10 Kasım 2009 Salı

Haftanın Notları #3


Ne şairane mevsimdi eskiden sonbahar
Bahçeleri talan eden bir deli rüzgardı
Kırılan dal düşen yaprak şaşkın uçan kuşlar
Eskiden sonbaharın bir güzelliği

Gel gör ki Atatürk'ün ölümünden bu yana
Sonbahar dahi bir başka geliyor
Vatan gerçeklerini hatırlatıp insana
Türk yüreklerimizi burka burka geliyor

Cahit Sıtkı Tarancı - Atatürk'ü Düşünürken

10 Kasım'lar Atatürk'ün ölümünden bu yana bir parça hüznü de beraberinde getiriyor; ancak onun koyduğu hedefleri de bizlere her yıl yeniden hatırlatıyor. Bu yılmaz devrimcinin akılcılık ve bilimsellik üzerine kurduğu, çağını yakalayan bir toplum yaratablime iddiasını gerçeklerştirmek için var gücümüzle çalışacağımızı bu anlamlı gün vesilesiyle vurgulayalım.


Beşiktaş Türkiye Basketbol Ligi'nde Türk Telekom'u devirip 4'te 4 yaptı ve zirveye kuruldu; ama problemlerin başlaması uzun sürmedi. Beşiktaşlı basketbolcular paralarının yatırılmamasını protesto etmek amacıyla bu günkü antrenmana çıkmadılar. Antep'ten 8.5 milyon euro'ya Japon kırması Brezilyalı almak için basketbol şubesinin paralarına el koymaktan çekinmeyen yönetim, alışılagelen "yönetememe" geleneğini sürdürerek bir krize daha yol açtı. Hafta sonunda oynanacak olan kritik Efes Pilsen maçı öncesi bu sorun çözülür mü bilinmez ama benim bildiğim kadarıyla Tabata'ya verilen para ile Euroleague'de çeyrek final hedefleyen bir takım kurmak mümkün. Benim bu yazıda değinmek istediğim isim ise Beşiktaş'ın 37 yaşındaki kaptanı Haluk Yıldırım. 16 yıllık basketbol kariyerinde Ülkerspor'un Harun Erdenay'lı kadrosunun sembol isimlerinden biri olduktan sonra kanser hastalığına yakalanan ancak bu hayat mücadelesini de kazanan Haluk'un Beşiktaş'ta kaptanlık yapıyor olamsından bir Beşiktaşlı olarak gurur duyuyorum. Onu parkede gördüğüm zaman aklıma Beşiktaş'ın ismine Cola Turka eklenerek lekelenmemiş dönemdeki El-Amin'li unutulmaz kadrosu geliyor. (Fotoğrafta arka planda yer alan Kerem Tunçeri'nin de kaptan olarak Beşiktaşlı'ların gönlünde ayrı bir yeri var, onu da bir gün yeniden siyah-beyazlı formayla görmek isterim.)


Bu haftanın notlarında basketbolun yaşlı kurtlarına saygılarımızı sunmaya devam edelim. Bugün itibariyle Batı Konferansı'nın zirvesinde sezon sonunda play-off'a kalmasına dahi şüpheyle bakılan Phoneix Suns yer alıyor ve bunu çok büyük ölçüde oyun kurucuları Steve Nash'e borçlular. (2000'ler denilince akıllarına gelen pek çok güzel anıda olduğu gibi). 35 yaşındaki Nash dün geceyi 21 sayı 20 asist gibi akıl almaz bir performansla noktaladı ve rakiplerine "Ben hala buradayım" mesajını verdi. Batı liderliğine oynamaları biraz zor görünse de Nash'in önderliğinde iyi bir play-off derecesi yapabilirler. John Stockton'ın kariyerinin sonuna yetişebilen bizim neslin aklına oyun kurucu denince ilk gelen isim kuşkusuz futbol aşığı bu Kanadalı olacak. Bu arada fotoğrafın özellikle Dallas mavericks'in sahibi Cuban için manidar olduğunu belirtmem gerek. Nash'in biten kontratını yenilememesi onun belki de o çok istediği şampiyonluğu hiç kazanamamasına neden olacak. Fotoğraftaki ikili beraber oynasaydı özellikle Lakers hanedanının sona ermesiyle kendi hükümdarlıklarını başalatabilirlerdi; ama olmadı. Nash ise şampiyonluk yüzüğüne erişememesine karşın iki sezon üst üste aldığı MVP ödülleriyle ve onun liderliğinde Suns'ın oynadığı keyifli basketbol ile NBA tarihinin her zaman hatırlanan isimlerinden biri haline geldi.


*Son bir not da futboldan. Diyarbakır - Galatasaray maşında Arda'nın attığı gol öncesinde ayağı kayıp yere düşen ve yerde çırpınan oyuncuyu görünce futbolun gerçekliğinin hiç bir zaman bilgisayar oyunlarında yakalanamayacağını bir kere daha anladım. Islak zeminde kayan ayakların yarattığı anlık değişimlerin tadını bilgisayar ekranında bıkmadan yorulmadan koşabilen oyuncuların yarattığı sanal dünyada bulabilmek olanaksız. Rakibinizin yaşadığı duruma üzülebildiğiniz veya kendi oyuncununzun yaptığı hataların insan olamasından kaynaklandığını anlayabildiğiniz noktada bu oyunun insancıllığını kavrayabilirsiniz. Sanal dünyanın yaratmış olduğu kazanmak-kaybetmek üzerine kurulan sistem futbolun gerçeklerini ört bas etmekte ve futbolu (ve genel olarak sporu) kapitalizmin istediği biçimde salt bir tüketim malzemesi haline getirmekte. İnanıyorum ki gerçek bir futbolseverler olmanın rolü bu oyunun öznesinin insan olduğunu hiç bir zaman unutmamaktan geçiyor.

Hiç yorum yok: