18 Temmuz 2010 Pazar
Synecdoche NY - Lynch W.Allen kırması Yeni Amerikan Sineması
Charlie Kaufman, 2008 yılında Cannes'da Altın Palmiye için yarışan Synecdoche NY ile ilk yönetmenlik denemesine imza attı; ancak onun sineması üzerine konuşurken yönettiği filmlerden çok yazdığı senaryolardan yola çıkmak gerekiyor. Being John Malkovich, Adaptation, Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve son olarak Synecdoche NY filmlerinin senaryolarını yazan Charlie Kaufman, 90'larda başlayan Amerikan bağımsızları dalgasının son ve en başarılı üyelerinden birisi olarak dikkat çekmeyi başardı. Yıldız sisteminin çökmesinin ardından ciddi bir krize giren Amerikan sinemasının 2000'li yıllarına Charlie Kaufman'ın vurduğu damgayı yadsımak imkansız görünüyor. Synecdoche NY'da onun yaratıcı senaryolarının sonuncusu olarak karşımızda duruyor.
Synecdoche NY filmi, başlangıcından itibaren ölüm korkusu üzerine yoğunlaşacağını hissettiriyor. Sonbaharın melankolik atmosferi, güllerin solduğunu gösteren ve yaşamın sonuna gelindiğinin metaforu olan görüntülerle yansıtılıyor. Gazetlerde virüs ve hastalıklar ile ilgili haberlerle ölüm ilanmlarını okuyan Caden, musluğun başına fırlaması ile gerçekleşen beklenmedik kazadan sonra ölüm üzerine daha çok düşünmeye başlıyor. Bu korku o kadar büyüyor ki Caden, kendi dışkısını inceleyecek kadar takıntılı hale geliyor. Bu farkına varma sürecinde seyirci yakın çekimlerle sürekli Caden'ın dünyası içine girmeye zorlanıyor.
Caden, babasının cenazesi sırasında babasının ölürken korkunç acılar çektiğinden ve kendi hayatından nefret ettiğinden yakınıyor. Bu cümle Caden'ın ölüm korkusunun iki nedenini de açıklıyor. Birincisi ölüm nedeniyle çekeceği fiziksel acı, diğeriyse ölmeden önce hayatına anlam verme çabası. Bedenin dünyada sınırlı olan zamanının ötesine geçme, ölümün sonrasında da tartışılarak, takdir toplayarak varlığını sonsuzlaştırma arzusu zaten bir tiyatro yazarı olan Caden'ın sanatçı yanında sürekli var olan bir arzu. Bergman sinemasında da sıkça gördüğümüz üzere Caden karakteri esasında Charlie Kaufman'ın kendi varoluşsal kaygılarını yanıstmak üzere Synecdoche NY'da yer alıyor. Kaufman'ın Bergman'dan farkı ise bu varoluşsal sorgulamda dinin hiç yer almaması.
Şimdi de Caden'ın içinde düştüğü bunalımın çevreden kaynaklı etkilerini inceleyelim. Caden'a çevreden vurulan en büyük darbe şüphesiz karısı Adele'den geliyor. Psikiyatr'a Caden'ın ölümünü hayal ettiğini söyleyen Adele, açıkça Caden'dan kurtulmak istiyor. Hatta Caden'ın varlığından o kadar mutsuz ki, lezbiyenliği tercih etmeye başlıyor. Efendim, Woody Allen'ın Manhattan'ı mı dediniz? Zaten Charlie Kaufman hem varoluşçu sorguları, hem de komediye yatkın kalemiyle Amerikan sinemasında Woody Allen'ın izlerini tkaip ettiğini belli ediyor. Hikayemize dönecek olursak; Caden'ın Karısının davranışları nedeniyle ağır bir darbe alan erkeklik gururu, Hazel'ın ilgisi sayesinde yeniden onarılıyor; ancak Caden geçmişini arkasında bırakamadığı için yen bir ilişki şansını daha kaybediyor. Caden böylelikle ikinci kez iktidarını kaybediyor. Bu bunalımların üzerine oyuncusu Claire ile de sağlıklı bir birliktelik kuramıyor. Bütün bu ilişkilerin temelindeki sorunu ise, tiyatroda kendisini oynayan aktörün ağzından dinleyelim: "I’ve watched you forever, Caden, but you’ve never really looked at anyone other than yourself." Yalnızlık, Caden'ın varoluş problemini dipsiz bir kuyu haline getiren nedenlerden birisi.
Caden, ölümsüzlük isteğinin bir yansıması olarak kendi hayatını bir tiyatro olarak yinelemeye karar veriyor, zira Caden yazabileceği en büyük oyunun kendi hayatı olduğunu düşünüyor. Burada da Caden'ın karşısına sanatın gerçeklikle ilgili temel sorunu çıkıyor. Sanat ne kadar gerçeğe yaklaşmaya çalışırsa çalışsın, sonuçta kurgulanan yapıt kendi doğası gereği gerçekilkle arasına mesafe koymak zorunda kalıyor. Karısı Adele'nin minyatür sanatla ve gerçeklikten uzak soyut bir yaratıyla takdir toplarken, Caden'ın gerçeğe en yakın sanat olduğu tiyatroda dahi tam bir gerçekliğe ulşamaması bu paradoksu çok güzel yansıtıyor.
Caden, varoluş sorununun bireysel kimliklerin ötesinde olduğunu vurgulamak istercesine kendi rolünü Ellen'a vermeyi uygun görüyor. Temizlikçi kadın Ellen'ın, Caden'ın alt benliğini yansıtmasının bir nedeni de, Caden'ın Adele üzerinde iktidar kuramadığı için erkek kimliğinin bilinç altında zedelenmesi. Aynı zamanda temizlikçi olarak Adele'ye hizmet ederek onunn iktidarı altında eziliyor. Bir anlamda Caden bu temizlikçi rolüyle kendini cezalandırıyor. Kimlik ilk olarak cinsiyetle belirlendiği için Adele'nin evine girmeden kendisine Ellen diye hitap edilmesini başta gülünç bulan Caden, tiyatronun sonunda ona dönüşmeyi garipsemiyor. Bu Freudyen düşünceler bizlere Amerikan sinemasının bir diğer ustası David Lynch'i anımsatıyor.
Filmin sonunda ise kaçınılmaz olan ölüm anı var. Bu ölüm sahnesinde çevre, sanki ondan sonra var olmayacakmış gibi bir tekno çöplüğe benzer şekilde yansıtlıyor. Sonlara doğru sürekli saati görüyoruz ve bu görüntüler bizlere bir noktadan bir noktaya varmadığımız, yalnızca dünyada vakit öldürdüğümüz hissini güçlendirmek için kullanılmış. Varoluşçuluğun yakın ilişikiler içinde olduğu post-modernizme da böylelikle bir vurgu yapılıyor.
Filmin içinde geçen bütün semboller ve varoluşsal sorgulara karşın filmin finalinde Kaufman'ın hayatın anlamsızlığından dolayı yaşadığı bunalımı düşüncelerin önüne koyduğunu söyleyelim. Kaufman'ın senaryosu doğaçlama ortaya çıktığı izlenimini veriyor. Sanki Kaufman senaryoyu bir başka gün yazsa ateşten ev, kutular, günlük gibi semboller yerine bambaşka semboller göreceğiz. Değişmeyecek olan ise hayatın kısıtlı bir zaman olmasının getirdiği kaygılar. Kaufman eski senaryolarında olduğu gibi Synecdoche NY'la da Amerikan sinemasının ayakta kalışını simgeliyor. Synecdoche NY, bir klasik olarak nitelendirilemese de, üzerine tartışmayı fazlasıyla hak eden bir film.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
İzleyelim bakalım.
İzleyin efendim pişman olmazsınız.
Yorum Gönder