24 Kasım 2009 Salı

Kızılırmak Karakoyun: Kara yün ağarır mı?


Bir sinema üstadı olan Ömer Lütfi Akad'ın Nazım Hikmet'in senaryosundan uyarlayarak filme çektiği Kızılırmak Karakoyun, Türk sineması için de kuşkusuz bir kilometre taşı niteliği taşımakta. Filmin Türk sinemasına olan etkilerini, 60'lar Türk sinemasının kayda değer filmleri olan ve yeni gerçekçilik izleri taşıyan Metin Erksan'ın Susuz Yaz ve yine Ömer Lütfi Akad'ın çektiği Hudutların Kanunu gibi filmlerle beraber değerlendirerek daha iyi anlayabiliriz. Türk sinemasının dünya sahnesinde ilk defa dikkat çekişi 60'lara rastlamaktadır, bu dönem Susuz Yaz filminin Berlin Film Festivali'nde en iyi film ödülünü (altın ayı) almasıyla da taçlanır. Dönemin uluslararası başarılarından daha önemli olan ise sinemanın bu dönemde artık toplumun sorunlarını yine topluma anlatmak adına bir araç olarak Türkiye'de etkin olarak kullanılmaya başlanılmasıdır. İtalyan yeni gerçekliğinden oldukça fazla etkilenen birkaç başarılı yönetmen, bu gerçekçi tavrı Türk sinemasına başarılı bir şekilde aktarırlar. İşlenen temel meseleleri ise mülkiyet hakkı, feodal düzen ve köylü ile emekçi kesimin sorunları oluşturmaktadır.




(Yazının bu bölümden sonrası filmle ilgili sürpriz gelişmeleri içermektedir.) Filmin konusuna geçtiğimizde, tutkulu bir aşk hikayesinin ön planda olduğu, ancak esas olarak feodal düzen içinde yaşayan bir obanın sorunlarının anlatıldığını görmekteyiz. Obanın çobanı Ali Haydar'ın yüreğine bey kızı Hatice'nin sevdası düşer ve aşkı karşılık da bulur; lakin töreler bir bey kızının çobanla evlenmesine izin vermez. Obanın kurduğu erenler mahkemesinde Ali Haydar için obadan sürülme kararı verilecek iken bir anlamda vicdanın sesi olan Aşık Can Dede, çoban Ali Haydar'a son bir şans verilmesini ister. Buna göre Ali Haydar üç gün boyunca su içmeyip tuz yiyecek olan koyunları, koyunlar su içmek için durmadan ırmağın karşısına geçirebilirse Hatice ile evlenecektir. Ferhat'ın Şirin için dağları delmesinde olduğu gibi aşk için imkansızı başarma konusu ile karşı karşıya kalırız, zaten öneriyi getiren kişinin adının Ferhat olması da anlamlıdır. Bu dakikadan sonra su artık kendi anlamının ötesine geçerek sevdalıların birbirlerine olan ihtiyacının metaforu haline gelir. Ali Haydar, 3 gün boyunca su içmeden getirilen koyunları kavalının sesiyle kendine çekmeyi ve onları kıyıdan karşıya geçirmeyi başarır. Bu sahnede koyulara öncülük eden ise Ali Haydar'ın çok sevdiği karakoyundur; ancak Hatice'ye zorla yıkatılan kara yünün beyaza dönmesi nasıl imkansız ise, Ali Haydar'ın talihinin dönmesi de öyle imkansızdır; karakoyun da bu bahtsızlığın simgesi haline gelir. Aşıkların karşısına ise halkın kanını emen Abdi Ağa dikilecektir.

Filmde feodal düzen ve egemen sınıfın sömürüsü Abdi Ağa karakteri üzerinden eleştirilmektedir. Filmin başında bir köyü borçlarını ödeyemediği için eşkıyalara yaktırmakta tereddüt etmeyen Abdi Ağa, obaların yaylalarını ve kışlaklarını satın alarak onları kendine kiracı hale getirmektedir. Mallarını satacak başka kimseyi bulamayan köylüler de bu sömürü düzeni içinde gün be gün daha fazla şeylerini yitirmektedirler. En sonunda Ağa'nın oğlu Hatice'yi isteyince gidecek yerleri kalmayan obanın beyi, Ali Haydar'a söz vermiş olmasına karşın kızını ağanın oğluna vermek zorunda kalır. Bu noktada duruma isyan eden ise obalılardır, Ali Haydar'a yapılan haksızlığın farkına varırlar ve Hatice'yi geri getirmek adına silahlanıp yola koyulurlar. Verilen mesaj açıktır; sömürü düzenini kırmak için isyan mecburidir.

Bu filmin Türk sineması için bir diğer önemi de filmin başrolünde oynayan Yılmaz Güney'den kaynakalnıyor. Yalnız bu önemi Yılmaz Güney'in filmin başrolünde oluşundan ziyade Yılmaz Güney sinemasında açıkça görülen Ömer Lütfi Akad etkisi oluşturmakta. Altyazı dergisinin Eylül sayısında Yılmaz Güney'in kadim dostu Tuncel Kurtiz de o dönemde dünya sinemasını takip etmeye fırsat bulamayan Yılmaz Güney'i, Ömer Lütfi Akad'ın sinema bilgisiyle çok etkilediğinden bahsetmekte. Yılmaz Güney sinemasının bu başarılı yönetmenin hem çekim tekniğinden hem de hikaye işleyiş biçiminden ilham aldığını gösteren en önemli örnek ise Türk sinemasının başyapıtı olan Umut(1970) olsa gerek.

Hiç yorum yok: