Dün akşam saat 10 buçuk sularında eve geldim. Sabah 8'de okula doğru yolculuğa başladığımı düşünürsek günümün 15 saatini hiç de inanmadığım bir şey uğuruna heba ettim. Tabii arkamdaki üç seneye bakınca 15 saatin hesabını yapmak çok aptalca geliyor. Neyse; bu konuda beni saatlerce konuşturabilirsiniz, ama şimdiki konumuz bu değil.
Günlük koşumu bitirip şişelerce su içmeye hazırlandığım sırada Saba Tümer'in "gık" deseniz gülmekten yarılacağı programı ve konuğu olarak da Hande Yener vardı televizyonda. Hande Yener her zaman bana itici gelmiştir; şarkıları -özellikle şarkı sözleri- sığ ve gereksiz diye düşünüyorum. Hande Yener'e ufacık bir sempatim varsa tek sebebi Ali Sami Yen'deki "Sarı-Kırmızı çok yakışıyor" tezahuratındandır-ki bu tezahuratımızın da gerekliliği tartışılabilir.- Sanırım bana itici gelen en önemli nokta şarkılarındaki biraz aşırıya kaçan feminizm. Kadınların kendilerini güçlü, önemli ve toplum adına önemli şeyler üretebilen bireyler olarak görmesi çok güzel bir şey. Dahası, özellikle evlilik kurumunda kadını sindirmeye yönelik onca deli saçması düzenlemeyle karşılaştığımız bu günlerde, çok ihtiyaç duyduğumuz bir şey. Ama 2000'lerin başındaki Hande Yener şarkıları, feminizmin kadın - erkek ilişkileri ve magazin boyutuna biraz fazla kaçıyordu. Şarkılarındaki sevgiliyi terketmekten beter etti Hande; mahvetti adamı!
Hanım kızımız zamanında (sanırım NTVSpor'da) Türkiye'deki pop müziğin sığlığından sıkıldığını ve Türkiye'ye yeni şeyler tanıtmak için elektronik müzik alanında bir şeyler yapacağını söylemişti.
Dünkü programda adını hatırlamadığım bir şarkısını canlı söyleyince bu kararında çok haklı olduğunu düşündüm; öylesine kötü bir sesi ancak elektronik müdahaleyle adam edebilirsiniz, canlı performansı gerçekten çok kötüymüş!
Tüm bunların yanında, zaten göz ucuyla takip ettiğim programda, kendisinden beklemeyeceğim bir tespitte bulundu Hande Yener. Programdan önce birisi bunu ona ezberletti mi bilemiyorum. Ama beni şaşırttı doğrusu: "Millet olarak acı çekmeyi çok seviyoruz. Artık ben müzik dinlediğimde hüzünlenmek istemiyorum." Vay be! Her türlü rock ve metal türünden müziği dinlemekten sıkıldığım zamanlarda aklımda tam olarak bu vardı işte! Yepyeni bir güne -mesela- Alice in Chains'den Down in a Hole, veya Nutshell, dinleyerek başlamamdan daha moral bozucu ne olabilir ki? Adamlar, Man in the Box gibi melodik açıdan muhteşem bir şarkıyı bile öyle sözlerle doldurmayı başarmış ki, kendimi bir çukura falan atasım geliyor!
Bir açıdan baktığınızda bu da büyük bir başarı aslında. Adamların çektikleri acılar ve üstüne bir de uyuşturucu batağına saplanmaları onları öylesine bir yaratıcılık ve üretkenlik seviyesine getirmiş ki çok geniş bir kitleyi etkilemeyi başarmışlar.
Peki ne için üretilir sanat? Klasik "sanat için" ve "toplum için" cevapları bir köşede dursun, sırf ticaret için sanat yapan da var bu devirde. Sanatla insanların dikkatlerini dünyadaki sorunlara çekmek çok akılcı bir davranış. Ben müzik dinlemeyen, sinemaya, sergiye gitmeyen, sanattan tamamen ayrı yaşıyan bir insan bile tanımıyorum. Dolayısıyla sanatı bazı sorunlara dikkat çekme aracı olarak kullanmak hem etkili hem de yüce bir yöntem. Ama bana sorarsanız, "Ne için sanat?" sorusu, sanat denen kavramı bir kalıba tıkıştırmaya çalışmaktan başka bir şey değil. Müzik için de aynı şeyleri söyleyebilirim.
Hande Yener'den devam edelim. Hande Yener'e sanatçı değil diyebilirsiniz (ki ben "sanatçı değil" diyorum), şarkılarını beğenmeyebilirsiniz (ki ben beğenmiyorum) ama ürettiği şey -iyi veya kötü- müziktir. Yani zamanla iyice çeşitlenip budaklanan "sanat"ın kalınca dallarından biridir. Hande Yener'in bana sevimsiz gelmesinin tek sebebi ise şarkılarını hiç beğenmememdir.
Buna rağmen kişisel olarak onu ve onu dinleyenleri "işe yaramaz" olarak değerlendirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum. Çünkü onlar için müzik, insanların sorunlarına değinmek, sosyal sorumluluklarını onlara hatırlatmak için üretilmemiştir. Belki de onlar dışarıdaki dünyayla başka bir yolla bağlantılarını kuruyorlardır. Müzik onlar için sadece, dinleyip, kendi zihinlerinde ex'lerine ayar verdikleri sesler bütünüdür. Bunun onlara keyif vermesi bu kişileri tamamen "işe yaramaz" kalıbına sokmamıza sebep oluyor malesef. Bu insanlar belki bir işte çalışıp bir aile geçindiriyorlar, annelerini babalarını, çocuklarını mutlu ediyorlar, ama biz bunları tek bir etiketle, bir çırpıda silip atabiliyoruz. İnsan zihnindeki kategorizasyona önyargıların karıştığı çok tehlikeli bir nokta bu.
Sokakta şarabını içen uzun saçlı, sakallı dostlarımız, veya suratının bilimum yerini deldirip siyah giyinen, her şeye rağmen iyi niyetinden ödün vermeyen arkadaşlarımız da nasibini aldı ülkemizdeki benzer "kalıplama" işlemlerinden. Bir de daha yeni olan "emo" kavramı çıktı. Bu sözcükle ilgili derin bir bilgiye sahip olmamakla birlikte "emotional"dan geldiğini tahmin ediyorum. Tüm dünyaya hakim olan rock ve metal akımının yarattığı suratı asık gençlere dünya çapında verilen isim. Yahu size ne? Size batıyor mu adamın somurtması, siyah giyinmesi? Adam bundan bir tatmin duyuyor. İnandığı bir değeri bu şekilde ifade ediyor. Mesela; sınıflar arasında giderek artan adaletsiz ekonomik uçuruma kendince dikkat çekiyor. Veya sadece acı çekmek istiyor, insanlara acı çekenleri hatırlatmak için. Bunlara itibar etmeyebilirsiniz, dinledikleri müzikleri sevmeyebilirsiniz. Ama bunların hiçbiri, hiç kimseye, bu insanları "kendine hayrı yok", "depresif, melankolik, alkolik" şeklinde değerlendirme ve yaşam biçimleriyle ilgili ithamlarda bulunma hakkını vermez.
Örneğin ben... "Audioslave - Like a Stone", "Guns 'n' Roses - Don't Cry" ile beni birkaç dakikada bulunduğunuz ortamdan uzaklaştırabilirsiniz. Veya Rage Against the Machine ile bana, amacında gayet haklı ve onurlu bir Meksika devriminin propagandasını da yapabilirsiniz, ama beni hiç etkilemeyecektir. Çünkü müzik tüketmedeki amacımız aynı değildir. Ama bu gerçek, kendi müziklerini kendi amaçlarıyla dinleyenlere olan saygımı bir parça olsun azaltmamıştır. Zira yukarıda bahsi geçen, bir döneme damga vurmuş rock gruplarını dinlemeyen arkadaşım yok denecek kadar azdır herhalde.
Sonuç olarak, "neden müzik?" sorusuna bir cevap arama ihtiyacı hissettim, biraz da Hande Yener tetiklemesiyle. Cevap; tabii ki tek değil. Kişiden kişiye değişiyor bu doğal olarak. Müzikten almayı amaçladığımız şey aynı değil ama insanlardan almalarını beklediğimiz şey kendi beklentilerimizle aynı. Bu hiç haklı bir beklenti değil.
Müzik merkezli bu yazıyı müziksiz geçmeyelim dedim (korkmayın, Hande Yener değil). Bitirirken size Alice in Chains'i takdim edeyim. Sevdiğimden değil, zira dinleyeli çok zaman geçmiş üstünden; kendimi bir hayli yabancı hissettim Alice in Chains'e. Şarkının orijinali mi diye kontrol ettikten sonra kapatıverdim videoyu :) . Ama seveni çoktur bu şarkının, genişçe bir topluluğa hitap edecektir.
Son olarak; benim için müzik sadece müzik olsa da "futbol asla sadece futbol değildir" :) , en kısa zamanda Galatasaray yazılarıyla görüşmek üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder