişkilere olumsuz yansıyor.
Bosna'daki Türk kimliğini daha iyi anlamak için olaya hem Türklerin hem de Boşnakların açısından bakmak lazım. Öncelikle Türklerin burada kapılabilecekleri gururun dayanğını iyi okumamız lazım. Evet, Türkler Balkanlar'da bir sehir yaratmış ve bunun gururunu yaşamakta haklıyız; ancak şovenizme kapılmadan önce Boşnaklarla empati kurmak gerekir. Örneğin İzmir'e gelen bir Yunanlı'nın "Bu şehri biz kurduk, Burası Yunan toprağı" demesi halinde ne hissedersiniz? Şovenist tepkilerin kaynağında, Türklerin kent kültürü yaratmaktan yoksun bir göçebe toplum olduğuna dair küçük düşürücü algıyı Saraybosna'nın kırması da yatıyor olabilir.
Türklerin gurur duyması gereken esas olgu, fetih zihniyetinden çok kurulan kentte yaratılan kültürün kökenlerinde aranmalı. Çeşmelerin ve kervansaraya, çarşıya, camiiye hakim olan aydınlık mimari yapının Türk kültürünün İslam yorumunu güzel özetlediğine inanıyorum. Arap uluslarının çölün ateşi üzerinden yarattığı İslami kültürün alternatifini Osmanlı İmparatorluğu suyun üzerinden yeniden yaratmış. Yine de bu yeterli değil; çünkü bir kültür yaratmanın olmazsa olmaz şartı gücü bilgiye dayandırmaktır. Kervansaray'ın içinin dışarıdan 8 derece daha serin olmasını sağlayan bilgi birikimi de bu kültürün yaratılmasında önemli bir faktör.
Boşnakların Türk kimliğinden ne anladıklarını görmek için meydandaki kitap fuarı iyi bir fırsat sunuyor. Kitap fuarında ağırlıklı olarak Hz. Muhammed, Kuran ve hadisler, Fatih Sultan Mehmed ve diğer padişahlar ve Said i Nursi üzerine kitaplar var. Burada Boşnakların Türk kimliğini İslamla özdeşleştirdiğini ve bu şekilde kendi kimliklerine kattıklarını görüyoruz. Örneğin, başörtüsü takanların pek de fazla olmadığı kentte başörtülü elbiselerin satıldığı dükkanın ismi Moda Turca.
Milliyetçiliğin temel dayanakları dil ve din olduğu göz önüne alındığında, Boşnakların da milliyetçiliğin hep çok kuvvetli olduğu bu coğrafyada dil birliği içinde oldukları Sırplar ve Hırvatlara karşı dini ön plana çıkarmaları çok da şaşırtıcı değil. Haliyle Bosna'daki Türk algısında Said i Nursi, Atatürk'ten daha çok ön plana çıkıyor. Bosna'nın kimlik mücadelesi diğer kitaplarda da görülüyor. Dinlerin birlikte yaşam teorilerini (coexistance) anlatan kitapların yanında Mostar ve Serebrenica kitapları kimlik yaratımında bir sonuca henüz varılamadığını ortaya koyar nitelikte.
Türkiye'nin Cumhuriyet rejiminin yarattığı kültürün Bosna'daki yegane yansıması ise vitrinleri süsleyen Orhan Pamuk kitapları gibi görünüyor. Bu kısır durum, 87 yıllık Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi projesini dünyaya tanıtmakta ve kültürünü yaymakta çektiği sıkıntıları da gözler önüne seriyor. Sorunu gösteren bir başka örnek ise 500 yıl önce Sarajevo isimli bir kent yaratmasını bilen Türklerin, bugün Anadolu'da yeni kimliği simgeleyen kentler yaratmakta zorlanması ve ortaya şahsiyet yoksunu kentler çıkması. Kanımca, Cumhuriyetin yeni bir proje olarak algılanması ve Bosna ile diğer dünya ülkelerinde yankı uyandırması için köklerini aldığı geçmişle barışması ve bilginin değerini yeniden hatırlaması gerek. Köklerini aldığı geçmişle barışmak, ne Osmanlı'nın Türk geçmişini reddeden iddia eden dışlayıcı yaklaşımla ne de İslam'ın çeşitli sembollere dayanan tekil bir egemen kültürü olduğunu iddia eden sığ anlayışla sağlanabilir.
1 yorum:
Yazı başarılı olmuş tebrik ediyorum bu arada atkılı resim sizin evin salonu gibi duruyo ama:)
Karagounis'i unutmayalım buarada:)
Yorum Gönder