25 Ağustos 2010 Çarşamba

Inception - Rüyalarda Buluşuruz


Yazın merakla beklenen filmi Inception'ı (Başlangıç) görme fırsatı bulduktan sonra bloga bir yazı girmek de kaçınılmazdı. David Fincher ile birlikte son yıllarda Hollywood'u kurtarmaya soyunan bir diğer yetenekli yönetmen olan Christopher Nolan'ın filmini değerlendirmeye başlamadan önce, rüyaların sinema perdesine yansıtılmasının düşüncelerin temeline ulaşmak için etkili bir yöntem olacağına inanan şahsımın hayalini farklı bir pencereden de olsa gerçekleştirdiği için kendisine teşekkür ediyorum.

Filmin içerdiği puzzle'lar ve büyük şehirlerin karanlık bir atmosferle yansıtılması Nolan'ın eski filmlerinden görmeye alıştığımız karakteristik özellikleri. Burada da bizi bir puzzle'ı çözmeye itiyor Nolan, rüyaların ve uyuma / uyanma halinde yaşananların üzerinden seyirciyi içine alan bir hikaye yaratmayı başarıyor. İnsanların zihnine düşünceler yerleştirmek ve sonrasında bu düşünceden insanların neler üreteceğinin hesaplanamaması gibi söylemlerin özellikle politika ve din gibi konular üzerinden anlatılmasının daha etkili olacağını düşünmeme karşın, bu konunun filmde eşi ölen adamın yaşadığı duygusal sorunlar üzerinden anlatılması da iyi kotarılmış.


Eğer Nolan'ın Amerikan sinemasındaki önemli yönetmenlerden birisi olduğunu düşünmesem ve onun yeteneklerine inanmasam yukarıdaki paragraf ile eleştirilerimi tamamlar ve IMDB'ye girip filme 10 üzerinden 7 puan vererek konuyu kapatırdım; ancak Nolan üzerine konuşmak gereken pek çok şey olduğu için devam etmekte fayda var. Açıkçası sığ karakterler ve temelsiz bir senaryo ile Nolan beni şaşırttı; çünkü eski Nolan filmleri özellikle incelikli senaryolarıyla ön plana çıkan filmlerdi. Sinematografi iyi, efektler iyi ama bir filmi iyi yapan senaryosudur ve maalesef senaryo Inception'un zayıf noktası.

Başta söylememiz gereken Nolan'ın rüya ve bilinçaltını fazla hafife almış olması. Bu konuya ilk eğilen yönetmen olsaydı belki onu alkışlardık; ama özellikle bilinçaltı Tarkovsky, Lynch gibi usta yönetmenler tarafından enine boyuna irdelenmiş durumda. Onların yanında Nolan'ın sunduğu bilinç altı, elişi kağıdıyla yapılmış ilkokul projesi basitliğinde kalıyor. Bu nedenle Inception üzerinden felsefeye geçiş denemeleri yetersiz kalıyor.

Bundan daha da önemli olan bir nokta, Inception filminde seyirciyi filmi izlemeye ikna eden bir sebep olmaması. Psikanaliz ve rüyalar bir neden olabilirdi ama aşırı ahlakçı tutumu ve rüyadan çok counter strike'da bomba kurulan mekanlara benzeyen yerlerde bu düşünceler kök salamıyor. Yalnızca bilet almış olmam benim yönetmenin dünyasına gireceğimin garantisini vermez. Yönetmenin beni o dünyanın içine girilmeye değer olduğuna ikna etmesi gerekir. Örneğin filmin sıkça karşılaştırıldığı Matrix, Kapitalist sistem ve makineleşmenin bireyi sindirmesinin eleştirsi üzerine inşa edilen bir filmdi. Finalde Mesih üzerinden saçma bir çözüm üretse de, bizlere düşünmeye değer bir konu bırakıyordu. Inception'da "Rüya mı gerçek mi, neler oluyor?" soruları kafalarda dolanıyor belki, ama olanları açıklamak konusunda beni heyecanlandırmıyor. Hepsi rüya veya yarısı gerçek olsa ne olur ki? Nolan zaten bize farklı yorumlar üzerinden bilnç altı, gerçeklik algısı veya karakterlerin üzerinden birey ile ilgili bir tespitte bulunmayacak. Nolan Inception'da güzel bir dünya tasarlamış; ama konunun derinliği yok.


Inception'un senaryosunun dayandığı dinamikler ise seyirci odaklı bir film olduğu için oldukça ahlakçı (özellikle bilinç altından bahsediyorsak) ve senaryodaki sığ karakterler üzerinde durulmayı dahi hak etmiyor. Güvenilmez izlenimi veren Eames karakteri de dahil olmak üzere hekres bir şirketi batırma (veya Cobb'u çocuklarına kavuşturma) görevini nedense kutsal bir görev belliyor. Nolan filmlerinde sıkça rastladığımız gibi bir karşı atak, satın alınanlar veya alengirli durumlar bekliyoruz; ama bulamıyoruz. "Karım öldü ve bilinç altımda suçluluk hissediyorum." Bunun üzerine yazılan bir senaryonun çok da yaratıcı olduğunu söyleyemeyiz.

Karakterlerin sığlığından ne kastettiğimi daha iyi anlatabilmek için ana karakter Cobb'u Nolan'ın eski filmlerindeki ana karakterler ile karşılaştırmak istiyorum. Öncelikle Prestij'deki sihirbazlar Borden'a bakalım. Prestij'deki bu karakter, mesleğinde zirveye ulaşmak için hayatından, eşinden ve hayatta bütün değer verdiklerinden vazgeçecek kadar takıntılı bir karakter. Bu karakter üzerinden aktarılan takıntı (obsession) ve hırs kavramları, örneğin Malta Şahini'nde olduğu gibi, seyirciyi insan doğası hakkında yeniden düşünmeye itiyordu. İkinci bir örnek olarak da yine Nolan'ın bir diğer box-office filmi olan The Dark Knight'ın Batman'ine bakalım. Burada da mutlak iyi olan süper kahramanın yaptığı seçimlerle alışılagelmişten farklı olarak düzeni daha iyiye götüremediği bir dünyanın içindeyiz. 40'larda ortaya çıkan süper güç Amerika'nın dünya polisi kimliğinin Irak Savaşı sonrası sarsılmasıyla, Batman'in iyiyi seçip dünyayı daha iyiye götüremediğini vurgulayan post-modern görüş arasında bir paralellik görünmüyor mu?


Yukarıda saydığım bütün bu karakterlerin yanında Cobb'u farklı kılan nedir. İnsan doğasına dair yeni bir şey söylüyor mu, yoksa toplumsal bir göndermenin kaynağını mı oluşturuyor? Ölen karısını özleyen adamın ötesinde bir kimliği var mı? Cobb'un çalıştığı veya yok ettiği şirketler üzerinden kapitalizme bir gönderme var mı? Yok. Felsefi altyapı ve derinlikli karakterler olmayınca iyi bir senaryodan bahsetmek de pek mümkün olmuyor.

Inception, uzun süre konuşulması sayesinde sinemayı gündeme taşıyor. Halter'de seks skandalı haberiyle halterin gündeme taşınmasından farklı olarak içerik üzerine bir tartışma bu. Inception'ın, "Bunun oyunu ne zaman çıkıyo yaee" diye soran ergenlere hitap eden sığ konulu Avatar'ın ötesinde bir film olduğu da bir gerçek; ancak Nolan kalibresinde bir yönetmen için en sade tabiriyle kötü bir film. Film kötü olduğu için değil; ama Nolan çıtayı yükseğe koyduğu için.

Bir de korkum var. Nolan; P.T. Anderson, Aronofsky gibi kendine has bir tarz yerine Michael Bay'in bayağı Hollywood filmlerine meyletmeye başlamış. Seyircinin ilgisini ayakta tutmayı her daim başaran Nolan'ın büyük bütçeli filmlerin altından başarıyla kalktığı bir gerçek; ama bir sinema sever olarak kendisinden varlığını daha çok hissettirdiği filmler ve daha sağlam senaryolar bekliyorum. Aksi takdirde kendisiyle filmlerinden ziyade, anlatmak istedikleri üzerine kurduğu rüyalarında buluşacağız gibi görünüyor.

Hiç yorum yok: