8 Ocak 2010 Cuma

Güce Tapanların Ülkesi


Cemal Nalga olayı da, diğer pek çok olay gibi basketbol federasyonu tarafından suya sabuna dokunmadan halledildi. Öncelikle suçun ne olduğunu tanımlayalım ki, cezayı daha iyi yorumlayabilelim. Galatasaray, federasyona yalan beyanda bulunarak Cemal Nalga'nın 5 hazırlık maçında oynamayarak cezasını doldurduğunu söylüyor, ancak Cemal'in bu maçlarda oynadığı ortaya çıkıyor. Oyuncu cezasını çekmeden maçlarda oynamaya başladığı için Galatasaray ilk beş maçında hükmen mağlup ilan ediliyor, Cemal ve Tufan da uzun süreli cezalar alıyorlar, Galarasaray'ın da yalan beyanda bulunmaktan dolayı 5 puanı siliniyor. Bir kez daha vurgulayalım, Galatasaray Cemal başka oyuncunun formasını giydiği için değil, federasyona alenen sahte belge sunduğu için ceza alacaktı ki...

5 puanlık ceza iptal edildi. Ne sandınız yani, bir de ceza mı alacaktı? Türkiye'nin Federasyonları kim oluyorlar da Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'a ceza kesmeye kalkıyorlar. Burası güce tapanların ülkesi, bizim için bu kulüpler o kadar önemli işlevler görürler ki, onların devlet ve millet katında önemli ayrıcalıkları olması doğaldır. Onlar yalan beyanda da bulunabilirler, adam da dövebilirler. Aynı suçu işleyen Erdemirspor olsaydı onu küme düşürürdük; ama arka sırada oturup alenen kopya çeken sınıfımızın bu üç büyüğüne hocaların dokunması pek mümkün olmaz.

Gerektirdiği takdirde bu kulüplere, oyncu yetiştiren, Avrupa'da başarı sağlayan kulüpler (Ülkerspor) kapatılarak önemli sponsor yardımları yapılmalıdır ki, işlevlerini doğru düzgün yerine getirebilsinler. Örneğin Galatasaray basketbol şubesi, 1997 yılından bu yana (Kerem Tunçeri), milli takıma yazıyla sıfır oyuncu yetiştirmiştir. Beşiktaş basketbol şubesinin milli takıma çıkardığı son basketbolcu ise, bilinmesi imkansız olduğu için "kim 500 milyar ister" isimli yarışmanın final sorusu olarak hazırda tutulmaktadır; çünkü kulüp basketbol şubesine verilen parayla yabancı futbolcu satın almakla meşguldür. Fenerbahçe kulübü de Ülker'in yetiştirdiği Oğuz, Ömer Aşık gibi oyuncuları harcamak için özenli bir çaba harcamaktadır. Bu kadar kaynakla bu kadar verimsiz çalışan kaç kulüp bulablirsiniz ki? Allah korusun, bu paralar başka kulüplere dağıtılırsa ve onlar da Ricky Rubio ayarında oyuncular yetiştirirlerse ne yaparız biz? Kavga ve küfür etmek için doldurduğumuz basketbol salonlarına, yetiştirdiğimiz oyuncularımızı izlemek için yabancı scoutlar falan gelir de bizim yaptığımız rezilliği görürlerse, ülkemizin prestiji yerle bir olmaz mı? Bakın Ersan İlyasova'yı sistemin içinde tutamadık, gitti NBA oyuncsu oldu. İşte efendim, böyle olayların bir daha yaşanmasını önlemek için büyük kulüplere sonsuz ihtiyacımız vardır. 5 puan ceza da neymiş, eğer lazımsa biz cebimizden 5 puan verelim, yeter ki seneye Fenerbahçe-Galatasaray, Galatasaray- Beşiktaş maçları oynansın, yeni rezillikler çıksın, kamuoyu meşgul olsun.


Bu kulüplerin işledikleri suçların delilleri derhal yakılarak yok edilmelidir, spor camiamızın ulu çıkarları bunu gerektirir. Bazı kendi bilmezler, sahte belge sunmaya -5 puan, rakip oyuncuyu sahada tartaklamaya (Fenerbahçe - Efes Pilsen maçı) 5 maç seyircisiz oynama, kız basketbol takımına ağıza alınmayacak küfürler edilmesine ve türlü rezaletler yapılmasına (Beşiktaş - Fenerbahçe maçında, Beşiktaş taraftarı tarfından yapılanlardan bahsediyorum) 3 maç seyircisiz oynama gibi "bari bir ceza vermiş olalım" şeklinde, daha verildiği anda suçun ağırılığı altında ezilen kararlar alırlar. O kararlar da tahkim kurullarında, üst mahkemelere iptal edilir. Bu üçlüden birine karşı çıkan kararlara, diğer iki rakibi kameralar önünde sayıp söverken, aslında içten içe sevinirler; çünkü artık onlar da vandallık veya dolandırıcılık yapma hakkına sahip olurlar.

Suçun ve cezanın hakça verilebilmesi için öncelikle kamuoyu vicdanının oluşması gerekir; ancak ülkemizin içinde bulunduğu durumda ortak bir vicdandan söz etmek mümkün olamıyor. Yalnızca cezayı alcak kulüp ve onun rakipleri şeklinde bir ikiye bölünmüşlük var. Esasında bu ülkede ortak hiç bir paydadan söz edemez hale geldik; çünkü kendimizi bölünmenin gizli çekiciliğine kaptırmış durumdayız. Takımlarımızın adının dolandırıcılık, sahtecilik, vandallık gibi kavramlarla yan yana gelmesi artık bizi rahatsız etmiyor, bu nedenle cezalar da vicdanımızı rahatlatacak bir işlev görmek yerine, kazanmamız önünde oluşan sıradan bir engele dönüşüyor. 2006 Dünya Kupası play-off maçlarından sonra koridorlarda adam dövdükten sonra, cezamızı affetsin diye FIFA başkanının kapısında yatmak bize normal geldiği, iki insanın öldürülmesinden sonra "sokakta da sahada da two size" başlıkları atıldığı sürece, bizim maçlar hakkında iyi niyetle bu blogda karaladıklarımız anlamını kaybediyor. Sporun bize yaşattığı kazanma hazzından ziyade, sporun kendisini ve ortaya çıkardığı hikayelerini bir bütün olarak sevmeye başlamadığımız sürece, bu oyunlar elimizden birer birer kayıp gidecek, artık bunu görmeliyiz.

Hiç yorum yok: