21 Ekim 2010 Perşembe

Beşiktaş 1-3 Porto: Şapkayı Önümüze Koyma Vakti


Almanya'da 90 dakikasını izleyebildiğim ilk maç bu olduğu ve haftalardır yazamadığım pek çok detay da biriktiği için bu maç yazısı genel bir değerlendirmeye kayacak. Zaten Beşiktaşlı oyuncuların yaptığı basit iki hatanın skor üzerinde ciddi etkisi bulunduğundan, maçı ikinci plana atmak daha doğru bir tercih olacaktır. Rakamlar arasında kaybolmamaya dikkat ederek ve haddimi aşarak Beşiktaş'ın sürekli değişen taktiği üzerine bir iki kelam etmek niyetindeyim.

İzlediğim kadarıyla Schuster'in maçın skoruna göre değişiklik yapmayı seven, müdahaleden çekinmeyen bir yapısı var. Elindeki alternatifler üzerinden oluşturulabilecek en iyi takımı kurup sahaya sürmeyi, rakibe göre takım kurmaya tercih ediyor. Bu iki cümleden çıkarmamız gereken sonuç Schuster'in belirli bir taktiksel dizilişten çok belirli bir felsefeye bağlı kalmaya çalıştığıdır. Schuster, Dünya Kupası'nda açıkça görüldüğü gibi dünyanın yeni trendi olan 4-2-3-1 dizilişinin "pres yaparak topu çal, kazandığın topu etkili kullan" felsefesini benimsiyor. Guti ve Quaresma'nın yokluğunda 4-2-3-1'den vazgeçip çift forvetli bir sisteme geçtiğini görüyoruz; ama moda tabirile "defansif hücumcu(defensive forward)" Nobre'nin varlığı Schuster'in temel felsefesi hakkında bize önemli bir bilgi veriyor.


Her daim okumaya özen gösterdiğim ve referans olarak da bolca kullandığım Champions dergisinin bu ayki sayısında 4-2-3-1 trendi üzerine oldukça açıklayıcı bir yazı var. Yukarıda ana fikrine değindiğim 4-2-3-1 sisteminin kurucusu olan Juanma Lillo'nun sistemi nasıl açıkladığını görelim:(çeviri şahsıma aittir)

"Niyetim baskı yaparak topu ön alanda çalmaktı. 4-2-3-1, dört forvetle oynamak için bulabildiğim en simetrik yoldu. Önde forvetlerin olmasının getirdiği büyük avantajlardan biri forvetlerin önde olması orta saha ve defansın da öne çıkmasını sağlıyordu, yani bu durumdan herkes yararlanıyordu."

"Ama (bu sistem için) mutlaka doğru oyunculara sahip olmanız gerekir. Oyucular oldukça hareketli olmak ve topu kazandıkları zaman oynamak zorundalar. Unutmayalım ki oynamak için baskı yapıyorlar, baskı yapmak için oynamıyorlar.(You have to remember that they're pressuring to play, not playing to pressure)"


Şimdi bu sözler üzerinden Porto maçına dönelim ve bireysel hataları bir kenara koyup neyin eksik olduğu üzerine kafa yoralım; ama öncesinde yukarıdaki sözlere bir ekleme yapmak istiyorum. Topu kazandıkları zaman oynayan ve hareketli oyunculardan oluşan bu ideal takımın aynı zamanda uyumlu hareket etmesi gerekiyor. Bu ekin ardından yukarıdaki cümlelerin satır başlarını ayırarak maç yorumuna geçebiliriz.

Beşiktaş'ın bu sezon kullandığı sistemin vazgeçilmez unsuru önde baskı kurmak. "Ağır defansla önde oynanmaz" gibi yüzeysel yorumları bir kenara bırakalım. Eğer öndeki oyuncularla baskıyı başlatıp orta sahada gerekli alan paylaşımını yapabiliyorsanız rakibin arkaya etkili top atmasını önleyebilirsiniz. Beşiktaş'ın bu konuda genel olarak iyi iş çıkardığını ve Hulk'ın Hakan'dan seken şutu dışında orta sahanın geçilmediğini gördük.


Buna karşın maçı 3-1 kaybetmemizin nedenini bireysel hatalarla birlikte Lillo'nun son cümlesinde aramamız gerekiyor. Baskıyı oyunu oynamak için kuruyorsunuz, eğer baskının getirdiği başarıyla kazanılan topu etkili kullanacak ayaklara sahip değilseniz bu başarının bir anlamı kalmıyor. Zira hareketli olmanız, takım olarak uyumlu olmadığınız takdirde size bir avantaj sağlamıyor. Futbolda sonuca gidebilmenin belirleyici olduğunu, ikinci yarının ilk on dakikasında 10 kişi kalan Porto'ya kurulan baskının sonuçsuz kalması ve Zapo'nun hatasının skoru 2-0'a getirmesiyle bir kez daha gördük. Zaten oyun salt baskı kurmak için oynansaydı Nobre, Bobo'dan daha değerli bir santrafor olurdu.

Oynanan açık futbol ve bireysel hataların sıklığı gözleri defansa çevirse de, yukarıdan da anlayacağımız gibi bu sakatlıklar dönemindeki esas sorun hücum hattında yaşanıyor. Sezon başında Beşiktaş ile ilgili yazdığım ön değerlendirme yazısında hücuma yerli takviyesi yapılması gerektiğini söylemiştim. Hücumcu istemememin nedeni bugünkü gibi rotasyonun daraldığı günlerde kanatlarda sıkıntı yaşamamaktı; ancak şu anki sorunlu görüntüden alternatif hücumcu ile çıkmamız biraz zor. Beşiktaş'ın üst üste mağlubiyetlerle gelinen noktadan kurtulmak için sistem içi çözümlerin yanında biraz sihir üretmeye de ihtiyacı olduğu açık. Belki bu kadar taktik yazısının üstüne hoş durmayacak; ama bugün geldiğimiz noktada Quaresma ve Guti'nin sisteme katkısından çok bu sihir üretimini aradığımı itiraf etmem gerekiyor. Bahsettiğim sihri takımının üçüncü golünü çatala takarken kullanan Hulk'ın da Q7 gibi üç yıl içinde İnönü'ye daimi ikamet adresi haline getirmesini ümit ediyorum.(Not: Bu adamı Japonya liginde bulan scout'a da Altın Top misali özel bir ödül vermek gerek.)

2 yorum:

Ümit Mutlu dedi ki...

Selamlar,

Çoğu kısmına katılıyorum yazının. Bir de ekleme yapmak isterim. Dediğin gibi Nobre -ki ben hücum stoperi demeyi seviyorum- bu iş için görevlendirilmiş. Ama Schuster'in Necip'i, "Aurelio'nun yedeği olarak görmesi ilginç, zira biri sürekli bizim oynuyor, diğeri ise daima ileride savunma yapıyor. Necip'i izlerken hep bir Lampard, Gerrard görür gibiyim. Dün de iyi ki sakat dedim Aurelio için.

Yani Necip'in Schuster'in kafasındaki sisteme daha uygun olduğu aşikar. Dilerim bunu farkeder artık.

Yaz Helvası dedi ki...

Necip'i yazmaya korkuyorum vallahi nazar değecek diye:) Tabii Aurelio oynadığında Ernst Necip'in dün akşamki pozisyonuna geçiyor ve Ernst'in önde basma konusundaki becerisi aşikar; ama ne olursa olsun Necip böyle oynadığı sürece her türlü formayı alacaktır. Gerrard gibi bir gün kaptanımız da olur inşallah.