22 Temmuz 2010 Perşembe

Wimbledon'dan Akılda Kalan 5 Olay


Yine gecikmeli bir tenis yazısı oldu; ancak okulun bitmesine karşın daimi koşuşturma hali bitmemişti. Hal böyle olunca Wimbledon yazısı da iki hafta gecikmeli geldi. Neyse efendim, geç olsun da güç olmasın diyerek Wimbledon 2010'dan akıllara kazınan olayları sıralayalım.

1. Mahut - Isner


Yalnızca Wimbledon 2010 değil, ne zaman Wimbledon dense akıllara gelecek bir maç yaşandı. Geçen yıl son seti 16-14 biten Federer - Roddick finali de nefes kesmişti; ama 70-68 nedir be kardeşim? Avrupa'da Euroleague finali bu skorla bitse kimse şaşırmaz sanıyorum. Bu karşılaşmanın skorunun ne anlama geldiğini anlamak için şöyle bir basit mantık kullanalım: Bir tenis maçını kazanmak için 3 sete, yani 18 oyuna ihtiyacınız var. Mahut bu maç boyunca tam 91 oyun kazanmasına karşın (ki bu teoride 5 maç kazanabileceği anlamına geliyor) Wimbledon'a ilk turdan veda etti. Akıl alır gibi değil gerçekten. Ayrıca bu maç bana seneye yılın spor ödüllerini verirken yılın maçı kategorsinide rakip tanımayan bir aday sunmuş oldu.

2. Marsel


Tenisi yıllardır ülkelerden bağımsız bir spor gibi izlerdim; ancak geçen yıl katıldığım Almanca dil kursunda İsviçreli bir kız ülkenin kahramanı olarak Federer'i tanıtınca içimde bir burukluk oluşmuştu. Ben de sıkı bir Federer hayranıyım; ama hiç bir zaman o kızla aynı heyecanı yaşayamayacağımı o ulusal kahraman kimliği sayesinde fark etmiştim.

Türk tenisseverlerin benzer bir heyecan yaşaması için Marsel İlhan bu yıl dev bir adım attı. İlk defa bir tenis maçını milli maç izler gibi taraflı bir şekilde izleme ayrıcalığına bu Wimbledon'da sahip olduk. Marsel bir tur geçmeyi başardığı Wimbledon'da sert servisleri ve potansiyeliyle hepimize umut saçtı. Tabii ki bir Federer yetiştirmek herkese nasip olmaz ve böyle karşılaştırmalar yapmak da gereksiz yere Marsel'e zarar verir; ancak artık Türk tenisseverlerin de bir Grand Slam izlemek için Marsel gibi çok güzel bir sebebi var.

3. Güç Gösterisi (Power Play)



Power play (güce dayalı oyun) ve hard-hitter (sert vurucu) terimleri Serena - Venus kardeşlerle birlikte sık sık kadınlar tenisinde duyulur olmuştu. Bu isimlerin ardından bir çok tenisçinin kısıtlı oyun görüşüyle güce dayalı bir oyunu benimsediğine şahit olduk. Benzer bir yükselişi artık erkekler tenisinde de görmeye başladık. Del Potro'nun Amerika Açık şampiyonluğuyla gelişini herkese ilan eden erkek hard-hitter'lar turnuvalarda gittikçe daha başarılı sonuçlar almaya başladılar. Söderling, Berdych, Del Potro gibi 1.90 üstü boyunda olan ve 200+ km/saat hızla servis atan oyuncular Murray, Djokovic ve en son Federer gibi teknik oyuncuların yerini almaya başladılar. Her ne kadar oyununu hard-hitter olarak tanımlamak Nadal'ı fazalaca hafife almak olsa da, güç deyince akla kortlarda ilk akla gelen isim İspanyol boğası. Roland Garros finalinde Söderling'i, Wimbledon finalinde de Berdych'i 3-0'la geçen Nadal'ın, hard-hitter'lara karşı hiç zorlanmaması onu gelecek yıllarda da bir numarada tutacağa benziyor.

4. Kral öldü, Yaşasın Yeni Kral


Nadal hakkında birşeyler karalamaya üstteki maddede başlamıştık, oradan devam edelim. İki yıl önce Wimbledon'da Federer'i yenerek Nadal'ın bir devri kapattığını ilan ettiğini düşünenler çoğunluktaydı; ancak unutmak isteyeceği 2009 yılında hem ciddi diz sakatlığı hem de ailevi problemleri Nadal'ın krallığını tam anlamıyla ilan etmesini bir yıl geciktirdi. Bu bir yılın ardından Nadal 2010'a kaldığı yerden devam ederek başladı. Önce kendi evi sayılan Roland Garros'da set vermeden kazanılan şampiyonluk, sonrasında Wimbledon'da kariyerinin ikinci zaferi bizlere gösteriyor ki kortların yeni kralı Rafa Nadal.

Peki eski kralımız Federer ne durumda diye soracak olursanız haberler hiç de iyi değil. Avustralya'da kazandığı 16. grand slam'in ardından Federer için ortada kırılmadık rekor, elde edilmemiş başarı kalmamıştı. Bu durumdaki her sporcunun motivasyon eksikliği nedeniyle problem yaşaması normaldir; ama söz konusu Federer olunca insanın bu duruma inanası gelmiyor. Son iki grand slam'de gördüğümüz kadarıyla kortta biraz canı sıkılan bir Federer var. Şu aralar tatilde kafasını toplamak ile meşgul olan Fedex'in, hazır olup tahtını geri almak için yeniden mücadele vereceği günleri sabırsızlıkla bekliyorum.

5. Serena Zirvede Tek Başına


Erkekler tenisinde son 4 grand slam'de 1 şampiyonluk, bir final ve iki çeyrek final oynamak Federer'e liderlik için yetmez iken, 2000'lerin diğer efsanesi Serena Williams rahat rahat kadınlar tenisinin zirvesinde bekliyor. Yıllardır her turnuvada Serena'ya ciddi bir rakip çıkması ve rekabetin artmasını bekleyen tenis izleyicileri sürekli hayal kırıklığına uğruyorlar. Wozniacki, Jankovic gibi hard-hitter'ların Serena'yı kendi silahıyla vurması imkansız görünüyor. Eski yıldızlar Clijsters, Henin ve Şarapova tenise kendi istekleriyle veya sakatlıkla verdikleri aranın ardından Serena'ya akip olacak düzeye gelemediler. En son Roland Garros'da finale kalan Stosur ve Schiavone'nin Wimbledon'a ilk turdan veda etmesi de kadınlar tenisinin artık trajikomik bir hal aldığını gösteriyor. Örneğin, bu nedenle Venus'u turnuva dışına iten Pironkova'yı yazma ihtiyacı duymadım. Zira Pironkova'yı bir daha ilk turu geçerken görebilecek miyiz bilmiyorum. Serena'ya bu fırtınalı ortamda ayakta kaldığı ve inatla kazanma hırsını ortaya koyduğu için teşekkür ederek yazıyı sonlandırıyorum.

Hiç yorum yok: