22 Ekim 2010 Cuma

The Social Network: Yeni çağın milyarderlerinin "profili"


Filmi görmeyenler için ilk notu düşmekte fayda var: Bu film facebook nasıl kuruldu sorusunun gerçeğe en yakın cevabını aramıyor. Ama giriş cümlesine bakıp hayal kırıklığına uğramayın; çünkü bu filmde ana hikayeden daha fazlası var. Peki, Fincher facebook'un kuruluşunu değil de neyi anlatmak istiyor? Bu yazının amacı da zaten bunun üzerine kafa yormak. Filmi izlemeyenler için yazının bundan sonrası can sıkıcı olabilir, zira filmin içeriğine dair pek çok konu da aşağıda yer almaktadır.(Elin Amerikalısı olsa spoiler deyip işin içinden çıkıverirdi.) Filme gidip gitmeme konusunda kararsız olanlara da kendi adıma Inglourious Basterds'dan bu yana gördüğüm en iyi Amerikan filmi olduğunu söyleyebilirim. Tabii karar yine sizlere ait.

The Social Network, 5 (aslında 4; çünkü birinden iki tane var)karakter üzerinden Amerika'nın ve Dünya'nın yeni zenginlerinin, yani yeni güç sahiplerinin muhtemel profillerini inceliyor. Takım elbise ve kravatları bir kenara koyup, yatırımcılarla yapılan görüşmelerde uyuyakalıp, kartvizitine "I'm CEO,bitch" yazdıran Mark Zuckerberg ve onun yolundan gitmesi muhtemel yeni milyarderler nasıl bir profile sahip olacak, bu sorunun cevabı aranıyor.


Bu soruyu yanıtlamak için önce esas oğlanımız Mark Zuckerberg'in karakterini incelemeye almalıyız. Harvard'da bilgisayar mühendisliği okuyan ve bu işten anladığını gösterircesine hacker'lık da yapan Mark Zuckerberg'i tanımak için, filmin başlangıcında Mark'tan ayrılarak, bu bilgisayar kurdunda facebook'u kurma motivasyonunu bilinçsiz bir şekilde oluşturan Erica arasında geçen diyaloga bakmakta fayda var. Bu diyalog önemli; çünkü konuşmanın sonunda gelen ayrılıkla birlikte Mark'ın kafasında facebook'u kurma ve kendisini (Erica'ya) ispat etme isteği oluşuyor. Daha önce soyut olan kendini kabul ettirme motivasyonu Erica ile birlikte somutlaşıyor ve bu durum süper zeka Mark'ın harekete geçmesini sağlıyor.

MARK
It’s about exclusivity.

ERICA
God… what is?

MARK
The final clubs. And that’s how you distinguish yourself. The Phoenix is the most diverse. The Fly Club, Roosevelt punched the Porc.

ERICA
Which one?

MARK
The Porcellian, the Porc, it’s the best of the best.

ERICA
I actually meant which Roosevelt.

MARK
Theodore.

ERICA
Okay, well, which is the easiest one to get into?

MARK
Hm.

ERICA
What?

MARK
Why would you ask me that?

ERICA
I was just asking.

MARK
You asked me which one was the easiest to get into because you think that’s where I have the best chance.


Konuşmadaki tavrından Mark'ın kenidini ispat etmeye ne kadar muhtaç olduğu anlaşılıyor. İlk andan itibaren ayrıcalıklı olmanın peşinde koşan bu karakterin girişimciliğinin arkasında yatan hırsını henüz ilk sahnede anlıyoruz. Bu noktadan itibaren Mark bize megalomanlığı nedeniyle kız arkadaşından ayrılan, sosyal ilişkiler kurmakta zorlanan, çevresi tarafından sıkça "asshole" olarak nitelenen bir süperzeka olarak tanıtılıyor. Bunları bir kenara koyduğumuz vakit ise, sosyal hiyerarşinin en üst basamaklarında yer alanların (Vinkelwoss kardeşler) dahi hayal etmekte zorlandıkları seviyelere çıkmayı ve milyarder olmayı başarıyor. Kar kış demeden giydiği terlikleri ve polarıyla, takım elbiseli gençlerin dünyası olarak görülen Harvard'daki bütün öğrencilerin hayallerinin dahi ötesine geçebilen yegane isim Mark Zuckerberg. Başlangıçta ayrıcalıklı olmak için bir yol olarak gördüğü Phoneix Club'ı satın alıp kendi ping pong salonuna çevirebileceğini söylediği konuşma geldiği noktadan dolayı yaşadığı tatminin açık göstergesi. Özetle Mark Zuckerberg, sempati besleyeceğiniz bir kişilik değil ve bu durum filmi Hollywood klişelerinden ayırıyor. Yalnız kahraman sürekli olarak sadakat, karşındakilere saygı duyma gibi etik değerler üzerinden sorgulanıyor, en azından Fincher seyircisinin bu sorgulamayı yapmasını bekliyor. Bu rolde Jesse Eisenberg'den oldukça iyi bir performans görüyoruz ve bunun filmin başarısına büyük bir etkisi var.


Yeni zenginlerin sorgulanması elbette bu tek karakter üzerinden yapılmıyor, ona yardımcı olan 3 karakter daha var. Öncelikle "I was your only friend" cümlesiyle akılda kalan Eduardo Severin'den bahsedelim. Harvard ekonomi mezunu olmasına karşın, girişimcilik konusunda yanındaki cevheri fark edemeyip hala Phoneix Club gibi toplumda bazı sınıfsal ayrıcalıkları elde etmek için tavuk besleme, kış soğuğunda donla bekleme gibi hiyerarşik olarak sisteme girenlerin ezildiği yapılarda şansını zorluyor. Victoria's Secret' 5 milyon dolara sattığı için intihar eden adam örneğindeki gibi iyi bir işi olacak belki ama gerekli dikkate ve belki de hırsa sahip olmadığı için kaybediyor. Senaryonun dayandığı kitabın yazılışı sırasında Eduardo Severin ile görüşülmüş; bu da hikaye boyunca bu karaktere sempati beslememizi bir nebze açıklıyor. İkinci yardımcı karakterimiz Sean Parker ise vasıfsız bir parti çocuğu; ancak Amerikan rüyasının altın kuralı olan girişimcilik ruhuna sahip. Onun kaybettiği nokta ise başta da değindiğimiz vasıfsız parti çocukluğunun getirdiği hataya müsait kişiliği. Halkayı tamamlayan "Winklevii" kardeşler ise zenginlik için gerekli sosyal statüye ve kazanmak için gerekli hırsa fazlasıyla (kürek takımı) sahipler; ancak onlar da kaybetmeyi akıllarına getirmedikleri için kaybediyorlar.

Filmden kişisel olarak çıkardığım sonuç, önümüzdeki yıllarda kurulacak olan yeni burjuvazinin artık melon şapkalar ve takım elbiselerle temsil edilmeseler dahi, ben-merkezci ve açıkgöz tavırlarıyla kolaylıkla akranlarının arasında fark edilecek olmalarıdır. Bunu bir kenara koyup, filmin son sahnesi üzerinde de biraz duralım. Dünyanın en genç dolar milyarderi Mark Zuckerberg'in filmin sonunda eski kız arkadaşı Erica'nın onu facebook üzerinden arkadaş olarak kabul etmesini beklemesini nasıl yorumlamalıyız? Yalnızlık mı? Mark, dünyanın en genç milyarderi olmayı başarmış ama hala iktidarından emin değil mi? Fincher'ın parayla saadet olmaz mesajı mı?


"Facebook'un sahibi'nin gerçek arkadaşı yok." Sanıyorum bu ironik cümleyle Fincher'ın anlatmak istediği pek çok şey var. Gerçek hayatta insanlarla iletişim kurmakta zorlanan Mark Zuckerberg'in sanal ortamın en popüler sosyal paylaşım sitesini kurmasının tesadüfi olmadığının altı çiziliyor. Gerçeklik üzerinden kendi yeteneğini ispatlayamayan Zuckerberg, sanal alem yardımıyla dünyanın en zenginleri listesine girmeyi başarıyor; çünkü kapitalist düzende aynı onun gibi milyonlarca kişinin hayatın gerçeklerinden kaçmaya (bazen internet, bazen seks ve partiler yoluyla) ihtiyacı var. Mark'ın facebook'u kullandığını gördüğümüz tek sahnede düştüğü yalnızlığın tesadüfi olmaktan ziyade bir gerçeklik-sanallık tartışması yaratmak için tasarlandığına inanıyorum.

İki dava süreciyle ilgili ciddi ve sıkıcı olması öngörülebilir bu film, Fincher'dan görmeye alışmadığımız biçimde çok diyaloglu, hızlı tempoda ve sıcak tonlarda ilerliyor. Fincher'ın, Seven'da yataktan fırlayan yarı ölülerin karanlık tonlarından üniversite partilerinde öpüşen kızlara yaptığı geçiş şaşırtıcı gelebilir; ama iki dava üzerinden yapılan geri dönüşlere (flash back), yönetmenin Seven ve Zodiac gibi filmlerindeki gibi olaylara dayanarak ilerleyen kurgularından oldukça aşinayız. Filmin başarılı kurgusunu överken 4 karakter üzerinden ilerleyen senaryonun yazarı Alan Sorkin'in de hakkını vermem gerekiyor. Fincher bu sağlam senaryonun üzerinden ustalığını göstermiş. Kendi adıma California'daki gece kulübü sahnesini ve Zuckerberg'in facemash projesiyle Harvard'daki partinin çapraz kurgulandığı sahneye bayıldım. Ayrıca, dava sürecinden facebook'un kuruluş hikayesine yapılan bütün geçişlere özellikle dikkat etmenizi öneririm; çünkü pek çoğu usta işi olduklarını belli eder cinsten.


Filmle ilgili eklemek istediğim son not ise izleyenlerin filmin kurmaca olduğunu akıldan çıkarmayın ve Fincher'ın Zuckerberg'in kişisel hikayesi kadar (hatta belki de daha fazla) yeni dönemin muhtemel güç sahipleri hakkında akıl yürütmek istediğini görmesini istemek olacak. Örneğin, Fincher konusuna değinirken stereotiplerden fazlasıyla yararlanıyor. Asosyal ama kafası çalışan bir inek, Amerikan gençlik filmlerinden fırlama iki kabadayı(tabii Harvard'ın kabadayısı bile ayrı bir centilmen) ve paranın kokusunu alan alemci bir çocuk karakterler kurmaca değilse bu kadar kolay yanyana gelemezler.

Zamanın ruhunu yakalayan The Social Network'de, sanatçının çağına bakma sorumluluğunu layıkıyla yerine getiriyor Fincher. Bu "zeitgeist" yaratımı, aynı zamanda Facebook'un kullanıldığı yegane alan.(relationship status, wall, vs.) 5 yıl öncesini anlatan bu hikayenin bir de kitaptan uyarlama olması internet tabanlı hayatımızın nasıl hızlı yaşandığının bir kanıtı adeta. O vakit ben de zamanın ruhuna uygun hareket edip film için "like" diyerek başparmağımı havaya kaldırıyorum.

2 yorum:

Ümit Mutlu dedi ki...

İlk paragraf sonrasını okumadım, ama ben de hâlâ Inglourious Basterds'dan yana iyi bir film izlemedim, mamafih bu filmden de bir şey beklemiyor(d)um.. Bilemedim şimdi.

Yaz Helvası dedi ki...

İşin aslı ben de pek bir şey beklemiyordum, sanıyorum film hakkında bu kadar olumlu yazmamın ardında da düşük beklentiler yatıyor. Film Basterds seviyesinde değil, Fincher'ın filmografisini düşünürsek Seven, Fight Club (ve bence Zodiac) seviyesinde de değil; ama senaryosu ve kurgusuyla sağlam bir film. Görmeye değer.