4 Ekim 2009 Pazar

"Merak ne güzel şey... Di mi Nuri?" -1


90'ların sonları; sırtımda kendim kadar bir çanta antrenman kaçırmıyorum. Hayallerim var, hep koşmak istiyorum o portakal renkli topun peşinden. İdollerim de var o yaştaki her çocuk gibi; Orhun Ene'ler, Harun Erdenay'lar.. Posterleri odamın duvarlarını süsleyen bu isimlerin yanına yeni bir isim eklerim milenyuma girdikten sonra, dişlek genç bir adamı, Mirsad'ın turistik ABD gezisinden sonra NBA'de diş tutturabileceğine inandığım Hidayet'in ta kendisini.

Aynı dili konuştuğu Divac, Stojakovic ikilisi sağolsun NBA'e ve takımına ısınmakta çok da zorlanmaz Hido, takımına katkı sağlamaya başlar. O zamanlar bir maçta Murat Murathanoğlu'nun dediği gibi hücumlarda iki tip oyuncu vardır NBA'de; direksiyondaki oyuncular ve diğerleri ve Hidayet direksiyonda değildir belki ama yapmıştır işte, eli basketbol topuna değmiş hemen her Türk gencinin hayalini gerçekleştirmiştir. Hidayet köşede top beklerken yaşadığım heyecanı, çocuk aklıyla Stojakovic bir sakatlansa yahu diye ettiğim duaları hatırladım şimdi.

Sacramento'nun o zamanki efsane kadrosuna dahil olmuş, şampiyonluğun kıyısından dönmüştür Hido. Öyle ya o zamanlar batı konferansı doğuyu donunda sallamaktadır ve batıdan finale gelen takımın doğudan geleni süpürmesi son derece muhtemeldir; doğu konferansı temsilcileri şeref sayısı için çıkarlar serilere. Soyunma odasındaki şampanya partisine belki de en çok yaklaştıkları sene jeneriklerin vazgeçilmezi bir Horry üçlüğüyle kafaca veda etmişlerdir finale-seride momentumun el değiştirdiği andır bu. Hala o üçlük jeneriklere çıktığında kanal değiştiririm, dayanamam.

Kısa süren San Antonio macerasından sonra kariyerinin ilk para getiren (önceden karın tokluğuna oynuyordu:)) kontratına Orlando'yla imza attı Hido. Güzide gazetelerimizden birinin Karl Malone'u kumpasa getirip türk basketçilerle ilgili ne düşünüyorsunuz klişesini patlatması akabinde yüzüksüz efsanenin (bir nevi taçsız kral:)) Hido yanlış yaptı, Texas'ta kalmalıydı demesi biz Hido hayranlarını üzse de Malone adam olsa o maskotların donunu indirdiği Nba reklamında oynamazdı diye kendimizi avuttuk.

Kariyeri boyunca hep ligin üst düzey uzunlarıyla oynama şansını bulan Hido Orlando'da da dört ayak üstüne düştü ve takım Dwight Howard gibi dünyadışı bir yaratığı draft etti. Biraz da 95'in Nba finalleri kredisini yiyen Brian Hill değerlendiremedi Hido'nun yeteneklerini. Hidayet de bir türlü beklenen istikrarı yakalayamadı zaten. Bir dönem ne idüğü belirsiz bir hastalığa yakalandı; doktorların deyimiyle "gribe benzer bir şey". Orlando taraftarları tarafından bir lakap türetildi hemen " Turk-o-flu".

Sonra yavaş yavaş hepimizin umutlarını yitirmeye başladığı bir dönemde bir zamanların pornografi oyuncularını andıran bir adam belirdi Orlando'nun başında; Stan van Gundy. Giyim tarzı ve bıyıkları bir kenara oyunculara olan yaklaşımıyla da bambaşka bir koçtu SVG ve kariyerinde ilk defa Hido'nun direksiyona geçmesine izin verdi. Bunda her ne kadar Orlando'nun çektiği oyun kurucu sıkıntısı etkili olsa da Murathanoğlu'nun bahsettiği direksiyon Hido'nun ellerindeydi artık işte. Kendi yeteneklerine bu kadar güvenen bir koçla birlikte adeta parladı Türkoğlu; hücumları yönetiyor, artık iyice gelişmiş basketbol zekasını kullanıyor, veteran oyunculuğunu konuşturuyordu. Son periyotlardaki başarılı basketbolu ve eli titremeden kullandığı atışlar sayesinde dünyaca bilinen bir star olmuş hatta yeni bir lakap edinmişti kendine: "Mr. 4th Quarter - Bay 4. Çeyrek".

Başarısını ligin son derece prestijli ödüllerini salonundaki vitrine dizerek perçinledi Bay 4. Çeyrek. Doğudaki tek "Big Three - Büyük Üçlü" Allen-Pierce-Garnett değildi artık. Sahne yeni üçlüye Lewis-Howard-Hedo 'ya hazırdı, onlar da sahneye. Hido jeneriklere giren hareketleriyle, son saniye şutlarıyla, artık klasikleşen hedo-to-howard alley-oop'larıyla bizi geceleri uykumuzdan etti. Howard'la, Lewis'le kanka oldu, Howard'tan öğrendiği danslarla reklam filmi çeker oldu (Howard bile pişman olmuştur o hareketleri gösterdiğine ya neyse:)).

Ama sonra Hido belki de haklı olarak ektiğini biçmek istedi.Herkesin Mehmet Okur'un biraz da fasulyeden kazandığı yüzükten sonra Hido'nun, hem de Memo'nun aksine direksiyondayken, bir yüzük kazanacağına inanmaya başladığı dönemde Hido Orlando'yla olan kontratını uzatmamayı tercih etti. Bu kontrat meselesinin arka planındaki gerçekleri bir sonraki yazımda inceleyeceğim ama Hido'nun istatiksel kariyerini ve gündelik yaşamını yüzüğe tercih ederek ligin saygı duyulan oyuncuları arasındaki yerini sağlamlaştırma şansını yitirdiğini, hatta bir parça da saygı kaybettiğini söylemeliyim. Hele ki Portland'la yaşananlardan sonra. Bu mini yazı dizisinin devamında görüşmek üzere..

Hiç yorum yok: