2 Mart 2010 Salı

Oscar'ın Gizli Çekiciliği


Amerikan Sineması'nın en prestijli ödülünün 82. defa sahibini bulacağı gece yaklaştıkça sinemaseverleri de Oscar heyecanı sarmaya başladı. Aslında Oscar ödülleri, sinemaseverlerin genellikle yukarıdan baktıkları ödüllerdir; ancak her yıl memnuniyetsizliklerini ifade etseler de, ödüllerin açıklanacağı gece "end dı oskır gooz tu" sözünü duyduklarında, adaylar içinde en beğendikleri filmin adı açıklanacak mı diye nefeslerini tutmaktan kendilerini alamazlar. Şimdi hafta boyunca bizleri saracak olan Oscar heyecanına giriş mahiyetindeki bu yazıda, sinemaseverlerin Oscar eleştirilerindeki haklı noktaları gözden geçirelim.

Sinema eleştirmenlerinin ve akademisyenlerin Akademi Ödülleri'ni eleştirdikleri temel nokta, Akademi'nin iyi pazarlanan filmler ile yüksek sanatsal niteliğe sahip filmler arasında sürekli olarak iyi pazarlanan filmleri ön plana çıkarmasıdır. Bu yıl aday olan Avatar örneğinde de gördüğümüz gibi, yılın en çok para harcanan filmi genellikle en iyi film Oscar'ı adaylığını da garantiler. Akademi ödülleri tarihinde pek çok film, sanatsal değeri çok düşük olmasına karşın, seyirci sempatisine sahip olduğu veya iyi hasılat elde ettiği için en iyi film ödülüne layık görülmüştür. Son yıllarda bunun en güzel örneğini 1997'de ödülü (hem de 11 tanesini) kucaklayan Titanic filmiyle gördük. Geçmişe baktığımızda ise ödülü 1976'da Taxi Driver'ın elinden alan Rocky'yi ve 1964 yılında Kubrick klasiği Dr. Stranglove'dan ödülü kapan My Fair Lady filmini örnek olarak verbiliriz.

Aslında Akademi'nin yaşadığı bu ikilemi çözmesinin bir yolunu 1928 yılında verilen ilk Oscar'larda görmek mümkün. İlk yıl bir en iyi film kategorisi yerine iki kategoride ödül verilmekteydi. En iyi prodüksüyona ve sanatsal kalitesi en yüksek prodüksüyona ayrı ayrı ödül veren akademi aynı yönteni benimsemeye devam etseydi, kendini pek çok tartışmadan kurtarabilirdi. Ne yazık ki ilerleyen yıllarda Akademi 70'lerin başındaki bir kaç yıl haricinde hep muhafazakar bir tavır takındı ve izleyici adına sakıncalı gördüğü filmlere adaylık vermesine karşın en iyi film ödülünü vermekten sürekli kaçındı. Bir nevi sansür mekanizması işleten Akademi, aynı zamanda alışılageldik stüdyo filmlerinden farklı bir boyutta işler çıkaran ve bu sayede Amerikan sinemasında yeni akımlara yön veren yönetmenleri de sürekli görmezden geldi.

Bu konunun bir numaralı muzdaribi ise yakın zamana kadar Martin Scorsese'ydi. 70'lerde yükselen yeni Hollywood dalgasının en önemli isimlerinden ve Amerikan sinema tarihinin en yetenekli üç dört yönetmeninden biri, belki de birincisi olan Scorsese, sinema tarihine geçen Taxi Driver, Raging Bull ve Goodfellas gibi yüksek sanatsal kaliteye sahip olan ve seyir zevki veren başyapıtlarıyla hak ettiği Oscar ödülünü Rocky, Chariots of Fire ve Dances with Wolves gibi sıradan filmlere karşı kaybetmiştir. Ödülü almak için 2000'lerde film anlayışını Akademi'nin hoşuna gidecek şekilde revize etmek zorunda kalmış ve nihayet 2006'da, Clint Eastwood'un kanımca daha başarılı olan Iwo Jima'dan Mektuplar filminin önünde bu ödüle sahip olmuştur. 70'ler sinemasının diğer önemli isimleri Stanley Kubrick, George Lucas, Brian de Palma, Sidney Lumet ve Robert Altman ise bu şansı hiç bir zaman elde edememişlerdir.

Aynı tutucu tavrı günümüzde de sürdüren Akademi, yine 90'larda yükselen Amerikan bağımsız sinemasının ortaya çıkardığı yeni yetenekleri görmekte ya geç kalmış ya da hiç görememiştir. 90'larda Amerikan sinemasının çıkardığı bir numaralı süper yıldız Quentin Tarantino henüz Oscar ödülü almamıştır, zaten kendisi Cannes Film Festivali'ni her zaman daha öncelikli gördüğünü söylemektedir. Coen'ler en üretken oldukları 90'lı yıllarda ödüle yaklaşamazken, 2007'de Coen'ler sinemasını tanımlayan ögelerden uzak No Country for Old Men filmiyle Oscar alabilmişlerdir. Bu Oscar'ı alırlarken yılın en iyi filmi There Will Be Blood'ı çeken bir diğer yetenkli isim P.T. Anderson'a hak ettiği değer verilmemiştir. Bu tip örnekleri çoğaltmanın çok kolay olması da Akademi'nin verdiği ödüllerin değerini her geçen gün düşürmektedir. Akademi göz önündeki sanatsal şaheserlere ödül vermekte tereddüt ettikten sonra pek çok kez hatasını telafi etmek adına, yönetmenin daha gösterişsiz bir filmine ödülü vermiş ve bu sırada bir başka yetenekli ismin hakkını yemiştir.


Sonuç olarak, Akademi'nin ticari ve günlük hesaplarla hareket ettiği bu ödül töreninde pek çok kez zamanın ruhunu (zeitgeist) ıskaladığını söylemeliyim. Muhafazakar Akademi, özellikle adaylıklar konusunda genellikle başarılı tercihler yapmasına karşın bir sonraki adımı atacak cesareti bulamadığı için, Amerikan sinemasındaki yeni akımları ve politik gündeme dair filmleri ödüllendirememiştir. Amerikan sinemasının, özellikle 70'lerden sonraki dönüşümünü incelemek isteyenlere tavsiyem Cannes Film Festivali'nin kazananlar listelerine göz atmalarıdır. Taxi Driver ve Pulp Fiction gibi Amerikan sinemasındaki yeni akımların kilometre taşı filmelerini ödüllendiren bu festival, dünyanın politik gündemini yakından ilgilendiren Amerikan filmleri M.A.S.H, Apocalypse Now ve son olarak Fahreneit 9/11'i de es geçmemiştir. Sinemaseverlerin Akademi ödüllerinden beklentisi de, Cannes'ın sahip olduğu cesareti göstermesi ve ticari başarı yakalayan sıradan filmler yerine Amerikan sinema tarihine geçeceğini öngördükleri filmleri ödüllendirmeleridir.

Hiç yorum yok: