14 Ekim 2009 Çarşamba

II. Terim Dönemi Bölüm 1 - Milli Takımın başına geçiş ve olaylı İsviçre maçı


Bir Fatih Terim analizi yaparken saha içi ve saha dışındaki olayları birbirinden bağımsız olarak anlatmak zor ama denemek zorundayım; çünkü saha içinde yaptıklarının hakkını ancak böyle verebilirim. Bence onu en iyi anlatan sözler Champions dergisinin Avram Grant ile ilgili bir yazısında geçiyor. Bir yarı final nasıl Fatih Terim'i dahi yapmıyorsa, Dünya Kupası'ndan elenmemiz de onu bilgisiz, her şeyi şansıyla ve oyunculara soyunma odasında gaz vererek başarabilen bir hoca yapmıyor. Onun aldığı bazı riskler işe yarıyor (Türkiye - Çek Cumhuriyeti maçında 2-6-2'ye dönmesi oyunu değiştiren hamle olmuştu, eğer futbolun TV ekranlarından yansıdığı şekilde 2 boyutlu olduğuna inanıyorsanız bütün maçı Cech'in elinden kaçırdığı topa bağlayabilirsiniz), bazıları da yaramıyor (İsviçre maçında 4-4-2'den 3-5-2'ye geçişi -Ergün Penbe değişikliği- ise 2. golü yememize ve Dünya Kupası'ndan elenmemize neden oldu); ancak onu teknik direktör olarak diğerlerinden ayıran her maçta bu riskleri alacak cesarete sahip olması. Özellikle futbolun temelde bir alan paylaşım oyunu olduğuna inanan ve bu alan savaşını kaybettiğini düşündüğünde müdahale edmekten çekinmeyen bir teknik adam. Türk futbolunda yeni bir dönemi başlatan ve Türk futbolunu 1954 Dünya Kupası'ndan sonra ilk kez bir büyük turnuvaya (Euro 1996) katılmasıyla sonuçlanan birinci Fatih Terim döneminden sonra ikinci dönemi ise, inanılmaz Euro 2008 günleriyle birlikte daha çok saha dışında yaşanan istenmeyen olaylar ve polemiklerle hatırlanacak.

9 yıl sonra yeniden milli takımın başına getirilmesini sağlayan atmosferi hatırlayalım. Pek çok kişinin Fatih Terim dönemiyle ilgili hatırlamak istemediğini düşündüğüm tatsız anıları bu bölüm oluşturmakta. 2005 yılındaki 0-0'lık Türkiye - Yunanistan maçından önce Ersun Yanal'ın başı Hakan Şükür tartışmalarıyla ağrımaktaydı. Bu maçta İnönü Stadyumu'nda olanlardan biri de bendim. Ersun Yanal bu maçta aşağıdaki 11'i sahaya sürmüştü.

Rüştü
Hamit-----Tolga Seyhan-----İ.Toraman----Ü.Özat
Hüseyin Cimşir---Koray Avcı
Gökdeniz-------Yıldıray--------Emre
Fatih Tekke

Ersun Yanal iyi kapanan Yunanistan'ı (ki o dönem Avrupa Şampiyonu ünvanıyla İstanbul'daydılar) teknik oyuncularıyla açmak istemiş; ancak özellikle ön liberodaki ikilinin pas yapmaktan bihaber olması kısır bir maç ortaya çıkartmıştı. Neyse, niyetim o maçı analiz etmek değil zaten ama maç sonunda Hakan Şükür polemikleriyle yönlendirilen taraftar "Ersun istifa" sesleriyle tüm stadı inletmişti. 4 gün sonra oynanan maçta Türkiye Kazakistan'ı 6-0 mağlup ediyor, Ukrayna'nın Yunanistan'ı 1-0 yenmesi sonucunda 1 puan farkla ikinci sıraya, yani play-off sırasına oturuyordu. Buna karşılık Ersun Yanal kovuluyor ve yerine Fatih Terim getiriliyordu. Bu karara benimle birlikte medya gazına gelmeden objektif şekilde olayları değerlendiren herkes üzüldü; çünkü Ersun Yanal takımı Dünya Kupası'na gidecek noktada tutarken yaptığı işi tamamlayamadan gönderildi, tek sebebi ise 34 yaşındaki Hakan Şükür'ü kadroya almamasıydı. Gerçi aşağıda sayılan futbol içi nedenler de etkili oldu tabii ki. 4-2-3-1, 4-3-3 varyasyonları oynatması saçmalıktı, milli takım dediğin çift santraforla oynardı. (Rijkaard'a söylenenlerin aynısı mı dediniz, neyse geçelim) "Yeni bir jenerasyon oluşturmak" gibi afaki hedefler peşindeydi Ersun Yanal ve milli takım ekibi. Onun için 19 yaş altı Avrupa Şampiyonası ve 17 yaş altı Dünya Şampiyonası'na giden Türk takımlarını takip ediyor bu turnuvalara önem veriyordu, ne gerek vardı ki böyle anlamsız işlere, oyuncu havuzu dediğin GS, FB ve BJK'daki oyunculardan oluşmaktaydı işte, yeni oyuncu aramaya ne gerek vardı. Hele şu 11'de hiç Galatasaraylı bulunmaması ne demekti canım, hem de 4 trabzonlu varken. Hakikaten federasyon politikalarından ve iç dinamiklerden hiç anlamıyordu Ersun Yanal, sonu da kaçınılmaz olarak geldi.

Yerine de bu politikların uzmanı Fatih Terim geliyordu. Gelir gelmez de Hakan Şükür milli takım kaptanı olarak sahaya çıkıyordu. Sonrasında Moldova'ya 4 ve Bosna'ya 1 olmak üzere toplam 5 ultra kritik gole imza attı Hakan Şükür, bedelini ise Fatih Tekke'nin milli takım kadrosundan çıkarılamsıyla ve Halil'in 11 başalayamamasıyla ödedik. Fatih Terim'in yaptığı en büyük yanlışlardan biri zaten bu senin oyuncun benim oyuncum mantığı oldu. Emre sırf bu nedenle topa vuracak hali yokken 11'de başladı, yukarıya yazdığım takımın 4 kilit oyuncusu (Toraman, Gökdeniz, Fatih Tekke, Yıldıray) ise kadro dışı kaldı. Fatih Terim bir jenerasyon yaratırken, bir önceki jenerasyonu yok ederek milli takım havuzunu kendi kendine kısıtlamıştı. Sanıyorum sakatlıkların takımı bu kadar etkilemesinin bir nedeni bu anlamsız kadro dışı bırakmalarla kadronun daralmasıydı.

Bundan çok daha kötü sonuçları ise gelişinden itibaren yaptığı aşırı milliyetçi konuşmalarla ve oyuncuları motive etmekten çok oyundan düşüren agresif demeçlerdi. Bir kişinin politik görüşü milli takım teknik direktörü seçimini etkilemez, etkilememeli de; ancak bu görüşler doğrultusunda şiddete varan olayların yaşanması kabul edilemez. Gelişini meşrulaştırmak için yaptığını düşündüğüm bu milliyetçi konuşmalar futbolumuzun son yıllarda yaşadığı en utanç verici olaylara yol açtı. 2005 Türkiye - İsviçre maçının öncesinde "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" söylemleri ile milliyetçilik dalgaları estiriliyor, alttan alta bizim Dünya Kupası'na gitmemizi istemiyorlar mesajı veriliyordu (ayrıntılar için bkz. World Soccer dergisi Ocak 2006 sayısı). Maç sonunda yaşanan kavga sırasında "Emre, 6 numara" diyerek İsviçreli oyuncuyu gösteren Fatih Terim'in video kayıtları FIFA'ya gönderilmeden ortadan kayboldu; ancak belleklerden çıkmadı. Bu olaylar sırasında bir İsviçreli oyuncu hastanelik oldu, FIFA Türkiye'yi 2010 Dünya Kupası'ndan ihraç etme cezası vermek üzere bir soruşturma açtı, zorlu süreçten sonra ceza 3 maç seyircisiz oynamaya çevrildi(yine gidemedik o ayrı mevzu); ancak suçlular cezasız kaldı ve yapılanlar görmezden gelinerek bir bakıma onaylanmış oldu.

Hiç yorum yok: