3 Ekim 2009 Cumartesi

01 Ekim 2009 Galatasaray 1 – Sturm Graz 1 : Olmuyor...




Perşembe günü maç 22:05 gibi geç bir saatteydi. Malum, okul başladı, bir yandan iş de var; maç yazısı yazmaya hiç vaktim olmadı. Cuma günüm ise okulda ve gece eğlencesinde geçtiği için bu yazıyı akşamdan kalma bir şekilde geldiğim ofiste, ayılmak için içtiğim kahve eşliğinde yazıyorum. Büyük keyif! Aslında iyi de oldu bu gecikme yazı açısından. Çünkü maçtan sonraki moral bozukluğu ve kızgınlıkla düzgün birşeyler yazmam da pek olası değildi.

Maça gelirsek, Galatasaray’da aslında Ankaraspor maçından beri görünen aksaklıklar yer yer yine göze çarptı. Ayhan ilk yarıda orta sahayı nasıl rahatlattığını gösterdi. Top kaptı, oyunu ileri taşıdı, ama o yaratıcı ve ileri oynadığı paslarını çok göremedik. Zaten bir süre sonra, uzun süre oynamamanın verdiği dezavantajla, temposu düştü ve takım iki koca blok halinde sahanın iki ucunda yerlerini aldı. Bu çok vahim bir sendrom bizim için. Oyuncular bunun farkına nasıl varamıyor anlamış değilim. İlk yarıda Sabri’nin ileri şişirdiği bir top var. Sturm Graz’lı savunma oyuncusu zorlanmadan kafa vuruyor topa ve top tekrar Galatasaray yarı sahasına dönüyor. Sabri rakibin ayağından topu zar zor söküp Servet veya Emre’ye pas atıyor. Sabri ve diğerleri böyle pasların gereksiz risk, vakit kaybı ve efor kaybı olduğunu anlayabilmeli. Tabii bu noktada sadece bu pasları atanları suçlamak da bir hayli yanlış. Hatta belki de bu paslar mecbur kalındığı için atılıyor diyebiliriz. Oyun kurulurken hücumcular rakip takımın safları arasında kaybolup gidiyor. Arda ve Keita kanatlarda soluklanırken Baros saga sola nafile koşular yapıyor. Geriye kalan tek opsiyon ise topu alınca tekrar geriye oynayan Elano... Keita ve Arda geriye, oyun kurmak için yardıma geldiğinde ise Galatasaray’ın etkili ataklarını görüyoruz. Kısacası hücumcular top rakipteyken geriye gelip yardım etmeyi maçın başlarında çok iyi yapıyor, ama hücuma çıkışlarda da geriye gelmek, iki ayrı blok halinde oynamamak gerekiyor.

Tabii ki savunmada da işler toz pembe değil... Servet gibi deneyim sahibi birinin yenilen goldeki “refakat”ı ve adamı “yiyememesi” affedilir cinsten değil...

Son olarak hakemlerden bahsetmek istiyorum. Arda maçtan sonra “kendi ligimizdeki hakemlere çok yükleniyoruz” dedi, ne kadar da haklıymış! Arda’nın attığı kafa golüne faul diyen hakeme ve kale arkasında ne iş yaptıklarını anlamadığım yardımcılarına “laflar hazırladım”. Arda’nın iki elle tutulup yere oturtulduğu pozisyon nasıl penaltı olmaz, meşhur kale arkası hakemleri ne işe yarar, aklım almıyor.

Bu maç Avrupa Ligi macerası açısından bir problem teşkil etmiyor Galatasaray’a. Beni ve tüm taraftarları endişelendiren ve üzen şey oynanan futbol. Moral bozukluğu da bu yüzden kaynaklanıyor, kaybedilen puanlardan değil.

Futbolumuzdaki bu sorun, oynamaya çalışılan oyuna alışma safhasında çekilen şiddetli sancılar. Ancak bu sancıların sonunda istenen oyun ortaya konulabilecek mi, orası da şüpheli. Buna rağmen Galatasaray taraftarının yapması gereken, teknik direktörlük konusunda “rüştünü ispatlamış” B planı uzmanlarının ve daha nicelerinin bizi galeyana getirme oyunlarına gelmemek ve Frank Rijkaard ile ekibine olan desteğimizi devam ettirmek. Bence şu nokta unutulmamalı; Frank Rijkaard ve Johan Neeskens’in bu takımın başında olduğu her gün, en basitinden, Türk futbolunun prestiji için bir kazanç. Ayrıca, bu Hollandalılar istedikleri sistemi oturtmayı bir şekilde başarabilirse...

Hiç yorum yok: