Bir dünya kupasını daha acısıyla tatlısıyla, ahtapot Paul'üyle vuvuzelasıyla geride bıraktık. Turnuva boyunca izlemenin keyfinden kupayı yazmaya fırsat bulamadık, tabii yazacaklarımızın pek çoğunu turnuva öncesi değerlendirmelerde yazmış olmamız da bizi daha az yazmaya iten sebeplerden biriydi. Örneğin bu yazının esas konusu olan turnuva şampiyonu İspanya için daha önce yazdıklarımızdan iki alıntı yapalım:
"Topa sahip olup, çok pas yaparak rakipleri bunaltan İspanya'nın ilk Dünya Kupası şampiyonluğu için doğru yer Afrika, doğru zaman 2010 gibi görünüyor."
"Herhalde turnuvaya giderken kaderlerini en çok değiştirecek olan ise Torres'in sağlık durumu. Eğer turnuvaya kadar hazır hale gelmez ise İspanya iyi pas yapan; ancak sonuca gidemeyen bir takım olarak kalabilir."
Turnuva öncesinde bunları yazdıktan sonra her maçta tekrar bunları yenilemeye gerek duymadık açıkçası. Buradan biz her şeyi biliyorduk zaten anlamı da çıkmasın. Örneğin aynı yazıda İspanya'da patlama yapacak isim olarak Juan Mata'yı göstermiştim; ancak Mata kupada oynama şansı bulamadı, yalnızca antrenman sahasında Albiol'e patladı.
Şampiyonluğun ardından methiylerle dolu yazılar yazmak da adettendir, futbolun geleceğine dair yorumlar yapmak da. Bu yazıların bir kısmı abartılarla dolu olup içerikten yoksundur; ama daha yararlı bir iş olarak futbolda kazanılabilecek en büyük başarıyı kazanan takımların, bu başarıyı nasıl kazandıklarına dair araştırmalar yapmak gereklidir. Ben de kendi futbol bilgime dayanarak bu konuda bir iki kelam etmek istedim. E dünya şampiyonunu da yazmayacaksan bu blogu niye açtın diye sormazlar mı adama?
Söze blogla başladım, öyle devam edeyim. Futbol içerikli olarak bloga koyduğum ilk yazı 2007 yılında yapılan u-20 dünya kupası ile
ilgiliydi. Bu kupada forma giyen kaç oyuncunun 2010 Dünya Kupası'nda da oynayacağı üzerine kafa yormuştum. Bunu yaparken amacım genç turnuvalarının hedef turnuvalara olan etkisini incelemekti. U-20 2007 ve DK 2010'a katılan 12 ülkeye baktığımızda, A takımda oynayacak seviyede iki veya üç oyuncu çıkarıp bu isimlere güvenen takımlar beklentilerin üstüne çıkmayı başardılar. Pique ve Mata'lı İspanya şampiyon olurken, Suarez ve Cavani'li Uruguay yarı final oynamayı başardı. En az iki oyuncu getirmeyi başaran ABD, Şili, G.Kore ve Meksika gruplarını geçmeyi başardılar, bir oyuncu getiren Nijerya ve Portekiz ile hiç oyuncu getirmeyen Brezilya ise Dünya Kupası'nı beklentilerin altında bitirdiler.
U-17 ve U-19 dünya kupalarına katılan takımlarından A takımlarına en az iki oyuncu vermek elbette başarının tek kıstası sayılamaz; ancak İspanya örneğini biraz daha yakından incelersek, genç takımlardan oyuncu yetiştirmenin ne kadar önemli bir başarı kriteri olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bu kriteri anlamak için, 23-31 yaş arası isimlerin milli takımın çekirdeğini oluşturduğunu düşünerek, 1997-2005 yılları arasındaki beş U-17 turnuvasıyla 1999-2007 yılları arasında oynanan 5 U-20 turnuvasını incelemeye karar verdim. İspanya, saydığım 10 turnuvanın 9'una katılarak büyük bir başarıya imza atmış. Burada genç yaş turnuvalarında Avrupa'nın yalnızca 5-6 kontenjanı olduğunu hatrılatalım. Yani İspanya, Avrupa'da düzenlenen her turnuvada en azından yarı finale kalmış veya yarı finalin eşiğinden dönmüş. Bu genç yaş Dünya Kupaları'nda İspanya'nın bir şampiyonluğu, iki ikinciliği ve bir üçüncülüğü var.
Genç yaş turnuvalarında derecelerden çok daha önemli olan ise elbette A milli takıma yetiştirilen oyuncu sayısı. İki yıl arayla düzenlenen bu turnuvalarda, mesela 2003 U-17 ile 2005 U-20 Dünya Kupası'na aynı jenerasyon katıldığı için elimizde incelenecek 5 jenerasyon bulunuyor. Bu genç turnuvalarında forma giyen toplam 11 isim, 11 Temmuz'da Dünya Şampiyonluğu madalyasını boynunlarına taktılar. Beş jenerasyonu tek tek incelediğimizde, 1999'da şampiyon olan U-20 kadrosundan bu takıma Casillas ve Xavi gibi iki kilit ismin ve Marchena'nın eklendiğini görüyoruz. U-20 2003, turnuvanın en iyi oyuncusu seçilen Iniesta'yı İspanya'ya kazandırdı, 2001 U-17'deki takım arkadaşı Torres ise çoktan süperyıldız potansiyeliyle A takıma çıktığı için 2003 finalini oynayan kadroda yoktu. Messi'nin yıldızlaştığı 2005 U-20 turnuvasında İspanyollar Fabregas, D.Silva ve Albiol'u dünya sahnesine sundu. Pique ve Mata'nın da U-20 2007 turnuvasında forma giydiğini belirtmiştik, 1999 U-17'den de Reina dünya şampiyonu kadroya dahil oldu. Özetlersek, İspanya beş jenerasyondan da dengeli bir şekilde alınan iki-üç oyuncu ile 11 rakamına ulaştı.
Inaki Saez'in başrolde olduğu bütün bu gelişim sürecini incelediğimizde, İspanya'nın bugün öve öve bitiremediğimiz pasa dayalı futbolunu yaratan oyuncuların nasıl titizlikle yatiştirildiğini daha iyi anlıyoruz. Bu gelişimin diğer ayağı olan Barcelona altyapı okulu La Masia'yı da es geçmemek gerekiyor kuşkusuz. İspanya 2010 projesi, bütün bu altyapı hamlelerinin ardından Luis Aragones tarafından üstyapıya taşındı. Inaki Saez'in Euro 2004'deki başarısızlığının ardından göreve gelen Aragones; önce Canizares, Helguera, Baraja, Valeron, Morientes gibi kilit isimlerin yerine genç takımlardan gelen Casillas, Ramos, Torres, Villa, Fabregas, Iniesta isimlerini takıma ekledi. 2008 öncesinde Madrid'in yıldızı Raul'ü de takımdan keserek takımı tamamen yeni jenerasyondan oluşturdu. Bu projenin karşılığı da Euro 2008 ve DK 2010'da fazlasıyla alınmış oldu.Peki, hikayenin sonrasında neler olacak. İspanya, daha önce kimsenin başaramadığını başarıp Euro 2012'de üst üste Avrupa Şampiyonu olan ilk takım olabilecek mi? 2014'te bu takım yeniden dünyanın zirvesine çıkacak mı?
Bu soruların cevaplarını bugünden vermemiz olanaksız; ancak ipuçlarına bakarak bazı öngörülerde bulunabiliriz. Öncelikle 2012 için A takıma baktığımızda, yaş haddinden dolayı takımı bırakacak iki isim Capdevilla ve Puyol olabilir gibi görünüyor. Puyol'un o hırsla 34 yaşında rahatlıkla oynayacağını, Capdevilla'nın ise zaten yerini Arbeloa'ya bırakacağını düşündüğümüzde, kadronun aynı gücüyle 2012'de de yer alacağını söyleyebiliriz. Bu da onları eylül ayında başlayacak olan Euro 2012'nin de bir numaralı favorisi konumuna getiriyor. 2014 Brezilya'da ise Pique - Ramos - Albiol - Arbeloa'lı defansı, Busquets - Fabregas - Iniesta orta sahası ve Pedro - Torres - Bojan'lı forvetiyle şimdiden hazır bir İspanya var. Kalede de St. Iker'in kalacağını varsayıyorum.
Yazı boyunca yaptığım U-17 ve U-20 değerlendirmeleri üzerinden konuya eğilirsek de İspanya'nın 2007 ve 2009 Dünya Kupaları'nı da boş geçmediğini ve bu turnuvalarda forma giyen De Gea, Azpilicueta, Ignacio Camacho, Bojan, Fran Merida, Muniesa ve Iker Muniain gibi isimlerin milli takımın kapısında beklediklerini eklemekte fayda var. Bütün bu gelişmelere bakarak İspanya'nın tarihi başarısından konuşmak için erken olduğunu; çünkü İspanya'nın henüz son noktayı koymadığını söylemek istiyorum. Tarihin en dominant milli takımının oluşumunun önünde duran engeller ise, bu taktik anlayışı bozmakla yükümlü olan Mourinho ve bir diğer genç turnuva canavarı ülke olan Arjantin gibi görünüyor.
DK fotoğrafları: guardian.co.uk
Bojan fotoğrafı: footballpictures.net