23 Temmuz 2010 Cuma

Låt den rätte komma in - Yalnızlar rıhtımında bir vampir ve bir çocuk


2008 yılında gösterime giren İsveç yapımı Låt den rätte komma in (Gir Kanıma), 12 yaşındaki bir çocuk olan Oskar'ın, tanıştığı yaşıtı görünümlü bir vampir sayesinde büyümesini konu alıyor. İsveç sineması denince aklımıza gelen ilk isim olan Ingmar Bergman'ın sinematografi mirasının hakkını fazlasıyla veren bu film; aynı zamanda aşka ve büyümeye dair cesur yaklaşımıyla bizlere tartışacak pek çok konu sunuyor.

Bu konulara girmeden önce kahramanlarımız Oskar ve vampir Eli'ın çevreleriyle olan ilişkilerine göz atmakta fayda var; çünkü bu ilişkiler çocukları yalnızlaşmasına yol açıyor ve bu yalnızlaşma hali hikayenin gelişiminde oldukça önemli bir role sahip. 12 yaşındaki bir kız görünümüne sahip olan Eli'ın vampir kimliği nedeniyle yalnız bir yaşam sürmesi gayet anlaşılabilir bir durum. bu noktada Eli'ın vampirliğini avcı kimliği olarak genelleştirelim; çünkü bu kavram da hikayede önemli bir yer tutuyor. Onun hayatında doğrudan ilişki kurdukları bir kurbanları var, bir de kendisine kan sağlamak için gönüllü olarak cinayetler işleyen Hakan.


Eli'ın kurbanlarıyla olan ilişkisi, bir adamın en yakın tanıdıklarını öldürdüğü için kendisine tehdit oluşturuyor. Filmin ilerleyen bölümünde bu durum Eli ile Oskar'ın daha da yakınlaşmasını sağlayacak. Hakan ile olan ilişkisi ise pek çok yoruma açık. Bence akla en yatkın hikaye Hakan'ın, 12 yaşlarında aynı Oskar gibi Eli'ı gördüğü ve ona aşık olduğu yönünde. Yıllar geçtikçe ademoğlu Hakan yaşlanıyor; ancak vampir Eli'ın fiziksel görüntüsü değişmiyor. Bu ilişkide hükmeden kesinlikle Eli, zaten ilişki bir hastane odasında gerçek anlamıyla kurban - avcı ilişkisine dönüşerek sonlanıyor. Bu iki durumdan da anlayabileceğimiz üzere, vampir Eli hem tanıdığı hem de tanımadığı her kişi üzerinde iktidar kuran bir avcı ve tabiatı gereği yalnız başına.


Şimdi de Oskar'ın ilişkilerini değerlendirelim. Oskar'ın hayatında anne - babasıyla kurduğu zorunlu ilişki dışında kimse yok. Annesi ve babası ayrı yaşıyorlar ve Oskar annesinin yanında kalıyor; ancak Oskar annesini hayatından tamamen soyutlamış durumda. Ona ne herhangi bir sıkıntısını anlatıyor, ne de annesinin anlattıklarına kulak veriyor. Babsı ile olan ilişkisinin nispeten dah iyi olduğunu görüyoruz. Ancak filmin ortalarında romantik bir müzik eşliğinde samimiyetine ikna olduğumuz bu baba-oğul ilişkisi de, babasının bir arkadaşının eve gelmesiyle son buluyor. Oskar yine çevresinden tamamiyle soyutlanıyor. Bu yalnız ve çekingen çocuğun başı aynı zmanda okulunda kabadayı geçinen üç çocukla belada. Bu çocuklar Oskar'ı gerek sözlü olarak aşağılayarak, gerek sopayla fiziksel şiddet uygulayarak kurban haline getiriyorlar. Özelte Oskar'ın ilişkilerinde hep ezilen taraf olduğunu ve bu nedenle yalnızlığa itildiğini görüyoruz.

Aynı apartmanda komşu olan (ki bu komşuluk pencerelerin simetrik bir görüntüsüyle çok güzel yansıtılıyor)iki çocuğun yalnızlığı önce arkadaşlığa, ardından da aşka dönüşüyor. Tabii bu vampir - insan aşkını son dönemin popüler filmi Twilight'a benzetirsek fena halde yanılırız. Låt den rätte komma in, kapak oğlanı - kapak kızının başrolünde olduğu, seyirciyi rahatsız etmekten uzak, vampir soslu aşk hikayesinin hayranlarının kaldıramayacağı sertlikte bir aşk hikayesi sunuyor bizlere. Hikayenin sertliği şiddet görüntülerinden ziyade, karakterlerin bilinç altında aşık olunacak hiç bir unsur barındırmamalarınan kaynaklanıyor. İki çocuğun da 12 yaşında olmalarını bir kenara koyalım, Oskar'ın kız arkadaş olma teklifine Eli'ın verdiği "Ben kız değilim" yanıtı, genital bölgesindeki yarayla birleşince hazmetmesi zor bir aşk ilişkisiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Bu geniş yara, bu kıza işkence edildiği için ortaya çıkmış olabilir; ama seyircide daha çok kastrasyona uğramış bir erkek izlenimi uyandırıyor.


Son olarak, bu kabul edilmesi güç aşk ilişkisini doğuran sebeplere göz atalım. Aslında sebeplerin pek çoğunu ELi ve Oskar'ın çevreleriyle ilişkileri sayesinde kavramış olduk. Kurban Oskar'ın, ergenliğe adım atarken artık kimliğini ispatlaması ve bir avcıya dönüşmesi gerekiyor. Zaten açılış sahnesinde, okulun kabadayılarına sapladığını düşündüğü bıçağıyla Oskar'ın intikam için yanıp tutuştuğunu anlayabiliyoruz. Eli da hem ilişkilerdeki dominantlığı, hem de gerçek anlamda kan emen bir avcı olmasıyla Oskar'ın yardım isteyeceği ilk insan rolünde. O kadar ki, Eli'ın esasında Oskar'ın alter-egosu olduğunu dahi iddia edebiliriz. Hikayenin sonuna kadar Eli adım adım Oskar'a cesaret sahibi olmayı öğretiyor. Hem ilk defa bir insanla(ya da yaratıkla) düzgün bir ilişki kurması, hem de sopayla kabadayının suratını dağıtmasının ardından kurban kimliğinden sıyrılmayı başarıyor. İntikam duygusu filmin finalinde hem Oskar'ı hem de Eli'ı tehlikeye düşürüyor; ancak ikli birbirlerinden destek alarak bu tehlikelerden (biraz da kanlı bir biçimde) sıyrılıyorlar.

Karların izole ettiği İsveç topraklarında yalnızlık elbette daha kolay anlatılıyor; ancak bu yalnızlık hissini çok iyi yansıtan sinematografiye bir kez daha alkış tutmak gerek. Bir çocuğun büyüme hikayesi olarak filmin temasını aktarmak bu rahatsız edici (ama olumlu anlamda) filmi tanımlamak için yavan kalacaktır. En iyisi biz bu filmi "12 yaşındaki bir çocuğun 12 yaşındakilere gösterilemeyecek derecede rahatsız edici büyüme hikayesi" olarak özetleyelim ve filmin Sight&Sound dergisi tarafından geçtiğimiz yılın en iyi 5. filmi seçildiğini not düşelim. Benim fikrim, Låt den rätte komma in'in listede yer alan Das Weisse Band, Inglourious Basterds, Un prophete gibi filmlerle aynı kalitede olmadığı yönünde. Yine de bu film son dönem Avrupa sinemasının en başarılı örneklerinden birisi ve filmseverlerden bir şansı kesinlikle hak ediyor.

Hiç yorum yok: