12 Ekim 2009 Pazartesi

Looking for Eric

Sinema duayenimiz Yaz Helvası’dır normalde. Zaten kendisinin inanılmaz bir sinema merakı ve potansiyeli de var. Filmlerle ilgili yazılar da ondan gelir. Ve film yazısı ondan geldiyse, o film güzeldir, tavsiye ederim.

Ama benden fazla umutlanmayın. Sinemayla alakam ayda eğlencelik bir kaç film izlemekten öteye geçmedi hiç. Bundan şikayetçi de değilim aslında; eğer bir film izleyeceksem, bir şeyler dinleyeceksem bu beni, en sade anlamıyla ve şekliyle, eğlendirmeli. Üzerine düşünmek, hayatıma yeni anlamlar kazandırması için onları didiklemek çok yoruyor beni. Tekniğinden hiç anlamam zaten.


Eric Cantona’yı, hatırladığım kadarıyla, abimin duvarlarındaki posterlerle tanımıştım. ’95 veya ’96 senesiydi. Hem futbolunun hem de şöhretinin zirve yaptığı dönemdi, diyebiliriz. Tabii şöhretinde meşhur “kung-fu” tekmesinin de katkısı büyük. Benim aklımda kalan en önemli özelliği ise tabii ki yakalarıydı.



Elimden geldiğince kısa ve “spoiler” vermeden filmden bahsedeyim. Tahmin edebileceğiniz gibi, Looking for Eric’de beni çeken şey Eric “the King”di. Uzunca bir süredir aklımdaydı izlemek. Bugüne nasipmiş. Filmde hayatının dibine vurmuş postacımız Eric’ten (Steve Evets) bahsediliyor. Kendisi bir Eric Cantona ve Manchester United hayranı. Artık işler daha kötüye gidemez, derken de Eric “the King” postacımızın yardımına koşuyor. Burada Steve Evets'ın o bitmişliği bize çok güzel yansıttığını söylemem lazım! İnsanın postacı Eric'e değil, Steve Evets'ın kendisine acıyası geliyor.


Film keyifli bir komedi-dram. Yer yer gülmekten kırıp geçiriyor. Yer yer Eric Cantona bilginizin de olması gerekiyor tabii. Aksi takdirde, en azından bir sahnede, sırıtıp “o ne yahu” diye kaş çatacaksınız. Ama meraklanmayın, film bittiğinde jenerik size olayın ne olduğunu anlatıyor.



Ayrıca film, arada bir size futbolun ne kadar basit ama ne kadar harika bir şey olduğunu hatırlatıyor. Postacı, Kral’ın Sunderland’e attığı bir golden şöyle bahsediyor mesela:


It was like a ballet, a dance. Kept me going for months that goal. It just sort of fills you up so much that you just forget the rest of the shit in your life just for a few hours.


Tabii tüm bunlardan bu filmin bir futbol filmi olduğu anlamı çıkmasın, hiç alakası yok. Film postacımızın, geçmişinde, belki de elinde olmayan sebeplerden dolayı, yaptığı hataları düzeltme çabasını ve kendini düştüğü delikten çıkartabilme mücadelesini anlatıyor sadece. Ama futbolun, daha da güzel bir söylemle, "takım oyununun" Eric gibi insanların hayatındaki yeri ara ara çok güzel gösterilmiş.

Bu konu hakkında biraz laflamıştık Yaz Helvası’yla. Futbolda çok büyük paralar dönüyor, nasıl oluyor bu iş, diye. Konuşmadan insanların, ne olursa olsun, eğlencelerine çok önem verdiği sonucu çıkmıştı. Futbola bazı insanların gerçekten çok ihtiyacı var. Hayatlarında mutlu olabildikleri, “takım” olabildikleri, belki de bir şeyleri, dolaylı yoldan olsa da, “başarabildikleri” tek an topun o çizgiyi geçtiği an olan insanlar. Durum böyle olunca, futbol piyasası ve taraftar sonu gelmeyen bir karşılıklı çıkar ilişkisi içine girmiş oluyor.

Konuyu da hazır dağıtmışken, yazıyı burada bitireyim. Son olarak, toparlarsak, film hoşuma gitti, ama sizi alıp götürmesini beklemeyin. Cantona'yı görmek ise kesinlikle çok heyecan verici. “Filozof” Eric Cantona’nın hayat “koçluğunu” merak eden herkes keyifle izleyecektir.

Hiç yorum yok: