5 Nisan 2010 Pazartesi

Le salaire de la peur - Kamyon, Linda, Nitrogliserin

Çağdaşı Hitchcock gibi gerilimin ustası olarak görülen Henri-Georges Clouzot'nun, Cannes ve Berlin film festivallerinden büyük ödülle dönen 1953 yapımı "Le Salaire de la Peur" filmi, özenli çekimleri ve ışık ve gölge kullanımı sayesinde ortalama aksiyon filmlerinin çok ötesine geçmeyi başarıyor. Yeni Dalga öncesi klasik Fransız sinemasının önemli örneklerinden olan bu filmde, 2. Dünya Savaşı sonrasının karamsar atmosferi belirgin biçimde hissediliyor. 2000 dolarlık ücreti alabilmek adına, nitrogliserinle yüklü kamyonları dağ bayır demeden sürmeyi kabul eden, bir anlamda ölüme yolculuk yapan erkeklerin hikayesinin alt metninde de kapitalizme ciddi eleştiriler yer alıyor.


Clouzot'nun karamsar dünyası, dönemin ruhuyla uyum içinde bizlere aktarılıyor. Hikaye Güney Amerika'da geçmesine karşın, 2. Dünya Savaşı'nın sonrasında Avrupa'nın içine girdiği bunalımın yansımaları görülebiliyor. Zaten nitrogliserin yüklü kamyonlarla yola çıkan karakterlerin hepsi Avrupalı, filmin içinde sürekli Fransızca, İngilizce ve az sayıda Almanca repliklerin geçmesi de izleyiciye Avrupalı karakterlerle bir arada olduğunu sık sık hatırlatıyor. Güney Amerika'nın bu filmdeki rolü daha çok, sıcağıyla içinde yaşayanları baskı altına alan bir mekan yaratıyor. Mario'nun Fransa'dan gelen arkadaşı Jo'ya dediği gibi, içindeki işsizler ordusu ve insanların üzerinden eksik olmayan bunalım ile burası bizlere bir hapishaneyi anımsatıyor.

Ana karakterleri daha iyi tanımamız açısından da mekanın filmde büyük önemi var. Öncelikle canları pahasına bu kamyon yolculuğuna çıkanların aidiyet duygusundan yoksun olduklarını anlıyoruz. Uzun yolculuklar sonucu geldikleri bu yerden memnun olmadıkları gibi, belli ki geldikleri yerlere karşı da bir özlem duymuyorlar. Böylece, yolculuğa çıkanların geride bıtraktıkları bir şey olmadığını görüyoruz. Filmin esas oğlanı Mario'nun bir kız arkadaşı var(Linda); ancak Mario'nun kıza karşı film boyunca soğuk davranıyor. Bu ölümcül yolculuğa çıkmadan önce Linda, Mario'ya vazgeçmesi için adeta yalvarırıken, Mario kızı kamyonun kapısını açarak aşağı atıyor, böylece Mario'nun kızın varlığını çok da umursamadığını anlıyoruz. Kadın, bu filmde daha çok atalarımızın "At, Avrat, Silah" üçlemesinin "Kamyon, Linda, Nitrogliserin" şeklinde oluşan modern versiyonunu tamamlamak için filme konmuş durumda.

Hiç bir şeye inanmayan, hiç kimseye bağlanamayan 50'li yılların varoluşçu romanlarında da sıklıkla rastaldığımız karakterlerle karşıyayız. Kimseye bağlanamayan bu karakterlerin tek bağımlılığı ise adrenalin. Zaten, onlarca yolu aşıp Güney Amerika'ya gelen insanların serüvenci bir ruha sahip oldukları ortada, yolculuğa çıkarken de yaşayacakları serüveni 2000 dolardan daha önemli gördükleri hissine kapılıyoruz. Yolculuk öncesi ve sonrasında devam eden iktidar savaşları da tamamen erkek dünyasını yansıtan bir film ortaya çıkarıyor.


Bireyler arasındaki iktidar savaşı devam ede dursun, bölgede mutlak iktidara sahip olan ise şüphesiz SOC (Southern Oil Company). Dışarıdaki işsizlerin, sendikalı işçiler üzerinde bir tehdit olarak kullanıldığı ve paraya muhtaç insanların canlarını riske atmakta sakınca görmeyen patronların var olduğu kapitalist düzen, SOC üzerinden açık biçimde eleştiriliyor. "Eğer petrol varsa onlar da fazla uzakta olmazlar" repliği, ABD söz konusu olduğunuda günümüzde de geçerliliğini koruyan bir önerme. Zaten geçitği sokaklarda insanların varlığından bihaber olan SOC'nin özel polisi de, Irak'taki Amerikan askerlerini hatırlatıyor. Film, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, 1955'te ABD'de vizyona girerken ciddi oranda sansüre uğramış.

Filmle ilgili görüşlerimi sonlandırırken, sansüre uğrayan sahnelerden birisini aktarmak isityorum. Ölüme yolculuk yapmayı reddeden bir işçinin (Dick) ardından, kamyon şoförlerinden Bimba, "Deli mi bu?" diye sorar. Bunun üzerine SOC'nin patronu O'Brien, kapitalizmi iktisat kitaplarından çıkarıp pratiğini özetleyen şu konuşmayı yapar: "Kim daha deli? Belki Dick, belki de siz; ama her iki durumda da SOC değil."

Hiç yorum yok: